7. Bölüm

Tearliner – We Quit Us

Clazziquai – Wizard Of Oz

zitten – because

zitten – feel alright

edward chun – give my love 

Sahne 1 (Ev- dış mekân) Berna’yı odasında görürüz. Yatağa yatmış, kendi kendine sevinçle gülümsemektedir. Gözünün önüne Jung Woo’nun beceriksizce de olsa kendisine “evden gitme…” dediği anlar gelir.

Jