1. Bölüm

Mozart – Türk Marşı

golden pops_family

Sahne 1: (Havaalanı) (Türk Marşı) Berna elinde valizlerle yolcu çıkış kapısından çıkar. Neşeyle:

“Merhaba Seul!” der kendi kendine. “Hoşbuldum!”

Yüzünde büyük bir gülümsemeyle havaalanında ilerlemeye başlar. Etrafını merakla incelemektedir. Gördüğü çocuklara el sallar, Korece yazıları heceleye heceleye çözmeye çalışır.  Sonra telefon açıp annesine “Ben geldim anneciğim! Yolculuk sorunsuz geçti” diye haber verir. Telefonu kapattıktan sonra elindeki adres yazılı kâğıdı inceler. Sonra görevli bir adama yaklaşır, kırık-dökük bir Korece ile anlaşmaya çalışır, görevli onu eliyle işaret ederek bir yöne yönlendirir. Sonra bir başka kadın görevliye taksi durağını sormaya çalışırken saçma sapan bişey söyler, görevli kadın yüzünü buruşturur, Korece “manyak mı ne?” der. Berna üzgün bakışlarla konuşabileceği başka birini ararken taksi duraklarını görür, neşeyle o tarafa doğru koşturur.

Sahne 2: (Ev)  Kamera apartman dairesinin içinde dolaşır: Ortalığı bok götürmektedir. Cips kâğıtları, çikolata kâğıtları, kıyafetler vs. arasında kanepeden Jin Ki (Geun Suk) kalkar; uykulu bir biçimde esneyerek banyoya yönelir. Diğer bir köşede, yerde ağzı açık bir biçimde uyuyan Sun Yong (Seung Ki)’u görürüz. O sırada kapılardan biri açılır, Jung Woo (Min Ho) çıkar. Salonun halini görünce yüzü buruşur, “gene mahvetmişler burayı” diye kendi kendine söylenerek yerde uyuklayan Sun Yong’u ayağıyla dürter. Sun Yong uyanmaz, homurdanır. Jung Woo (klasik Koreli sinir olma repliği 🙂 ) “ayyhhşşş!” diye gözlerini devirip gıcık olma hareketi yapar, vazgeçip banyoya yönelir. Banyo kapısının kilitli olduğunu görünce seslenir:

“Hey! Jin Ki! Çabuk ol, bugün bir staj görüşmesine gitmem lâzım!”

Banyonun içinde küveti doldurmuş keyif yapan, bir yandan da telefonla konuşan Jin Ki’yi görürüz.

“Tamam, beş dakikaya çıkıyorum!” diye bağırır, ama sonra suratında bir sırıtma ve şımarık bir sesle:

“Günaydın aşkımmm… Dün gece çok güzeldi…” diye telefonda konuşmaya devam eder. Jung Woo yüzünde sabırsız ve somurtuk bir ifadeyle banyo kapısını tıklatmaya devam eder. Tam o sırada apartman kapısı çalınır. Jung Woo bezgin adımlarla kapıya gider, kapının deliğinden bakar, kamera delikten görünen görüntüyü gösterir: Ev sahipleri olan kaknem bir kadın kapıdadır. Kadın, mercekten kendisine bakıldığını fark edip merceğe yaklaşır, kocaman patates bir burun görürüz. Jung Woo suratında büyük bir dehşet ifadesiyle geriye kaçar, sonra derhal panikle, yerde uyuyan Sun Yong’un başına koşar. Onu sarsarak uyandırır:

“Sun Yong, kalk çabuk, ev sahibi geldi!”

(Doink!) Sun Yong’un gözleri fincan gibi açılarak uyanır, yerinden zıplar. Aynı anda Jung Woo banyo kapısına koşar:

“Jin Ki, ev sahibi kapıda!”

Bu defa Jin Ki suları fışkırtarak banyo küvetinden çıkar, aceleden sadece beline bir havlu sarar, banyodan fırlar. Üç çocuk birden ortalığı toparlamaya koyulurlar. (Bu sahneleri hızlı çekim ve arkada komik bir fon müziğiyle (Golden Pops-Family) ile izliyoruz.) Bu arada Jung Woo diğer ikisine devamlı olarak saydırmaktadır: “Sizin halt yemeleriniz yüzünden üçümüz de evden atılacağız!” Nihayet her şey yerine kaldırılır, yerdeki cips kalıntıları, kıyafetler koltukların altına itilir, ve üç çocuk suratlarında bir sırıtma ile kapıyı tekrar açarlar. Ev sahibi, hiç istifini bozmadan eşikte beklemektedir. Gözü bir an Jin Ki’ye kayar, Jin Ki belindeki havluyu rahatsız bir hareketle çekiştirir, ev sahibesi somurtarak burnunun üzerindeki gözlüğü iter. Sonra resmi bir sesle:

“Dün akşam yine buraya kız arkadaşlarınızın geldiğine dair duyumlar aldım” der. “Kira kontratını nasıl yaptığımızı biliyorsunuz: Kızlarla erkeklerin benim evimde birlikte kalmaları yassak efendim!”

Jung Woo en efendi ses tonuyla:

“Yanlış duymuş olmalısınız efendim,” der, “Öyle bir şey olmadı…”

O sırada Sun Yong lafa karışır: “Ajumma, valla hepsi kuru iftira, diğer apartmanlarda kalanlar bizi kıskandıkları için böyle şeyler uyduruyorlar!”

“Evet, benim yakışıklılığımı kıskanıyorlar mesela,” diye çapkınca gülümser Jin Ki; fakat o sırada belindeki havlu kayar gibi olunca bütün karizması yerle bir olarak havluya sıkı sıkı yapışır. Ev sahibi bu laflardan hiç etkilenmemiştir. Doğruca Jung Woo’ya bakar:

“Bu iki haylaza asla güvenmem. Ama sen en aklı başında olansın Jung Woo. O yüzden bu ikisini idare etme işi senin omuzlarında. Eğer onların haylazlıklarına göz yumarsan seni de atarım, bilmiş ol! Hepiniz birden evimden kovulursunuz!”

Üç çocuk süt dökmüş kedi gibi olmuşlardır. Başlarını öne eğerek yanlış anlaşıldıklarını, iftiraya uğradıklarını tekrarlar, özür dilerler. Sonra ev sahibi:

“Sanırım bugün yeni bir oda arkadaşınız olacak. O gelince söyleyin, bir an önce kira kontratını imzalasın…”

“Elbette efendim,” der Jung Woo saygıyla. Kadın tekrar konuşur:

“Yanılmıyorsam bir exchange öğrencisi, öyle değil mi? Nerden geliyor demiştiniz?”

“Türkiye,” diye cevap verir Sun Yong. Sonra geyik yapmaya başlar: “Kafasında fesi ve pala bıyıklarıyla gelecek.” (Aynı anda el hareketleriyle fes ve bıyık yapmaktadır). Jin Ki de gülerek:

“Bizden fazla bıyığı varsa onunla birlikte barlara gidip onun karizmasıyla daha çok kız tavlarız,” der. Ama ev sahibinin varlığını hatırlayınca yüzündeki gevrek gülümseme donar, yeniden sus pus olur.

Kadın ona ters ters bakar, sonra yine Jung Woo’ya döner:

“Pekala, şimdi gidiyorum. Ama buralardayım, diğer evleri denetleyeceğim. Dördüncü ev arkadaşınız geldiği zaman haber verin, geri geleceğim.”

Sonra son bir kez oğlanların arkasına doğru göz atar; bir şey göremeyince arkasını dönüp gider. Onun gitmesiyle birlikte kapıyı kapatan üç çocuğun yüzünde büyük bir rahatlama görürüz. Jin Ki:

“Oğlum nerdeyse yakalanıyorduk!” der. Jung Woo gene öfkeyle:

“Bir daha böyle âlem yaptığınızı görmeyeceğim! Dün sondu; artık buna izin vermeyeceğim!”

Jin Ki laubali bir tavırla elini Jung Woo’nun omzuna atar: “Oğlum azıcık hayatını yaşa! Bak bu yaşlar geri gelmez. Hem dün akşam benim kızın en yakın arkadaşı seni çok beğenmiş, “Jung Woo-isshi de odasından çıkıp bize katılsa ya” diye başımızın etini yiyip durdu…”

Aynı anda Sun Yong da Jung Woo’nun diğer omzuna yapışır: “Evet Hyung-nim, dün öyle bir içmişiz ki, süper eğlendik! Keşke sen de katılsaydın.”

Jung Woo, Jin Ki ve Sun Yong’un ellerini iki omzundan indirir, ters ters konuşur:

“Umarım eve yeni gelen çocuk sizin gibi çılgın değil, aklı başında biridir!”

Sahne 3: (Taksi) Berna takside telefonla konuşmaktadır.

“Evet kızım, çok heyecanlıyım yaa! Düşünsene, ilk defa tek başıma yurt dışına çıkıyorum, hem de Kore’ye geldim! Üç senedir aldığım Korece dersleri sonunda bir işe yarayacak. Ayyy, ev arkadaşlarımı çok merak ediyorum. Yaa Merve, inanır mısın, internette kızlardan biriyle yazıştık ve bana Call of Duty oynamayı çok sevdiğini söyledi! İlk defa Call of Duty oynayan benden başka bir kız daha buldum! Süper di mi?? Diğer ev arkadaşım da tiyatrocuymuş! Daha önce hiç tiyatrocu arkadaşım olmamıştı… Bir tanesi de spor akademisinde okuyor, üstelik üniversitenin voleybol takımında. Ay acaba boyu benden uzun mudur? Koreli kızlar ufak tefektir aslında, ama bu voleybolcu olduğuna göre uzundur heralde…”

O sırada taksi durur, şoför arkasını dönüp:

“Geldik bayan, burası” der. Berna aceleyle telefondaki arkadaşına: “Ben seni sonra ararım, hoşçakal” deyip taksi parasını hazırlamaya koyulur.

Sahne 4: (Ev) Jung Woo takım elbise giyinmiş olarak evden çıkmak üzeredir. Sun Yong’u elinde bir voleybol topuyla kendi kendine manşet saydırırken görürüz. Jung Woo’nun çıkmak üzere olduğunu görünce ona koşturur:

“Hyung, yeni ev arkadaşımızı beklemeyecek misin?”

“Çok acelem var, çıkmam lâzım,” deyip somurtuk bir şekilde ekler Jung Woo: “Akşam ben gelene kadar evi toplamış olun!” ve kapıdan çıkar. Sun Yong arkasından bağırır: “Akşam kimbap sushi getirsene Hyung-nim!” Sonra neşeyle voleybol topunu saydırmaya geri döner.

Sahne 5: (Evin önü) Berna taksiden inmiş, şoför valizlerini bagajdan indirmeye yardım etmektedir. Bagajda son bir çanta kalır. Taksici onu Berna’nın alacağını düşünerek arabaya biner. Berna valize uzanırken birden telefonu çalar. O telefonla konuşurken taksici birden gazlar, Berna telaş içinde arabanın arkasından koşturmaya başlar. Diğer çantaları sokağın ortasında kalmıştır. Kamera sokağın köşesindeki haydut tipli bir adama zoom yapar. Adam elindeki sigarayı yere atıp Berna’nın valizlerinin durduğu yere yönelir. Taksiyi yakalayıp valizini almayı başaran Berna neşeyle geri dönerken birden bir adamın valizlerinin üzerine bıraktığı çantasını kapıp kaçmakta olduğunu görür ve çığlığı basar. Onun peşinden koşmaya başlar.

Tam o anda apartman kapısından çıkan Jung Woo’yu görürüz. Sokaktaki kovalamacayı görünce hemen yardıma koşar. Berna kısa sürede soluk soluğa kalmıştır, yere çöker. Jung Woo adamı kovalamaya devam eder. (Burada Türk marşı eşliğinde bol miktarda aksiyon, koşma-kovalama sahnesi izleriz) Nihayet adamı yakalar, boğuşmaca olur, ama gene elinden kaçırır (bu arada belki kafasına bir taş yer, vs.) Soluk soluğa durur.

Biraz sonra, yüzünde bir bozgun ifadesiyle Berna’nın yanına geri dönmüştür.

“Adamı yakalayamadım, özür dilerim,” der.

Berna üzgün üzgün: “olsun, yine de teşekkür ederim” diyebilir. “Ama pasaportum ve cüzdanım çantanın içinde kalıyor…”

Onun konuşmasından yabancı olduğunu anlayan Jung Woo:

“Sanırım turistsiniz,” der. “Üzülmeyin, hemen aşağı sokakta bir karakol var. –Berna’nın pek anlamayan gözlerle baktığını görünce tekrar eder- Karakol. Polis, polis!” “Haa, polis, tamam,” der Berna. Sonra yine üzüntüyle Türkçe olarak: “Polis nerden bulsun, bütün param, dolarlarım gitti gider!” diye mırıldanır. O sırada Jung Woo:

“Özür dilerim, ama benim gitmem lâzım,” der, “Çok önemli bir görüşmem var.” Berna yine anlamaz gözlerle bakınca: “Interview” der, sonra da kendi kendine “aman ne diye açıklama yapıyorsam…” deyip ayağa kalkar, gitmeye davranır. Birden Berna onun koluna yapışır:

“Bir dakika! Ben aslında şu adresi arıyor.”

Böyle deyip elindeki kağıdı gösterir. Jung Woo bıkkın bir ifadeyle kağıda bakar, sonra birden şaşkınlıkla gözleri büyür. Bir kağıda, bir Berna’ya bakar. Sonra:

“Börney… Yani o sen misin??” diye bağırır.

Berna yüzünü buruşturur: “Börney mi?? Ne diyo bu salak?” Jung Woo kendini işaret eder:

“Ben Kim Jung Woo.”

Sonra birden Berna’da da jeton düşer, onun da yüzüne bir dehşet ifadesi yerleşirken: “Yoksa sen… sen benim ev arkadaşım mısın??” diye Türkçe olarak bağırır. İkisi birbirlerine hayretle bakakalırlar.

Sahne 6: (Ev) Üç çocuk artı Berna evin salonunda oturmuş, hiç konuşmadan birbirlerini süzmektedirler. Sun Yong sanki bir uzaylı görmüş gibi şaşkın ve salak bir ifadeyle, Jin Ki gözlerini kısıp adeta çapkın bir ifadeyle, Jung Woo ise somurtarak Berna’ya bakmaktadır. Berna ise üzgündür, ağlamaklıdır. Sonunda Jung Woo:

“Bu nasıl olabilir??” der sert bir sesle, İngilizce olarak. Sonra Sun Yong’a döner: “Sen Börney’le uzun uzun yazışmadın mı Sun Yong?? Böyle bir karışıklık nasıl olabilir, kız mı erkek mi olduğunuzdan nasıl hiç bahsetmezsiniz?!”

Sun Yong mızmızlanır:

“Böyle olacağını nerden bilebilirdim ki? Biz daha çok birbirimize hobilerimizi falan anlattık…”

Jung Woo Berna’ya döner:

“Peki sen kız olduğunu neden bize söylemedin?”

“Ne bileyim, ben de sizi kız zannettim!” der Berna. Sonra hafif öfkeli, ekler: “Hem sizin isimlerden kız mı erkek mi olduğunuz anlaşılmıyor ki! Sun ve Jin’i kız ismi sandım ben…”

Jung Woo inanamaz gibi gözlerini devirir, “Ayhhhşşş!!” diye elini alnına vurur. Sun Yong:

“Seninki de erkek ismi ama, Barni,” deyince Berna:

“Barni değil, Ber-na!” der hafif öfkeli biçimde. Bu arada Jin Ki:

“Biz senle facebook’tan arkadaş olmuştuk, benim erkek olduğumu görmedin mi yahu??” der. “Ayrıca sen de profil fotoğrafı yerine Call of Duty’den bir asker resmi koymasan bütün bunlar olmazdı…”

“Allah Allah, profil fotoğrafıma ne koyacağımı sana mı soracağım?” diye ters ters cevap verir Berna. Sonra dudak büker: “Ayrıca senin profil fotoğrafın da erkekten çok kıza benziyordu…”

(O sırada bir başka görüntü girer, Jin Ki’nin facebook profil fotosunu görürüz, gerçekten uzun saçları ve küpesiyle kız gibi çıkmıştır 😀 )

Sun Yong Berna’nın son lafına kıkırdamaya başlarken Jin Ki epeyce bozularak:

“O liseyi bitirdiğim seneydi, daha küçüktüm, tamam mı??” diye cevap verir. “Hem ben baby face’sem bu kötü bir şey mi?? Kızlar bayılıyor ama…”

Jin Ki’nin lafını yarıda kesen Jung Woo sert bir sesle:

“Senin burda kalmana izin veremeyiz!” diye kestirip atar. “Çok gıcık bir ev sahibemiz var ve kadının kesin kuralları var. Kızların bırak gece kalmasını, eve girmesi bile yasak! Zaten sabıkalıyız, eğer senin burda kaldığın duyulursa kesin evden atılırız!”

“Ama ben iki aylık kiramı size çoktan ödedim!” diye isyan eder Berna. “Hem şimdi cüzdanım da çalındı! Ben bu halde nereye gideyim??”

Sun Yong çığlık atar: “Ne, cüzdanın mı çalındı??” Jung Woo sıkıntıyla: “Evet, Börney’in az önce çantasını çaldılar…” diye cevap verir. Berna ona ters bir bakış atar: “Börney değil, Ber-na!”

Jin Ki, Jung Woo’ya döner:

“O halde hiç değilse bugünlük kalmasına izin vermeliyiz Jung Woo. Kız beş parasız nereye gider?”

“Evet Hyung, nolur Barni bizle kalsıııın!” der Sun Yong da yavru köpek bakışlarıyla. Berna gene burnundan  soluyarak: “Barni değil, Berna, Berna!! Daha kaç defa söyliycem ben bunu??”

“Hem kız çok güzel, taş gibi,” diye Korece ekler Jin Ki çapkın bir sırıtışla. Berna bu kez de ona ters bir bakış atar, Korece cevap verir: “Ben Korece anlıyor.”

Jin Ki’nin suratı bozum olurken Jung Woo gene İngilizce devam eder:

“Olmaz! Şimdi Börney’i (Berna’nın dudaklarını büzdüğünü görünce telaşla düzeltir) Barniy’i… Ber… neyse işte, bu arkadaşı karakola götürüp ifade verdiyoruz, sonra da kira için verdiği parayı ona geri verip bir otele gitmesini sağlıyoruz! Tamam mı?? Bakın kira parasının benim payıma düşen kısmı burda:”

Böyle deyip cebinden cüzdanını çıkartır, içinden bir tomar para çeker. Sun Yong ve Jin Ki telaş içinde birbirlerine bakarlar. Jung Woo bir ona bir diğerine bakar; “Ne?? Çıkarsanıza paraları…” der. Sun Yong ezilip büzülerek:

“Şeyyy, Hyung-nim, ben bütün parayı harcadım…”

“Eee, şeyy, ben de…” der Jin Ki. Jung Woo’nun gözleri irileşir: “NE?? O kadar parayı naaptınız??”

Sun Yong:

“Ya işte top-mop, yeni eşofman, sonra bir de playstation aldım biliyosun…” derken,

“Ya sen aynı anda üç kızla çıkmak kolay mı zannediyorsun?? Yemeleri içmeleri para, gezmeleri para…” der Jin Ki de.

Bu arada Berna da konuşmaları takip etmeye çalışmakta, bir ona bir öbürüne bakmaktadır. Jung Woo sıkıntılı bir nefes verir.

“Aranızda maddi yönden en sıkıntılı olan benim. Buna rağmen paramı idareli kullandım, ekstra parayı hiç harcamadım. Siz ne vurdumduymaz adamlarsınız böyle??”

“Sen yaşamayı bilmiyorsan biz n’apalım??” diye diklenir Jin Ki. Bunun üzerine Jung Woo onun  üzerine yürür, yakasına yapışır: “Her gün sevgili değiştirmek yaşamak mı demek, ha??”

“Sen benle böyle konuşamazsın!”

O sırada Sun Yong iki oğlanı ayırmaya çalışmakta, Berna ise hayretle olan biteni izlemektedir. Kendi kendine “Yav bu erkekler de dünyanın her yerinde aynı, hiç değişmiyorlar…” diye söylenir.

O sırada çalan kapıyla birlikte herkes donup kalır. (Tehlike efekti: Dummmm!)

Sun Yong kapıya koşturup delikten bakar. Sonra kamera onun yüzüne zum yapar: Dehşetle:

“Ev sahibi burda!!!” diye bağırır.

Diğer iki oğlan da birbirlerinin yakasını bırakıp deli tavuklar gibi koşturmaya başlarlar. Hiçbir şey anlamadan öyle salak salak bakmakta olan Berna’yı bir kolundan biri, diğer kolundan diğeri tutar, çekiştirmeye başlarlar. “Benim odama saklayalım! Benim gardrobum büyük!” “Hayır, benim yatağın altına girsin!”

Neyse ki Sun Yong’un kafası hâlâ çalışmaktadır; aceleyle Jin Ki’nin odasına koşar; onun bir sürü aksesuarla dolu olan aynasının kenarına takılı olan peruklardan ve takma bıyıklardan birer tane kaptığı gibi gerisin geri salona koşturur (bu arada kamera hep onu takip etmektedir), Berna’nın topuz yapılmış saçlarının üzerine erkek saçını, dudaklarının üzerine de aynı renk bıyığı kondurur. Sonra geriye çekilip şöyle bir bakar: “Fena olmadı… Bir de fesimiz olsa, tam Türk’e benzeyeceksin!”

O sırada Jung Woo da hemen portmantodaki kocaman montlardan birini alıp Berna’nın üzerine atar: “Giy şunu çabuk!”

“Niye ki?” der Sun Yong. Jung Woo eliyle göğüs işareti yapıp utanarak gözlerini kaçırır, öksürür. Sun Yong da abartılı bir hareketle ağzını açar (anladııııım! der gibi…) ve o da gözlerini kaçırır. Berna somurtarak denileni yapar.

Sonra Jin Ki koşturur, kapıyı açar. Karşısında ev sahibesini görünce yüzüne yavşak bir gülüş kondurur: “Aman efendim, buyrunuz, bu ne şeref!”

Kadın ona hiç yüz vermeden içeri doğru bir göz atar; sonra Berna’yı görünce yüzüne bir gülümseme gelir ve içeri girer:

“Ah, demek yeni kiracımız geldi, hoş-gel-di-niz!”

“Hoşbulduk,” deyip yerinden doğrularak ev sahibesinin elini sıkar Berna. Oğlanların üçü birden öksürmeye başlayınca durumu anımsar, sesini kalınlaştırır: “Hoşbulduk!”

Ev sahibi diğerlerine ters ters bakar, sonra tekrar Berna’ya döner:

“Kore’yi nasıl buldunuz?”

“Yeni geldi ben, sadece 2 saat oldu…” diye cevap verir Berna. O sırada kadının gözü Berna’nın üzerindeki monta takılır:

“Şunu çıkarsanıza… Bu aralar hava çok güzel…”

Oğlanların üçü birden atılırlar:

“Aaaa, olmaz!”

“Ajumma, Börni’nin geldiği yerlerde havalar o kadar sıcak ki, bu hava ona soğuk geliyormuş!”

“Evet, onlar çölde yaşıyor, unuttunuz mu, develere biniyorlar!”

Berna bunu diyen Sun Yong’a hayret ve dehşetle bakar, “Bu devirde develere bindiğimizi zannediyorlar!!! Neyiz biz, Bedevi Arap mı yahu??” ama hemen sonra içinde bulunduğu durumu hatırlar ve zoraki bir gülümsemeyle:

“Yaa, evet, öyle,” diye onları doğrular Berna. Kadın “garip bu Türkler” diye içinden geçirerek dudak büker, sonra yine gülümser: “Pekala… Odanıza yerleştikten sonra kira kontratını doldurmayı ihmal etmeyin lütfen…”

“Tabii,” der Berna yine. Ev sahibi son kez gülümser, başıyla selam verir, sonra kapıya yönelir. Oğlanlar rahatlayarak nefes verirler. Kadın çıkmadan once tekrar durur, onlara döner. Oğlanlar yerlerinde toparlanıp stres içinde ona bakarlar. Kadın Berna’nın bıyığını işaret eder:

“Bu arada… Bıyığınız ne kadar gür! Bütün Türk’lerin böyle midir??”

Berna gene şaşkınlıkla sırıtmaya çabalar:

“Ee… Şey… Tabi, tabii! Bütün Türk’lerin böyledir! Türk eşittir bıyık, di mi, hahaha!”

Ev sahibi kadın da güler, ve sonra tekrar bir baş selamı verip apartmandan çıkar. O çıkar çıkmaz herkes kanepelere yığılır.

“Bir an yakalanacağız zannettim!”

“O zaman işimiz biterdi!”

Jung Woo yine ilk ayaklanan olur:

“Pekala! Ev sahibi belası gittiğine göre -Berna’ya döner- once karakola gidip çantanın çalındığını bildirelim, sonra da seni bir otele yerleştiririz.”

“Otel olmaz! Az param var benim!” diye çırpınır Berna. Sonra birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Sun Yong ve Jin Ki üzülerek ona bakarlar. Sun Yong:

“Hyung, sen bu kadar kalpsiz misin, zavallı küçük bir kızı sokağa mı atacağız?”

Jung Woo sıkıntıyla iç çeker; o sırada Berna da diğer oğlanların kendisine destek çıktığını fark etmiş, iyice masum pozuna bürünmeye çalışmaktadır. Dudaklarını sarkıtır. Ama takma bıyığı hâlâ çıkarmamıştır. Jin Ki “Dudağında bu bıyık varken onun zavallı küçük bir kız olduğunu düşünmek zor oluyor…” diye mırıldanır. Berna durumu fark edip çabuk bir kareketle bıyığı çıkarır.

Jung Woo nihayet:

“Pekala!” der. “Bu akşamlık bizde kalabilir. Nasılsa ev sahibi bir daha gelmez. Sonrasını düşünürüz…”

Sun Yong ve Jin Ki yumruklarını birbirlerine çakarlar. (yaho!^^) Berna da alt dudağını ısırarak sevimlice gülümser.

Sahne 7: (sokak) Sun Yong ve Jin Ki Berna’yı aralarına almış, onunla konuşa gülüşe yürümektedirler. Jung Woo ise somurtarak önden gitmektedir. Sun Yong:

“Hiç üzülme Berna, çantanı en kısa zamanda bulurlar,” diye onu teselli etmeye çalışmaktadır. Berna: “İnşallah,” der Türkçe olarak, Jin Ki: “O ne demek?” deyince açıklar: “Yani, umarım öyle olur, tanrı yardım etsin anlamında bir söz…”

“İnn-şalah?” diye komik bir biçimde tekrar eder Sun Yong. Berna kıkırdar.

“Bu arada senin bölümün  neydi?” der Jin Ki.

“Matematik,” der Berna. Sun Yong ve Jin Ki hayranlık sesleri çıkarırlar, Jin Ki: “hem güzel hem zeki,” der Korece, Sun Yong: “Seni anlıyor…” deyince Berna gene gülmeye başlar. Sonra “İsterseniz Korece devam edelim, benim Korecem gelişsin,” der.

O sırada Jung Woo arkasına döner:

“Acıktıysanız burada yemek yiyebiliriz.”

“Yemek miii?? Yaşasınnn!” diye heyecanla ona doğru koşturur Berna. Sun Yong ve Jin Ki şaşkınca arkasından bakakalırlar. Jin Ki dudak bükme hareketini yapar, sonra parmaklarıyla saymaya başlar:

“Hummm… Zeki (bir parmak açılır), güzel (diğer parmak açılır), ve yemeyi seviyor…”

İki oğlan birbirine bakar, sonra: “Abi Türk kızları çok ilginçmiş…” der biri,  “hakkaten.. (chincha 😀 )” der diğeri.

Sahne 8: (restoran) Dört ev arkadaşı bir masanın çevresinde oturmaktadırlar. Berna:

“Peki şimdi ne olacak?” der. “Bu akşam eve girerken yine takma bıyık ve saçla mı gireceğim? Ama sabahleyin okula öyle gitmem, haberiniz olsun…”

“Maalesef bizim apartmadaki bütün daireler bizim gıcık ev sahibine ait,” der Sun Yong düşünceli düşünceli. Ama sonra gülümseyerek ekler: “Ama neyse ki bizim üniversiteden, yani Chung-Ang’dan olan pek kimse yok. Diğer dairelerde kalanların pek çoğu aile, diğer öğrencilerilerse hep Dongguk Üniversitesi’nden. Bizim okuldan bir tek bizim karşı dairede kalan Chang Ui diye bir çocuk var…”

“Chang Ui de ne gıcık bir heriftir!” diye suratını buruşturur Jin Ki. “Onun durumu öğrenmemesi için çok dikkatli olmamız gerek.”

“Buna lüzum yok, nasıl olsa Berna bu akşamdan sonra bizim dairemizden ayrılacak,” der Jung Woo yine. Berna ve diğer iki oğlan itiraz etmeye başlar. Bir süre tartışılır; Berna param yok der, diğerleri kalsın der, en sonunda Jung Woo diğerlerinin sesini bastırmak için bağırarak:

“Tamam lan tamam! Bir susun be…” der ve sesler kesilir. Herkes merakla ne diyeceğini beklemektedir. Jung Woo oflayıp poflar ve somurtarak: “Berna’ya aynı fiyata kalabileceği bir kız evi bulana kadar bizimle kalabilir!” diye kararını bildirir.

Sun Yong ve Jin Ki gene yumrukları çakarlar (yaho!^^) Berna da durumdan memnun gülümser. Jung Woo kendi kendine mırıldanır: “Başımıza bela alıyoruz ama hadi neyse…”

Bu arada garson gelmiş, sipariş almak istemektedir. Sun Yong Berna’nın elinden menüyü çeker:

“Sen bize bırak Berna, sana buranın en iyi yemeklerini yedireceğiz.”

Berna omuz silker, “okey,” diye, ve Sun Yong’la Jin Ki birbirlerinin sözünü keserek sipariş verirler (a bak şundan da alalım, bundan da… bıdı bıdı…) Jung Woo ise somurtarak camdan dışarıyı izlemektedir. Sıra ona gelince kısaca bir yemek ismi söyleyip menüyü uzatır.

Garson gidince Sun Yong heyecanla Berna’ya döner:

“Türkiye’yi biraz anlatsana Berna…”

“Develere binmiyoruz,” der Berna hemen. Sun Yong’un yüzündeki hayreti görürüz. (Arabesk bir müzik eşliğinde deveye binmiş Berna’nın görüntüsü ekrana gelir, görüntü cam kırıklarıyla parçalanır) Jung Woo yemeğin başından  beri ilk defa kıkırdar, sonra yine ciddi yüz ifadesine bürünür. Jin Ki:

“Peki erkekler…” diye söze başlayınca Berna gene hemen:

“Erkekler bir sürü kadınla evlenemiyor,” diye cümleyi tamamlar. Jin Ki’nin yüzüne bir hayalkırıklığı yerleşir, (Bir sedire uzanmış, çevresinde dört kadından birinin kendisini yelpazelediği, birinin ağzına üzüm taneleri uzattığı, başında kavuk olan Jin Ki görüntüsü gelir ekrana; yine cam kırıklarıyla bu görüntü parçalanır), Jin Ki dudaklarını uyuz biçimde büker.

“Dansöz de mi yok??” diye Sun Yong heyecanla bağırınca Berna güler:

“O var… Ama bütün Türk kadınları göbek dansı yapmayı bilmezler…”

Yine Sun Yong ve Jin Ki “yaaa!” diyerek hayalkırıklıklarını ifade ederken Jung Woo bu defa bir kahkaha atar. Jin Ki ona sataşır:

“Ne yapalım oğlum, biz senin gibi uluslararası ilişkiler okumuyoruz, bilmiyormuşuz işte…”

Berna heyecanla Jung Woo’ya döner:

“Uluslararası mı okuyorsun?? Diplomat olacaksın yani…”

Jung Woo “bakalım” der gibi dudak büker:

“Ne yapacağımı henüz bilemiyorum… Belki başka işler yaparım…”

Jin Ki atılır:

“Beyefendi uluslararası şirketlerde çalışıp paraya para demeyecek!”

“Sahi Hyung, senin bugün staj görüşmen yok muydu?” der Sun Yong. Jung Woo sıkıntılı bir biçimde:

“Berna hanımla uğraşırken çoktan kaçırdım!” diye ters ters cevap verir. Berna kızarıp bozarır, bir an Korece konuşmaya çalışıp kekeler, sonra İngilizce’ye dönüp:

“Öyle mi? Madem öyle, benle uğraşmasaydın keşke! Direk işine baksaydın! Zaten hırsızı da yakalayamadın, beceriksiz…” diye aynı terslikle lafı iade eder. Jung Woo bir şey diyecek gibi olur, sonra lafını yutup “neyse ya, ben bişey demiyorum” der gibi başını sallar.

Bu arada yemekler gelmiştir. Oğlanlar neşeyle ellerini ovuştururken Berna önündeki yemeğe  bakar. Dikdörtgen şeklinde, kurutulmuş koyu yeşil renkli yosunlardır bunlar. Sun Yong hevesle yapraklardan birini alıp diğer tabaktaki pirinçleri arasına koyarak chopstick yardımıyla sarar, sonra ağzına atıp: “Hmmmm, muhteşemmm!” diye sesler çıkarır. “Sen de yapsana,” der Jin Ki. Berna chopstick’lerle uğraşır ama beceremez. Mahcup bir biçimde yeni arkadaşlarına sırıtır ve yapraklara elleriyle girişir. Sarma sarar gibi az önce Sun Yong’un yaptığı şeyi tekrarlar ve yosun dolmasını ağzına atar.

Oğlanlar merakla onu izlemektedir. Berna’nın yüzü değişir, renkten renge girer. Ağzındakini zorlukla yutar.

“Nasıl buldun?” der Sun Yong hevesle.

“Ee… İlginç…” diye cevap verir Berna. Sırıtmaya çabalar.

Sonra çekingence başka bir yemeğe uzanır. Ondan bir parça ağzına atar. Neyse ki bu defa yüzünün ifadesi düzelir.

“Hımmm, bu fena değilmiş… Evet evet, hiç fena değil…”

“Tabii, o süper bir yemektir, domuz rostosu!” diye atılır Sun Yong neşeyle. Berna “domuz” lafını duyunca birden lokması boğazında kalır; kusacak gibi bir hareket yapar. Sonra çaktırmadan peçeteye tükürür, ama oğlanları bozmamak için çiğniyormuş gibi yapmaya devam eder, bir yandan da gülümsemeye çalışır. Onun bu halini bir tek Jung Woo fark eder; bıyık altından güler.

En sonunda Berna sebzeli bir yemeğe uzanır. Çekinerek:

“Peki ya bu ne?” diye sorar. Sun Yong yine neşeyle açıklamaya koyulur:

“O tamamen sebzedir. İçinde kabak, patates, soğan ve patlıcan var…”

Berna bir oh çeker, sevinerek bu yemekten koca bir kaşık alır. Ama ağzına götürmesiyle birlikte gözleri irileşir (arka fonda komik müzik: Golden Pops – Family), ağzından dumanlar çıkarken:

“Acııııııı!” diye bağırır. Sonra derhal elinin altındaki bardağa atılır. Sun Yong ve Jin Ki hemen “hayır, o öyle içilmezz!” diye müdahale etmeye kalkarlar ama Berna bardağı kafaya dikmiştir bile. Berna bütün bardağı bitirir, sonra dehşetten açılmış gözlerle kalakalır, kafası masaya düşer.

Üç çocuk hayretten donakalmış vaziyette birbirlerine bakarlar. Jin Ki:

“Sojuyu bir dikişte bitirdi…” diyebilir. Jung Woo gene elini alnına götürür, başını iki yana sallar, canı sıkkın bir şekilde:

“Ben bu kızın başımıza dert olacağını biliyordum…” der. “Bakalım daha neler göreceğiz…”

Sahne 9 (Berna’nın odası): Berna gözleri kaymış bir vaziyette yatağına uzanmış, bir elini başına götürmüş, telefonda konuşmaktadır.

“Çok korkunç yemekleri var Merve! Bugün aç kaldım yemin ederim! Üstelik koca bir kupa içkiyi aç karna içtim! Midem korkunç bir durumda… Başım da çatlıyor…”

Telefonun diğer ucunda Merve’yi görürüz. Endişeli bir yüzle:

“Sen onu bunu bırak da, ne halt edeceksin onu söyle!” der. “Berna, kafayı mı yedin, üç adamla nasıl aynı evde kalırsın??”

Berna üzgün bir yüzle yatağında doğrulur:

“Ne yapayım Merve, başka çarem mi var?? Bütün param gitti, kredi kartlarımı iptal ettirmek zorunda kaldım… Babamlardan havale yoluyla para istedim ama kuryenin paramı getirmesi için sabit bir adres vermek zorundaydım. Ben de mecburen buranın adresini verdim…”

“İyi ama ya o Koreli adamlar senin bu halinden yararlanmaya kalkarlarsa?? Düşünsene, gidecek başka yerin yok, paran yok, kimseyi tanımıyorsun…”

Berna’nın yüz ifadesi önce ciddileşir. Sonra birden gülmeye başlar, eliyle “yok canım” der gibi bir hareket yapar.

“Yok artık daha neler?? Bu çocuklar iyi çocuklara benziyorlar. Özellikle voleybolcu olan çok saftirik bir şey… Bebek yüzlü olan ise çapkın gibi; ama öyle durup dururken saldıracak birine benzemiyor. Bir tek… hımmm, bir tek o somurtuk olan çok soğuk nevale; ama o da efendi bir çocuğa benziyor. Yok yok, zannetmem, bana kötü bir şey yapmaya kalkmazlar…”

“Sen gene de dikkatli ol derim; sonuçta erkek milleti…” der Merve bilmiş bilmiş. “Şimdi onlar içip içip sana sarkmaya falan kalkarlar; sen en iyisi yastığının altında bir bıçakla falan uyu…”

Berna telefonu düşünceli bir yüzle kapatır. Sonra kendi kendine: “İçip içip saldırırlar mı hakikaten??” diye düşünür. “Yok canım?? Yapmazlar heralde??”

Burada fona buğulu bir görüntü girer: Berna üç çocuğun korkunç kahkahalar atarak üzerine çullandığını, kendisinin çığlık atarak onlara karşı koymaya çalıştığını hayal eder.

Sonra Berna kafasını sallayarak bu hayalleri aklından uzaklaştırır. Ama endişesinin geçmediği bellidir; alt dudağını öne çıkararak üzgün ve çaresiz bir halde kapıya bir bakış atar.

Sahne 10 (Jung Woo’nun odası): Jung Woo telefonla konuşmaktadır.

“Tekrar çok özür dilerim efendim… Hesapta olmayan bir aksilik oldu… Sözümü tutamadım… Ama bana bir şans daha verirseniz, bu iyiliğinize layık olmaya çalışacağım…”

Karşı taraftan söylenen sözler yüzünden Jung Woo’nun yüzü düşer. Sonra saygılı bir biçimde:

“Peki efendim… Anlıyorum… Yine de çok teşekkürler…”

Deyip telefonu kapatır. Sıkıntıyla derin bir nefes verir. Sonra elleriyle yüzünü avuçlar; sıkıntıyla:

“Off, gitti güzelim iş…” diye mırıldanır… “Offf, aptal kız… Cüzdanını çaldırmanın tam sırasıydı!”

Bir süre öylece oturur. Sonra tekrar telefonunu çıkarır, bir numara tuşlar.

Odasına oturup ders çalışmakta olan Kwon Min Hee’yi (Yoon Eun Hye) görürüz. Çalan telefona önce ilgisizce bir göz atar; fakat arayanın Jung Woo olduğunu görünce telaşlı bir hareketle başındaki kulaklığı çıkartır, sevinçle telefonunu açar:

“Alo?”

“Meraba Min Hee, nasılsın?” der Jung Woo, “Dersler nasıl gidiyor?”

“Ah, iyidir Jung Woo oppa, sen nasılsın?” der Min Hee heyecanlı bir sesle. Yüzüne utangaç ama sevinçli bir gülümseme yayılır.

“Ben de iyiyim, sağol… Baksana, sana bir şey soracağım: Sizin yurtta boş yer var mı?”

“Bildiğim kadarıyla yok,” der Min Hee. Sonra merakla: “Niçin sordun?”

“Şeyy, ee, bir arkadaşımın tanıdığı bir kız öğrenci için kalacak yer arıyorlarmış. Benden tanıdıklara sormamı rica etti… Neyse, senin aklına gelen ucuz güvenilir bir yurt veya öğrenci evi olursa bana haber verirsin, değil mi?”

“Elbette,” der Min Hee. “Hoşçakal oppa.” Sonra telefonu kapatıp düşünceli bir yüzle durur.

Sahne 11 (Berna’nın odası-Jung Woo’nun odası-salon-mutfak) Kamera, Berna’nın yüzüne odaklanmıştır; Berna kafasını odanın araladığı kapısından çıkarmış, salonu gözlemektedir. Kamera, kapı aralığından onun bakış açısını gösterir: Sun Yong ve Jin Ki TV izlemekte, konuşup gülüşmektedirler. Onların kendisini fark etmeyeceğinden emin olan Berna, sessizce odasından dışarı süzülür; duvara yaslanarak yavaş yavaş koridorun sonundaki mutfağa yönelir.

Mutfakta parmaklarının ucuna basa basa buzdolabına doğru ilerler; yavaşça kapağı açar.

Buzdolabının içinden çekim: Bomboş raflarda tek bir şey durmaktadır; Berna onu eline alır, kafasını sağa sola yatırarak ne olduğunu anlamaya çalışır. Sonra dudak büküp geri koyar.

Sonra kapak raflarına bakar. Yüzüne bir gülümseme yayılırken: “Tam tahmin ettiğim gibi,” diye kendi kendine mırıldanır. “Anlaşılan öğrenci evleri dünyanın her yerinde aynı: Yiyecek namına bir şey yoktur, ama içki mutlaka bulunur!” 😀

(golden pops – family)

İçki şişelerini sessizce birer birer çıkarmaya başlarken “Evet, bu gece içip içip aklınızı kaybetmeyeceksiniz beyler… Kendi güvenliğimi tehlikeye atamam…” der.

Bu arada Jung Woo yüzünde bir sıkıntı ifadesiyle masasının başında oturup düşünmektedir; sonra ayağa kalkar. Odasının kapısını açıp koridora çıkar.

Salonun önünden geçerken TV izleyerek cips yiyen iki çocuğa şöyle bir bakış atar; sonra başını onaylamayan bir biçimde sallayıp (gene “neyse lan, ben bişey demiyorum…” ifadesi) mutfağa doğru devam eder.

Mutfak kapısının önüne gelince arkası dönük bir biçimde buzdolabından içki şişeleri çıkarmakta olan Berna’yı görür. Gözleri hayretle irileşir. Sonra kapıdan çekilip kendi kendine:

“Bu kızın başımıza bela olacağını biliyordum!” diye söylenir… “Üstelik hem hırsız hem de alkolik çıktı!”

Sahne 12 (Berna’nın odası, Jung Woo’nun odası)

Gece, herkes yatmış. Berna’yı karanlık odasında yorganı tamamen üzerine çekmiş biçimde görürüz. Gözleri faltaşı gibi açık, bir o tarafa bir bu tarafa dönmektedir. Bu arada elinde bir makas tutmaktadır; dışarıdan çıtırtılar geldikçe heyecanla bu makası sıkı sıkı kavrar.

Sonra Jung Woo’nun odasına döneriz. Jung Woo ders çalışmaktadır. Sonra aklına bir şey takılmış gibi önündeki kitap destesine uzanır; kitaplara sırayla bakar; sonra birden yüzünde bir “olamaz yaaa…” ifadesiyle yüzünü buruşturur:

“Mikroekonomi kitabı Jaehyun’un eski odasında kaldı… O olmadan bu ödevi bitiremem…”

Bir süre sıkıntıyla ne yapacağına karar vermeye çalışır. Sonra ayağa kalkıp odasından çıkar. Koridoru geçip Berna’nın odasına kadar gelir.

Berna odanın kapısında bir gölge görünce korkuyla içini çeker. Elindeki makası daha sıkıca kavrar. Donup kalmış gibi ses çıkarmadan beklemeye başlar.

Bu arada Jung Woo başını kapıya yaslayıp içeriyi dinlemektedir. “Uyumuş galiba… Kitabı hemen alıp çıksam fark etmez bile…” diye mırıldanıp yavaşça kapı koluna uzanır.

Kapının açıldığını fark eden Berna’nın gözleri iyice irileşmiştir. Yerinden fırlamaya hazırlanır.

Bu sırada Jung Woo içeriye süzülmüş; Berna’nın yatağının yan tarafındaki kitaplara yönelmiştir.

Berna birden “hiyaaaa!” diye bağırarak karanlıktaki silüetin tepesine atlar! Jung Woo ne olduğunu bile anlayamamıştır; boğazına sarılıp saçlarını çeken kızdan kurtulmak için boğuk boğuk: “Berna dur! Kötü bir niyetim yoktu! Bırak beniiiii” diye bağırmaktadır.

Sun Yong ve Jin Ki gürültüye uyanmış, apar topar Berna’nın odasına koşturmuşlardır. Birisi ışığı yakmayı akıl edince gördükleri manzara karşısında ikisi de hayretten açılmış ağızlarla bakakalırlar.

“Hyung, neler oluyor??” Jung Woo:

“Çabuk çekin şunu tepemden!” diye kısılmış bir sesle konuşmaya çabalar. Berna hâlâ onun saçlarını çekiştirmektedir. Bir yandan da Türkçe olarak: “Beni kolay lokma mı zannettin ha? Ha?? Ben Osmanlı torunuyum oğlum, bana bir şey yapamazsınız!” diye bağırmaktadır. Çocuklar şaşkınlık içinde Berna’ya doğru koşturur, onu Jung Woo’dan ayırmaya çabalarlar.

Sahne 13 (Berna’nın odası) Kamera kapının anahtar deliğine odaklanır, bir el anahtarı kilide takar, sonra kamera uzaklaşır, elin Jin Ki’ye ait olduğunu görürüz. Jin Ki:

“Al işte, odanın anahtarını bulduk size Berna hanım,” der. “Şimdi artık uyuyabilir miyiz lütfen?”

Berna yatağa oturmuş, yastığı kucağına almış, somurtmaktadır. İngilizce olarak:

“Tamam ama yarın gece bir de alarm istiyorum,” der. “Kapının kilitli olmasına aldırmadan girmeye çabalayanlara karşı bir önlem daha olmalı!”

Duvara yaslanmış somurtarak onların işinin bitmesini bekleyen Jung Woo hayret ve öfkeyle dikildiği yerden Berna’ya doğru bir adım atar:

“Sen fazla oluyorsun ama! Ne sanıyorsun, biz sapık mıyız??”

“Bunu bilemem,” diye omuz silker Berna, “Sizi daha tanımıyorum ki…”

Sun Yong sevimli sevimli gelip Berna’nın yatağının önünde diz çöker:

“Berna-sshi, biz aslında çok iyi çocuklarız, sen de tanıdıkça bunlara gerek olmadığını göreceksin…”

“Neyse ki o kadar uzun süre burada kalmayacak,” der Jung Woo ve cool bir tavırla kapıya yönelip odadan çıkar. Berna arkasından yüzünü buruşturur.

Bu arada Jin Ki de Sun Yong’un yanına gelmiş, onu çekiştirerek ayağa kaldırmıştır.

“Neyse neyse… Bugün hepimiz zor ve yorucu bir gün geçirdik… Yarından itibaren eminim birbirimize karşı daha iyi davranacağız.”

“Ama o makası bir daha kullanma, olur mu Berna-sshi?” der Sun Yong gene sevimli, ama biraz da korkak bir tavırla. Berna ilk defa sırıtır. Sonra arkasında sakladığı makası çıkarır: Jung Woo’nun saçlarından bir tutam kesmiştir.

“Bu ona bir daha odama izinsiz olarak giremeyeceğini hatırlatır,” der kendi kendine.

Jung Woo’nun odasında, Jung Woo’yu ayna karşısında görürüz. Elindeki bir başka küçük ayna ile ensesini görmeye çalışmaktadır. Berna’nın kestiği kısmı görünce suratına bir bozum ifadesi yerleşir, öfkeyle aynayı bir tarafa fırlatır, kendini yüz üstü yatağına atar.

Sahne 14 (Dış mekan) (Türk marşı) Ertesi sabah… Berna’ların apartman binasını dıştan görürüz. Sonra sokaktan geçen okul çocukları, insanlar görünür.

Apartmanın ana kapısından Berna kafasında perukla ve yüzünde takma bıyıkla çıkar. Sırtında büyük bir sırt çantası vardır. Etrafı kolaçan edip sokağa çıkar, yürümeye başlar.

Sağa sola bakarak yürürken ileride bir umumi tuvalet görür; yüzü aydınlanır.

Tuvalete girmeden önce yine sağına soluna bakar; kimsenin görmediğine emin olunca kadınlar tarafına girer. Kamera bir süre mekânı dıştan çeker. Birkaç saniye sonra çığlıklar duyulur; Berna koşturarak dışarı çıkar, sağa sola bakınıp kaçmaya başlar. Arkasından üç-dört tane öfkeli kadın bağırarak koşmaktadır.

Sahne 15 (Okul binası) Berna bıyığı-peruğu çıkarmış vaziyette erkek tuvaletinden kafayı uzatır. Dışarıda kimsenin olmadığını görünce hemen dışarı süzülür. Koridorda yürümeye başlarken kendi kendine söylenmektedir: “Ben her sabah bu işkenceyi çekmek zorunda mı kalacağım yaa?”

Omuz silker, yüzüne bir gülümseme yerleşir:

“Neyse neyse, keyfimizi bozmayalım: Şimdi yeni okuluma kaydolma zamanı, yehuuu!”

(Türk marşı) Berna’nın “sekreterlik” yazan odaya girmesini, form doldurmasını, görevlilerle konuşmasını filan izleriz. Kore usulü selam vererek neşeyle ordan ayrılır.

Amfilerin numarasına baka baka ilerleyen Berna, en sonunda aradığı yeri bulur. İçerisi öğrencilerle dolu büyük bir amfiye girer.

İçeride, boş bir yere oturur. Kamera onun bir üst sırasında oturan Min Hee’yi gösterir. Bu sırada gözlüklü yaşlı bir hoca içeri girer; öğrenciler seslerini kesip yerlerine geçerler.

Sahne 16 (Dış mekan) (Edward Chun-Give My Love) Sun Yong’u bir ağacın arkasına saklanmış, uzakta bir şeyleri izlerken görürüz. İzlediği, ileride bir banka oturmuş kitap okuyan Min Yoon Ah (Kim So Eun)’tır. Sun Yong kararsız bir yüz ifadesiyle onun yanına gidip gitmemekte tereddüt eder. Sonra birden bir başka kız gelir, Yoon Ah’la konuşmaya başlar, sonra Yoon Ah ayağa kalkıp kız arkadaşıyla birlikte gülüşerek yürümeye başlar. Sun Yong yüzünde bir hayalkırıklığı ifadesiyle kalakalır.

Sahne 17 (Tiyatro salonu) Tiyatroda seyirci koltuklarında oturan hocaların yüzünde memnun bir ifadeyle provayı izlediklerini görürüz. Sonra kamera sahneyi gösterir. Jin Ki büyük bir profesyonellikle Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda, Demetrius rolünü oynamaktadır:

DEMETRIUS
These things seem small and undistinguishable,
Like far-off mountains turned into clouds.

HERMIA
Methinks I see these things with parted eye,
When every thing seems double.

HELENA
So methinks:
And I have found Demetrius like a jewel.
Mine own, and not mine own.

DEMETRIUS
It seems to me
That yet we sleep, we dream.–Do not you think
The duke was here, and bid us follow him?

HERMIA
Yea, and my father.

HELENA
And Hippolyta.

LYSANDER
And he did bid us follow to the temple.

DEMETRIUS
Why, then, we are awake: let’s follow him;
And by the way let us recount our dreams.

Hocalardan biri: “Kestik!” diye bağırır. Sahnedeki aktörler toparlanırlar. Sahne kenarındaki boyalı süslü bir kız “Oppaaa!” diye bağırarak sahneden inen Jin Ki’nin boynuna atılır. Jin Ki az önceki ciddi görünümünden hemen uzaklaşmış, laubali bir tavırla kolunu kızın omzuna atmıştır. Birden bir başka çocuk gelip yakasına yapışır:

“Jin Ki! Sonunda buldum seni! Var mı benim kızıma göz dikmek ha??”

Jin Ki’nin yanındaki kız şımarık bir tavırla Jin Ki’nin koluna daha çok yapışır, diğer oğlana:

“Ben artık onunla birlikteyim tamam mı Han Chung, bunu o kalın kafana iyice sok!” diye diklenir. Han Chung kıza “Seni küçük…” diye bağırırken hâlâ gitmemiş olan hocalardan biri:

“Orda neler oluyor?” diye bağırır, “Han Jin Ki, bir sorun mu var?”

Jin Ki ve diğer çocuk hocaya dönüp eğilerek selam verirler, “Her şey yolunda efendim,” diye bağırırlar. Sonra Jin Ki çocuğun yakasına yapışır, kulağına eğilerek:

“Kozlarımızı dışarıda paylaşalım,” der.

Sahne 18 (Tiyatro salonunun dışı) Az önce Jin Ki’ye diklenen çocuğun bir yumruk yiyip yere düşüşünü izleriz (yer kamerasından). Jin Ki ellerini boksör pozisyonunda tutmuş şekilde görüntüye girer, onun da kaşının kenarı kanamaktadır:

“Ne oldu ha, ne oldu?? Bu kadar fos mu çıktın? Hadi gelsene!”

Yere düşen çocuk tükürerek yerden kalkar, ani bir hareketle Jin Ki’ye bir yumruk savurur. Fakat Jin Ki yana kaçmayı başarır. Hızlı ve şık bir hareketle çocuğun boşta kalan yumruğunu kavrar; onu ters döndürüp çocuğun kolunu sırtına yapıştırır. Sonra kulağına:

“Bir daha bana ve sevgilime yaklaşmayacaksın!” diye bağırır. “Anladın mı beni? Anladın mı??”

Kolu kıvrılıp acı içinde bağıran çocuk “An-anladım!” diye kekeler. Jin Ki onun kolunu son bir kez daha iyice büküp bırakır. Çocuk acıyla yere düşüp kıvranmaya başlar. Jin Ki ise yüzünde çapkın ve kendinden emin bir gülümsemeyle az ötede durmuş bu kavgayı izleyen, onu alkışlayıp boynuna atılarak karşılayan süslü kızın omzuna kolunu atarak yürümeye başlar.

O sırada yere düşmüş olan çocuk son bir gayretle seslenir:

“Sen bir zavallısın Jin Ki! Annenin ne olduğunu bütün okul biliyor!”

Jin Ki’nin yüzündeki gülümseme bir anda silinir. Suratı korkunç bir öfke ile dolarken Jin Ki sert bir hareketle geri dönüp yerde yatan çocuğun üzerine çullanır:

“Ne dedin sen?? Ne dedin haa??”

Jin Ki birbiri ardına yumrukları indirirken kız çığlıklar atmaktadır; çevreden koşup gelenler Jin Ki’yi yerdeki çocuğun üzerinden ayırırlar. Jin Ki “Bırakın  beni!” diye bağırmaktadır. Birden az ileride yüzünde bir tiksinti ifadesi ile kendisini izleyen az önceki tiyatro hocasını görürüz. Jin Ki onu görünce donup kalır.

Sahne 19 (Amfi) Ders anlatan hoca: “Evet bugünlük bu kadar,” deyip dersi keser; amfide eşyalarını toplayıp ayağa kalkan öğrencileri görürüz. Berna dilini hafifçe çıkarmış, harıl harıl bir şeyler yazmaya devam etmektedir. Birden yanından geçmekte olan öğrencilerden biri, sıranın üzerinde durmakta olan kalemliğine çarparak onu yere düşürür. Berna yerinden kalkmak üzere hamle yaparken bir başka elin kalemliğe uzanıp onu yerden aldığını görürüz. Kalemliği Berna’ya uzatan kişi, tatlı tatlı gülümseyen Min Hee’dir.

“Merhaba,” der Min Hee. “Sen exchange öğrencisisin galiba.”

“Evet, nasıl anladı sen?” der Berna hayretle. Min Hee güler:

“Eh, pek zor olmadı…” deyip yüzünü işaret eder. Berna güler. Sonra iki kız birlikte yürümeye başlarlar. Min Hee:

“Peki nereden geldin?” diye sorar. Berna “Türkiye” deyince heyecanla:

“Ah, benim bir arkadaşım geçen yaz gitmişti… Anlata anlata bitiremiyordu. İstanbul çok güzelmiş,” diye cevap verir. Berna sevinçle:

“Ben de İstanbul’dan geliyor!” der, “Evet, İstanbul çok güzeldir.”

Sonra kendi kendine Türkçe: “Sonunda Türkiye hakkında gerçekten bir fikri olan biriyle tanıştım, yaşasın!” diye sevinir.

Sahne 20 (Dış mekan) Min Hee ve Berna okul binasından çıkmış, konuşarak yürümeye devam etmektedirler. Min Hee:

“Korece’yi çok iyi konuşuyorsun,” der, “Nerde öğrendin?”

“Okulda. Üç sene boyunca ders aldı ben. Ayrıca Kore’ye karşı her zaman büyük bir ilgim olmuştur,” der Berna. Min Hee sevinç-hayret karışımı bir ifadeyle:

“Ah, ne hoş… Peki neden?” deyince:

“Şey, benim dedem…” diye söze başlar. Fakat sözünü tamamlayamadan karşısında Jung Woo’yu görünce şaşkınlıkla duraklar. Jung Woo’yu gören Min Hee de sevinçle:

“Oppa? Sen burda ne yapıyorsun?” diye ona doğru koşmuştur bile. Jung Woo da iki kızı birlikte görmekten dolayı şaşırmış, biraz da sıkılmış gibidir. Boğazını temizler:

“Ehem… Şeyy, ben, burdan geçiyordum sadece…” diye ağzında bir şeyler geveler. Sonra Berna’ya bakar:

“Alışveriş etmek istediğini söylemiştin. Seni süpermarkete bırakabilirim.”

Min Hee şaşkınlık içinde bir Berna’ya, bir Jung Woo’ya bakar.

“Siz tanışıyor musunuz?” diye sorar. Jung Woo:

“Şey, biz…” diye bir şeyler gevelerken Berna atılır:

“Dün benim çantamı çaldılar! Jung Woo-sshi bana yardım etti. Böyle biz tanıştı.”

Min Hee heyecanla:

“Aman Tanrım, çantan mı çalındı?? Çok üzgünüm,” der Berna’ya, sonra da gözlerinde hayranlık pırılıtılarıyla Jung Woo’ya döner: “Oppa, çok cesursun!”

Jung Woo bu şekilde anılmaktan dolayı biraz sıkılmış gibidir:

“Çantayı alıp kaçan adamı yakalayamadım ama…” diye mırıldanır. “Her neyse…” Tekrar Berna’ya bakar: “Süpermarkete gidiyor muyuz?”

“Uzak mı?” diye sorar Berna. “Ben aslında eve dönüp uyumak istiyor. Dünden beri çok yorgun ben…”

Sonra abartılı bir hareketle esneyerek:

“Dün gece hiç uyuyamadı ben… Bir hırsız da gece odama girdi…”

Jung Woo yüzünde bir dehşet (“ne saçmalıyo bu kız yaaa?? Hırsız mı olduk şimdi de…”) ifadesiyle ona bakarken Min Hee üzüntüyle:

“Aman Tanrım, bir hırsız da gece mi geldi?? Berna-sshi, çok şanssızsın! Aslında biz Koreliler böyle değilizdir, sana hep kötü insanlar denk gelmiş…”

Berna sırıtarak Jung Woo’ya bakar. Sonra Min Hee’ye döner: “Evet, hep kötü insanlar denk geldi… Ama olsun, bugün iyi bir insanla tanıştı ben…” Böyle deyip Min Hee’yi işaret eder.

Jung Woo konuşulanları hiç duymamış gibi asık bir yüzle:

“Süpermarket aşağı sokakta. Gitmek istersen kendin bulursun!” deyip arkasını dönerek yürümeye başlar. Min Hee onun gitmekte olduğunu görünce telaşla “oppa!” diye arkasından koşturur. Sonra Berna’yı hatırlar, arkasını dönüp el sallar: “Berna-sshi! Tanıştığımıza çok sevindim, yine görüşürüz, tamam mı??”

“Ben de çok sevindi! Yarın görüşürüz!” diye Berna da el sallar. Sonra Min Hee’nin Jung Woo’ya doğru sokulduğunu, ikisinin birlikte yürümeye devam ettiğini görünce bir süre meraklı meraklı onları izler: “Allah Allah? Bu ikisi sevgili mi yoksa? Tesadüfe bak yahu!” Sonra omuz silker (Aman canım, bana ne?) ve kendi yoluna gider.

Sahne 21 (Süpermarket) Berna’nın elinde market arabasıyla süpermarket rafları arasında sevinçle dolaştığını görürüz. Bir yandan da telefonla konuşmaktadır: “Param geldi babacığım, çok sağol! Seni çok seviyorum, mucuk mucuk!”

Sonra telefonu kapatır, kendi kendine neşeyle gülümser: “Oh be, dünya varmış! Şimdi şöyle doğru dürüst bir şeyler alayım da, akşam yemeğimi kendim pişireyim… Hem Sun Yong’la Jin Ki’ye de ikram ederim; zavallıcıkların karnı düzgün yemek görsün!”

(Arka fon: Türk Marşı’nın neşeli bir versiyonu; hızlı çekim) Berna raflar arasında dolaşıp yiyecekleri incelemekte, bazı konservelerin arkasını heceleyerek okumaya çalışmakta, içindekiler arasında tahmin etmediği bir şey görünce gözleri faltaşı gibi açılmakta, balık reyonuna gelip kurbağa dolu bir kap görünce irkilerek geriye kaçmakta, vs. vs. Komik bişiler işte…

Sahne 22 (café) Jung Woo ve Min Hee bir cafede oturmuş cappuccino içmektedirler. Min Hee:

“Son zamanlarda seni hiç göremiyorum oppa,” diye üzgün bir yüzle Jung Woo’ya dert yanmaktadır. “Hatta kızkardeşinle konuştum, o da seninle telefonda bile görüşememekten şikayetçiydi…”

Jung Woo donuk bir yüzle:

“Bu aralar çok çalışıyorum, okuldaki not ortalamamı yüksek tutmam lâzım… Ayrıca şimdiden bir staj bulmalıyım ki yazın okulu bitirdiğim zaman rahatlıkla iş bulabileyim…”

“Oppa, sen zaten bu çalışkanlığınla çok kolayca iş bulursun,” der Min Hee. Sonra masanın üzerinden Jung Woo’ya doğru eğilir, “Kendini bu kadar çok yormamalısın… Yoksa… bugünlerde paraya mı ihtiyacın var?”

Jung Woo kaşlarını çatar:

“O da nerden çıktı?”

“Şeyy… Acaba Ajusshi’nin (Jung Woo’nun babasını kast ediyor) gene kumar borcu mu var? Bak oppa, eğer öyleyse…”

Jung Woo sinirli bir hareketle ayağa kalkar; cebinden bir miktar para çıkarıp masaya koyar:

“Üzgünüm Min Hee, ama gitmem gerek… Kahvenin parasını bununla ödersin…”

Sonra hızlı adımlarla kapıya doğru ilerler. Min Hee arkasından: “Oppa! Bekle! Özür dilerim, seni incitmek istememiştim!” diye bağırır, kalkmak için bir hamle yapar, ama Jung Woo çoktan kapıdan çıkıp gitmiştir. Min Hee hayalkırıklığı içinde sandalyesine geri oturur. “Ah oppa…” diye mırıldanır.

Sahne 23 (Dış mekân) Berna elleri kolları dolu dolu sokakta yürümektedir. İleriden onu gören yaşlı bir adam: “Ah, zavallı kız, kimse yardım etmiyor mu?” diye kendi kendine söylenir. Bu arada Berna sokağın köşesinde bir çöp tenekesinin arkasına gizlenip kafasına peruğunu, ağzının üzerine de bıyığını takmış, kendi kendine “Bu işte giderek daha iyi olmaya başlıyorum” diye sırıtarak tekrar yürümeye koyulmuştur. Yaşlı adam bir defa daha onun geldiği yöne bakınca “hö??” diye kalakalır. Gözlerini ovuşturur. Sonra “Bu göz doktorunun bana yanlış gözlük verdiğini biliyordum!” diye kendi kendine söylenerek kameradan çıkar.

Sahne 24 (Apartman dairesi) Berna yorgun bir biçimde anahtarla kapıyı açar, içeri girer girmez peruğunu ve bıyığını çıkarır. Sonra elindekileri mutfağa bırakır; kendi odasına geçer. Yatağının üzerine oturur. Gözü komidinin üzerindeki iki fotoğraf çerçevesine takılır. Birincisinde annesi ve babası vardır. Gülümseyerek onu eline alır:

“Anneciğim, babacığım, kızınız Kore’deki ikinci gününü sorunsuz bir biçimde geçirmeyi başardı! Şimdi odamı da bir düzenlersem değmeyin keyfime!”

Sonra ilk çerçeveyi bırakınca gözü diğer çerçeveye takılır. Çerçevede eski, siyah-beyaz bir fotoğraf vardır. Fotoğrafta yirmi yaşlarında bir adam, kucağında bir bebekle gülümsemektedir. Berna bu fotoyu da yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle eline alır:

“Merak etme dedeciğim, seni de unutmadım,” diye fısıldar. “Şu işlerimi yoluna koyayım, sana söz veriyorum, seni görmeye geleceğim!”

Sonra, sağ elinin orta parmağındaki taşlı yüzüğü okşar…

(Yine neşeli Türk marşı gir), hızlı çekim, Berna valizlerini boşaltır, yerleri siler, odasına posterler asar. En sonunda da yorgun ama neşeli bir gülümsemeyle sırt üstü kendini yatağa atar:

“Eh, şimdi şöyle sıcacık, bol köpüklü bir banyoyu hak ettim!”

Sahne 25 (Dış çekim, Apartman dairesi) Jung Woo elleri ceplerinde, sıkıntılı bir şekilde yolda yürümektedir. Telefonu çalar. Açıp:

“Alo,” der, “N’aber Hyo Ju? Evde durumlar nasıl? Babam başka sorun çıkarmıyor, öyle değil mi? Merak etme, o borcu da en kısa zamanda kapatacağım… Evet, aklımda bir şeyler var… Sen kendini üzme… Annemi de benim için öp…”

Telefonu kapatınca derin bir nefes verir, sıkıntılı sıkıntılı kaşlarını çatıp ileriye bakar. Sonra yürümeye devam eder.

Evde Berna’yı havlusuna sarınmış, banyoya girerken görürüz. Neşeli bir melodi ile ıslık çalmaktadır. Küvetteki suyun sıcaklığını ayağıyla kontrol eder, sonra keyifle havlusundan sıyrılıp küvete girer.

Apartman kapısının açılıp Jung Woo’nun girdiğini görürüz.

“Sun Yong?? Jin Ki?? Berna??” diye seslenir. Kimse cevap vermeyince evde yalnız olduğunu düşünüp odasına yönelir.

Berna ise banyoda müzik (Beethoven Virus OST – Shaking Love) dinleyerek köpüklü küvette keyif yapmaktadır. Suya dalar, tekrar çıkar, köpükleri üfler, falan…

Jung Woo üstündeki gömleği çıkarır, üstü çıplak bir biçimde elinde havlusuyla banyoya yönelir.

Bu sırada Berna da keyfi bitirmiş, küvetten çıkmak üzere ayağa kalkmıştır.

Jung Woo dalgınca banyo kapısına elini atar. Kapıyı açar. Birden kamera, tam karşıda ayakta dikilmekte olan Berna’nın gözlerine zum yapar. Berna’nın gözleri kocaman olur, çığlığı basar:

“HİYAAAAA!”

Jung Woo derhal kapıyı kapatıp irileşmiş gözlerle kapıya yaslanır. Hızlı hızlı nefes alıp verir, zorlukla yutkunur. Görüntü, onun dehşetle dolu yüz ifadesinde donar.

Bölüm sonu

Kapanış Müziği: Lee Han Na_Prologue

About hikaruivy

a big fan of shoujo animes/jdramas/kdramas loves to eat, write, read and watch!
This entry was posted in Uncategorized and tagged , , , , , , , , . Bookmark the permalink.

51 Responses to 1. Bölüm

  1. Ser_min says:

    Yaaa!!! İkinci okuyuşum olmasına rağmen yinede suratımda kocaman bir gülümsemeyle okumuş oldum. Kulak ve ağız mesafem sıfıra yakındı resmen. Özellikle Jin Ki ile Sun Yong süper ikililer. Berna ve bu ikisi süper uyumlular ben onlara baya güleceğim gibi 😀
    Develer, haremler, fes ve bıyık olayları ve tabikide Börney muhabbeti beni yıktı geçti.
    Hala aklıma geldikçe gülüyorum ve yine gülüyorum.

    Ellerine sağlık canım. Ben 4 gözle devamını bekliyorum 😛

    Bu arada teşekküre gerek yok büyük zevk alarak yaptım ben 😉 Her zaman yardımada hazırım 😉

    • hikaruivy says:

      Yihuuuu, ilk yorum!!! 😛 Çoook teşekkürler ser_min’cim! 😀 Ah keşke mümkün olsa da, o develi sahnelerde çaldığını hayal ettiğim iki saniyelik arabesk müziği, devenin Berna’nın ayakları altında salınmasını falan da yazıya dökebilsem… Ama bişeyleri okuyucunun hayalgücüne bırakmak zorundayım mecburen 😛

      Jin Ki ve Sun Yong’a ben de çok gülüyorum. Hatta sonraki bölümlerde bizi daha da çok güldürecekler. Üstelik aktörleri ve o mimiklerini hayal edince daha bir komik oluyor 😀

      Öperim çingu’cum! 😉

      • Ser_min says:

        Sen merak etme Çingum ben öyle bir hayalgücü ile okuyorum ki bizimkilerin (karakterlerin yani) Feleği şaşıyor nihahaha 😀 Hatta belki zaman zaman abartıya bile kaçabiliyorum.

        Beni pc başında bunu ilk okuduğumda gören annem;
        Yine mi aklını yedi bu kız. Ne yapacağım ben seninle. Kızım olsun çok istedim ama aklı tam olaydı ne var.

        Diye zerzenişlerde bulundu 😀 Durup durup kendi kendime gülüyorum. Daha ne olsun :D:D

        Bende öperim komacan 😉

  2. akira says:

    çoook beyendim ellerine sağlık devamını sabırsızlıkla bekliyorum hem akıcı hem komik bizi çok merakta bırakma 🙂

    • hikaruivy says:

      @Akira: Güzel yorumun için teşekkürler Akira! Senaryo gibi yazınca akıcı olması daha kolay oldu galiba 🙂 Boş vakit bulduğum her dakka yazıyorum, o yüzden sizi fazla bekletmeyeceğimden emin olabilirsin 😉

      @Ser_min: Çok güldürdün beni Çingu, Allah da seni güldürsün 😀 Bilgisayar başında kendi kendine kıkırdarken seni hayal ettim de bir an; annene hak vermeden edemedim 😀 Aynı şeyi ben de yapıyorum yalnız, hatta abartıp yolda yürürken bile hikâyenin komik sahnelerini düşünüp kendi kendime kıkırdadığım oluyor; işte o anlarda yanımdan gelip geçenlerin surat ifadesini bir görmen lazım 😀 eheh…

      • Ser_min says:

        Oooo sen benim yanımdan geçenleri sorma. Eğer tam daydreaming anıma gelmişlerse kaç kişi gördüm ki çocuklarını yanımdan uzaklaştıran 😀

        Bu kendi kendine , durup durup, kıkırdama olayı çok fena çok 😀 Birde bende bu alışkanlıktır biliyor musun?

        Bir monolog ile başlar, bir sahneye kayar ve kayış kopar 😀

        Bazen ben bile deli müyüm, değil miyim cevap veremiyorum. Ancak anormal bir insan olduğum gerçeğini artık saklayamayacağım :D:D

  3. kimbapsushi says:

    hikarum sonunda yahu, kaç gündür bakıyorum ses seda yok. hemen takip ettiklerime ekliyorum hemen burayı da^^
    mailden yorumlarımı yazmıştım biliyorsun ben çoook beğendim.
    bir kere çok eğlenceli, karakterler çok şeker, bazı anlar direkt gözümün önünde canlandı. hele o hayallerin cam kırıklarıyla parçalandığı yere bayılmıştım. sana da dedim en sevdiğim yer bizim kızın yakışıklılarla tanıştığı gün yaşanılanlardı. berna’nın arada türkçe kendi kendine konuşmaları ve diğerlerinin olaya “koreli” kalması da pek eğlenceli^^
    jang’a çapkın, seung ki’ye şeker çocuk, minho’ya soğuk nevale haller de cuk oturmuş.

    eline ve emeğine sağlık canımcım, ayrıca rica ederim her daim yardıma hazırım^^
    bir sonraki de gelsin hemen, merakla bekliyorum:)

  4. kimbapsushi says:

    bu arada yan kısmı yeni okudum, demek ingilizce’si de yolda ha süpersin^^

    • hikaruivy says:

      kimbap’cım, şeker dostum, bu güzel yorumlar için çok teşekkür ederim 😀 aynen dediğin gibi geun suk’a çapkın, seung ki’ye saf, şeker haller, min ho’ya da asık suratlı olmak fazlasıyla yakışıyor. her birinin mimiklerini görmüş gibi yazabiliyorum 🙂 zaten onları seçme sebebim buydu. (ayrıca bunu ilk defa yapıyorum. meğer gerçekten yüzünü, mimiklerini bildiğin birini bir hikaye kahramanına dönüştürmek çok eğlenceli oluyormuş! 😀 )

      ingilizce’sini de özellikle uzak doğulular için yazıyorum; sanırım böyle bir hikaye onların da ilgisini çekecektir. yani klasik kore dramalarının olay örgüsünü kullanan, ama olaya egzotik tatlar katan bir hikaye gibi gelir bu onlara heralde 🙂 maksat türk kültürünü de biraz tanıtmak tabii, ahaha 😀 bakalım artık, kısfmet 😀

      ayrıca en geç haftasonuna kadar ikinci bölümü de düzenleyip yayınlayacağım.

  5. koredelisi says:

    Vay vay sonunda yeni yazı dizimiz başlamış… Hikarucum yazıyı okudum bitti ama ben hala sırıtıyorum çok iyi olmuş ellerine sağlık;)
    Kızın çocuğun üstüne atlamasına bayıldım hıhahhaha, isim muhabbetide güzel olmuş. Helede deve, çol, dansöz muhabbetide çok orjinal olmuş:D
    İkinci bölümü sabırsızlıkla beklicem kolay gelsin cingu;)

    • hikaruivy says:

      Çok sevindim koredelisi! Sizi eğlendirmeyi başardım demek, yaşasın ^^
      Berna’nın çocuğun üstüne atlaması benim de çok kıkırdayarak yazdığım bir sahneydi 😀 Hele alttaki zavallının Lee Min Ho olduğunu hayal etmek epeyce eğlenceliydi! 😀 😀

      Sürprizlerimiz devam edecek, nıhahah 😀

  6. winpohu 'ca says:

    çok eğlenceli olmuş .hayal edebiliyorum ya onların mimiklerini ve bir kısmı da benim hayal gücüme bırakılmış bu nedenle çok hoşuma gitti .komik olması en iyi yanı .tebrik ederim .ben artık takipçisiyim bu senaryonun 🙂

    • hikaruivy says:

      heyoo, bir takipçi daha kazandık 😀
      komik olması işin olmazsa olmazıydı zaten şekerim. bana bay geliyor öyle ağlak, ağdalı senaryolardan… romantik komedi diye yola çıkıyorsan komedisine önem vereceksin kardeşim, bizde böyle 😀 hem ayrıca kore’ye gitmiş bir türk/üç erkekle yaşayan bir kız/doğu-batı geyikleri/dil bilmeme, anlamama vs. konularından o kadar çok komedi yaratılabilir ki, ben sadece az bi miktarda kullandım 😛

  7. Lee says:

    Evet sonunda yorum yapmak için burdayım 🙂
    Öncelikle Hikaru tebrik ediyorum seni Çingu. Bu kadar uzun 3 bölümü kısa zaman aralıklarıyla verdin ^^

    Madde madde gideceğim bundan sonra..

    1. Hani bildiğim resmen 1 bölümlük senaryo çıkar bu bölümden. Bir saatlik Kore dizisi kıvamında ^^

    2. Karakterlerin hepsini sevdim. Zaten Jang hariç diğerleri sevdiğim oyuncular. Jung Woo ve Jin Ki yüzünden Sun Yong sanki biraz geride kalmış gibi ama onun özel bölümleri var 🙂 En sevdiğim oyuncuyu geri plana atmışsın, küstüm gidiyorum diyecektim 😀

    3. Müzikler gerçekten çok hoş. Özellikle Golden Pops. Yalnız indirmeden dinleme olayı olmuyor maalesef. En azından ben de öyle. Ben yükleyip ya da 4shared gibi sitelerden vermeyi düşünüyorum. Şarkı linkine tıkladığımda indiriyor bende.

    4. Çantalarının çalınması sonucunda Kore ile ilgili ufakta önyargı oluşmasını bekledim ama olmadı. Olsun, Berna farklı bir insan 🙂

    5. Ev sahibine yakalanacak mı onu merak ediyorum açıkçası. Bir de gıcık yan komşuları sürekli dünya kupasından bahsediyor haha. Sevdim ama ben onu 🙂

    6. Dilin güzel, sıkılmadan okuyorum şahsen. Yağ gibi kayıp gidiyor. En önemli kısım aslında bu. Betimlemeler, hayaller filan güzel oldu mu, hikaye bittiğinde upuzun olsa bile “aa hemencecik bitti” deriz. İşte ben de, senin hikayende böyle diyorum bölümler bittikten sonra.

    7. Jung Woo ve Jin Ki’nin aile durumlarına da gireceksin gibi duruyor. Merakla bekliyorum o sahneleri. Ben de hikayemde geçmişe filan gideceğim ara ara. Temelin daha da sağlam olmasını sağlıyor. Aynı zamanda da hikayeye daha fazla lezzet katıyor 🙂

    Geç yorum yazdığım için kusura bakma. Her bölümü 3 kez okudum ama. Yorum kısmına gelince sağlıklı kafayla yazmak istedim, şu zamana kısmetmiş. Bundan sonra aksatma yapmam ama 🙂

    ^^

    • hikaruivy says:

      @lee: waow! beklettiğine değdi lee’ciğim, ne uzun bir yorum bu böyle! ellerin dert görmesin 😀

      müziklerin tıklayınca açılmamasına şaşırdım doğrusu… bende başka bir pencerede açılıyor halbuki 😦 bir daha bakayım ben şuna…

      jung woo ve jin ki’nin aile durumuna gireceğiz, evet. çok yakında! 😀 ve evet, bence de bir karakteri belirleyen en önemli şeylerden biri, geçmişidir. bakalım jung wo ve jin ki niye böyle aşırı disiplinli / çapkın tipler olmuş 😀

  8. mydestiny says:

    Merhaba hikaru!

    Senaryonu keşfetmiş bulunuyorum! Türk&Kore ortak kültür senaryosu çooook güzel olmuş. Bayıldım! Oyuncular da şahane. İlk bölümü çok eğlenerek okudum. Özellikle Jin Ki – Sun Yong ikilisi ve geyikleri süper! Okurken hayalimde canlanan dizi çok matrak, çok güzel ya! Ellerine sağlık mı demeliyim bilemedim ki 😀 İlham perileri seninle olsun^^ 2. Bölümü yarın okuyacağım^^

    • hikaruivy says:

      Merhaba destiny! Sağol canım, çok sevindim beğendiğine 😀 Evet, Türk&Kore ortak yapımı bir dizi biz Türk izleyiciler için çooook eğlenceli olurdu diyerek yazmaya başlamıştım, hala da devam ediyorum 🙂 Eğlendirebildiysem ne mutlu ^^ Sevgiler, iyi okumalar ^^

  9. masalevi says:

    merhaba hikaru, hikayeni okumaya bugün başladım, öncelikle bizleri neredeyse hiç tanımayan Korelilere Türkleri gerçek anlamıyla tanıtabilecek bir hikaye yazma fikri gerçekten çok hoş, tebrik ederim. hikayene gelince, dili gerçekten çok akıcı, ilk bölüm bir anda bitti ben anlamadan:) sonraa, hikayende komedi unsurunu bol bol kullanmışsın süper olmuş, berna’nın deve üzerindeki hayali falan çok komikti:) son olarak karakterlerin üçüne de bayıldım, iyi bir cast seçimi yapmışsın, tekrar tebrikler:)

    • hikaruivy says:

      hoşgeldin masalevi! teşekkürler canım, lee’nin aklımıza sokmasıyla başladı bu hikaye yazma olayı, halen de devam ediyor 🙂 yalnız ingilizce’ye çevirme işi, tembelliğimden dolayı şimdilik hiçbir ilerleme kaydedemedi 😀 cast’ı sevmene sevindim; benim de en sevdiğim genç aktörler arasındadır bu üçlü. ayrıca rollerine yakıştıklarını düşünüyorum: somurtuk min ho, çapkın geun suk ve saf seung ki 😀 😀

  10. zümrüt öztürk says:

    koredelisi bu dizi gerçekten varmı yoksa senmi yazdın anlamadım int. aradım bulamadım

  11. MsSsushi says:

    wuuhuuu_!!!
    süperdiii bnce anlatımın da ayrı bi hoşuma gitti gözümde canlandırdım her sahneyii bi de ben berna yerine hazal kaya’yı tercih ederdim ama ben yazmıyorum malum^^.)

    • hikaruivy says:

      @MsSushi: teşekkür ederim ^^ Hazal Kaya da güzel bir tercih olabilirmiş cidden; biraz boy yönüyle aktörlerimizin yanında kısa kalmakla beraber hoş bir kızdır kendisi… anlatımı beğenmene sevindim; eğlendirebildiysem ne mutlu 🙂 sevgiler ^^

  12. MsSsushi says:

    aman ztn koreli kızlarda pek uzun sayılmazlar..:DD
    neyse ben diğer bölümleri okuyayım ama önce tahminlerimi sunmak istiyorum bi kere bnm oppam(minho) ile berna(börney adı süperddii orda koptum:D) arasında birşeyler olacağı kesin..sonracığıma bu bernanın kız old. bunların aksi komşuları tarafından fark edilecek ilerleyen bölümlerde ya da tam fark etme eşiğine gelecek..:))
    ….^^.)

  13. egeee says:

    son bölüme kadar bir günde okudum dün gece sonra gözlerim şişti tabi 😀
    kore’de öğrenci olup bu çocuklarla tanışma hayali bile çok güzel 🙂
    hikayeyi gerçekten çok beğendim.ayrıca festivaller,kore’deki tarihi eserler falan bayaa ciddi bi araştırmayla yazmışsın seni gerçekten takdir ettim 😀
    yine de söylemeden geçemicem 2 karakterini farklı oyuncuları hayal ederek okudum.
    1) Sun Yong için sürekli gözümün önüne Lee Hong Ki geldi 😀
    2) Berna için de Selin Şekerci (melekler korusun’un deli özgür’ü) gözümün önünden gitmedi 😀
    eline emeğine sağlık çok güzel bir iş olmuş 😀

    • hikaruivy says:

      @egeee: teşekkürler sevgili ege, hikayeyi gözlerin şişme pahasına bir defada okuyacak kadar beğenmen beni çok mutlu etti 🙂 🙂 evet, epeyce araştırma yaptım, ama zevkle yaptım, çünkü kore ilgimi çeken bir ülke ve kültür.

      ayrıca çok ilginç bir şey söyleyeceğim, sun yong için benim de aklıma gelen ikinci isim lee hong ki’ydi. ama jang geun suk varken o da olursa hikayenin fazlasıyla you’re beautiful’u çağrıştıracağını düşünüp lee seung ki’yi seçtim. seung ki’nin aptallaşma mimikleri de dillere destan ne de olsa 😀 selin şekerci ise cidden neşeli tatlı kız rollerine çok uygun bir aktris. o da berna rolünde olabilirmiş 😀 artık kısmet başka hikayelere 😉 yorumun için tekrar teşekkürler, sevgiler ^^

  14. egeee says:

    fırsatım olunca Güneş ve Ay’ı da okucam ama şimdi ders çalışmak zorundayım. 😦
    eminim o da çok güzeldir.insan kore dramalarına bi kere başlayınca arkasını alamıyo zaten klipler,şarkılar,hikayeler ne olsa takip etmeye başlıyo.
    kore konusunda benim de büyük bir merakım ve hayranlığım var.bi fırsatını bulsam kaçıcam oraya ama bulamıyorum 😀

    • hikaruivy says:

      @egeee: ne zaman istersen diğer bloga da beklerim 🙂 kore deliliği konusunda çok haklısın; önce diziler ve filmlerle başladım, şimdi bütün müzik gruplarını falan da bilir ve dinler oldum! sonu gelmiyor bu deliliğin! 😀

      kolay gelsin, iyi çalışmalar ^^

  15. merhaba!!ben tesadüfen gördüm hikayeni( ya da senaryo :D). tek kelimeyle bayıldım!!! müthiş olmuş.okurken eklediğin müzikleri de dinledim,yalnız bu konuda bir önerim olucak,daha fazla müzik 😀 çünkü çok akıcı ve güzel yazmışsın,okurken izlemiş kadar oldum.sahnenin duygusuna uyan daha çeşitli müzikler,şarkılar kullanırsan bence daha da süper olur.Berna karakterini gerçekten çok iyi seçmişsin.çok uymuş.çocuklara bişey diyemiyorum zaten.(Berna’nın Cenneti xD) neyse ben 2. bölüme geçiyim,zaten bu gidişle sabahlarım 😀

    • hikaruivy says:

      @Fatmanur: Blgouma hoşgeldin Fatmanur ^^ Eğlendirdiğime çok sevindim. Müzikler gerçekten de ilk bölümde azdı, ama bölümler ilerledikçe soundtrack’İn epey kalabalıklaştığını göreceksin 😉 Berna’nın cenneti, ahah, bayıldım bu lafına 😀 Sana iyi okumalar, iyi eğlenceler ^^

  16. makinosev says:

    Hikaruivy-şi öncelikle hikayenin konusu süper, rüyalarımızdaki mizanseni yaratmışsın 😀 bir de senaryo kalıbını kullanarak öykünü yazdığını görünce “işte bu” aradığım yöntem bu dedim, internetten senaryo nasıl yazılır şeklinde aramalarım hala sürüyor, zaten sen de daha önce bir yazının yayınlamıştın 🙂 ben de istiyorum öyle yazmak mana ne mana ne 😀
    ilk gözüme çarpanlar;
    -börney dediğin anda yerlere yattım,
    -parantez içi jin ki’nin facebook fotosunu koymanla sanki cidden orda foto varmışçasına kahkalara boğuldum 😀
    -barney erkek ismi değil mi? -barney değil bernaaaa!! diyalogları
    – bir lee min ho’nun bernayı postalamaya çalışırken , triple dizisindeki gb diğer elemanların ona sahip çıkması, tam kalbimden yakaladın, sen bunu yazarken belki daha izlememiştin o diziyi, neyse 😀
    – şarkılar çok eğlenceli, sürekli dinliyorum 😀
    – en önemlisi dil olayını çok iyi yansıtman, nerde türkçe nerde ing yada korece çok iyiy anlatmışsın… yadım bunları ders notlarıma 😉

    gülmeyene parası iade demiştin bir yerde bana, cidden öyle ilerliyor dizi! aman öykü 😀

    • hikaruivy says:

      @makino: yaşasınnnn! makinocum geldi, heyooo ^^

      çok teşekkür ederim canım, başının etini yiyip sana zorla yorum yazdırmşm gibi hissetsem de bundan pişman değilim (hehe :P) 😀 sen de çok güzel değerlendirmişsin aklımdakileri. ben de bunu yazarken daha önce hiç senaryo görmemiştim (cahilim ben abla :P) ama aşağı yukarı böyle bişey olacağını düşündüm. sonra hakikaten D&R’larda Cem Yılmaz’ın Yahşi Batı’sının falan senaryosuna rastladım; olayların böyle betimlendiğini görünce bir sevindim bir sevindim ki anlatamam 🙂 Tabii o senaryolarda mekan, her sahnede kaç kişi ve kimler olduğu falan da yazıyordu; ama ben o şekilde yazarsam okuma keyfi düşer diye düşünüp biraz daha hikayemsi bir hale getirmeye çalıştım…

      barney-börney-berna geyikleri çok kıkırdayarak yazdığım yerlerdi. jin ki’nin resmini hayal ederken ben de gülmekten öldüm: koreliler kendileri pek fark etmese de dışarıdan “kız gib oğlan” yakıştırmasına çok maruz kalıyorlar, bunu yazmasam olmazdı 😀 bu arada min ho’nun kızı postalamaya çalışırken diğerlerinin sahip çıkması cidden triple’a çok benzer olmuş!o_O Oh May Gat, yeni fark ettim!! Evet, o satırları yazarken Triple izlememiştim daha… Vay beee….

      Gelecek yorumlarını da merakla bekleyeceğim canım ^^

      • makinosev says:

        okulun bize kazandırdığı en önemli şey galiba makale tekniği, baksana senaryo daha görmeden benzerini yapmışsın, aklın yolu bir demek ki 🙂 diğer bölümlerle ilgili yorumlarımda olacak 😉

  17. makinosev says:

    okulun bize kazandırdığı en önemli şey galiba makale tekniği, baksana senaryo daha görmeden benzerini yapmışsın, aklın yolu bir demek ki 🙂 diğer bölümlerle ilgili yorumlarım da olacak 😉 notlarımı ala ala gidiyorum buarada, ben de şöyle yapayım şunu da şuraya koyayım vs 😀 😀

    • hikaruivy says:

      vuuu, süper! ^^ heyecanla bekliyorum çingucum 🙂 kafanda hikayenin taslağı oluştu yani, öyle mi? oyuncular belli mi peki? kaç bölümlük bir şey düşünüyorsun? çok soru sordum ama meraktayım napiyim 🙂 😀

  18. makinosev says:

    so ji sub ve berrak tüzünataç diye düşünmüştüm sonra vazgeçtim, esas kız hayali bir karakter olacak 😀 kıskandım n’apiim 😛 ayrıntıları sana özelden atacağım sorularla öğreneceksin zeten, sen hiç merak etme 🙂

    • hikaruivy says:

      ahaha, çok şekersin yav 😀 😀 kıskandın demek 😀 😀 o zaman şöle yapalım, esas kızı öyle bir tarif et ki sana benzesin, tımam mı? 😀 çok meraklandım cidden, mailini heyecanla bekliyorum ^^

  19. akustik says:

    @makinosev ; hikayene başlayınca bana da haber eder misin?

    Hikaruuu, benim garip bir alışkanlığım var yemek yerken (eger yalnız yiyorsam) ya kitap okuyorum, ya da film dizi izliyorum. Biliyorum pek iyi bir alışkanlık değil ama.. Bu gün burayı yeniden okumak istedim ve yine kahkahalar attım. Kanında var olacak insanın senaristlik :)) Bir gün senin bir senaryonu dizileştirmek isityorum, hatta gelip “bize yeni bir senaryo yaz, cekelim” demek istiyorum. ^^

    • hikaruivy says:

      @akustik: ben de öyle yapıyorum canım; o yüzden kilo aldım yaa 😛 haha, demek ikinci sefer de güldürebildim, aferin bana 😀 sen yeter ki film çekmek iste, ben bütün hünerimi konuşturup senaryolar yazarım sana! 😀 😛 senin hikaye işi n’oldu bu arada? bir gelişme var mı?

    • makinosev says:

      Tabiki de haber veririm 🙂 Hikaruivy’den öğrendim bloğunu 😉

  20. Merhaba Hikaru @masalevi’nin sayfası sayesinde eğlenceli hikayenin kucağına düştüm bende (: Resmen kahkahalar atarak okuduğum bölümler için anneme yer yer açıklamalar yapmak zorunda kaldım (: İsimler konusunda hala sıkıntı içindeyim kim kimdi diye arada başa dönmeme rağmen çok eğlenceli ve akıcı bir hikayeydi. Kamera açılarına kadar girerek olayları anlatman okul günlerime dönmemi sağladı. Sayfanın alt kısmından storyboard çıksa şaşırmayacaktım 😀

    Ellerine sağlık…

  21. eskaymak says:

    Hikayenin konusu çok hoşuma gitti. Keşke böyle bir dizi çekseler demeden geçemeyeceğim 😀
    Sondaki banyo olayını okurken aklıma my girl de yoorin’in banyoda düşüp gong chanın ona yardım ettiği sahne geldi 😀

    Kamera, sahne gibi kelimeler biraz dikkatimi dağıtsa da :S Gerçekten hoş bir hikaye.
    Elinize sağlık 🙂

    • hikaruivy says:

      @eskaymak: teşekkür ederim sevgili eskaymak. banyo olayı benim de ilk kez my girl’de gördüğüm, sonra çok sık izlediğim (en son coffee house’ta da vardı!) bir kore dizisi klişesiydi, eklemeden edemedim 🙂 bir de hikaye değil, biraz daha senaryo formatına yakın bir biçimde yazdığım için sahne, kamera gibi terimler var maalesef, dizi izler havası yaratmaya çalıştım ama okuma keyfinizi azalttıysam özür diliyorum. sevgilerimle ^^

  22. superisi says:

    Öncelikle merhaba

    Hikaye çoktan bitmiş ama ben yeni okumaya başladım. Bakalım neler düşünmüşüm?

    1- Önce konusu çok güzel. Bir zamanlar ben de bir değişim öğrencisi olduğum için Berna’nın neler yaşadığını anlayabilirim. Ancak kendisi çok şanslı. Çünkü Kore’de Türkiye gibi çok rahat bir ülke değil.

    2- Karakterlere oyuncular seçmişsin. Bence bunun avantajları olduğu gibi dezavantajları da çok fazla. Ben mesela Berna’yı daha farklı bir karakter olarak düşündüm. Lee Min Hoo’yu da hiç sevmem ayrıca ama o role uygun biri olmuş. Ben şahsen oyuncuları seçmemeni tercih ederdim. Biz nasıl düşünüyorsak, hayal gücümüzle onu canlandırmalıyız diye düşünüyorum. Yani bunu okuyucunun hayal gücüne bırakmak her zaman daha iyidir.

    3- Geniş zamanlı anlatım kullanmışsın. Açıkçası geniş zamanlı anlatımdan nefret eden biriyim. Sanki olay o an yaşanıyormuş gibi değilde olay olup bitmiş ve birisi bana anlatıyormuş hissine kapılıyorum her seferinde. Ancak senin hikayeden çok bir senaristtin elime tutuşturduğu senaryo gibi. O nedenle bunda sorun yok. Bir diğer mevzu da betimlemeler… Senaryo tarzında yazıldığı için betimleme azlığı falan beni pek rahatsız etmedi.

    İlk bölüm için benim gördüklerim genel hatlarıyla bunlar… Ben de zamanında sayfalarca fanfic yazdığım için yorumun ne kadar önemli olduğunu bilen biriyim. Umarım bunun gibi komedi tarzında başka hikayelerde yazarsın.

    Ellerine sağlık. Görüşmek üzere…

    • hikaruivy says:

      @superisi: hoşgeldin sevgili superisi! kesinlikle öyle, yorum almadan gelişmek mümkün olmuyor, bu açıdan vaktini ayırıp yorum bıraktığın için teşekkür ederim. konunun ilginç olduğunu ben de düşünüyorum, hedef kitlem olan üniversiteli gençliğe (özellikle kızlara! :D) hitap eden bir konu bu. karakterlere oyuncu seçme işi senin de dediğin gibi riskli bir iş. özellikle başroldeki kızımızla ilgili çok eleştiri aldım, haklı olarak… ama bu durumda söylediğim şey “siz nasıl hayal etmek isterseniz öyle düşünün” oldu. ben sadece kendim yazarken gözümde canlananları okuyucuya daha iyi geçirebilmek için isim verdim, yoksa elbette okur istediğini hayal etmekte özgür… geniş zamanlı anlatım, senaryo tekniğine biraz benzesin diye tercih ettiğim bir şey. betimlemelerin azlığı da aynı sebepten 🙂 bu tarzı çok sevmediysen roman formatına daha yakın olan diğer hikayeme (güneş ve ay) yönlendirebilirim seni 🙂 yorumların için çok teşekkürler, sevgiler ^^

  23. seyma says:

    soluksuz okudum süper olmuş ellerine sağlık:))

  24. Büşra says:

    Öncelikle seni tebrik ediyorum … Gerçekten çok güzel olmuş. Ben de Kore’ye gitmeyi istiyorum ., o yüzden bunu görünce çok svindim ve okumaya başladım hiçte pişman değilimi. Beöyle bir dizi olsa izlenme rekorları kırar heralde…:):)

    • hikaruivy says:

      teşekkür ederim büşra. sadece kore’ye gitmek isteyen tüm kızlarımız izlese reyting rekorları kırardık cidden 😀 😀 beğendiğine sevindim, keyifli okumalar dilerim 😉

Leave a comment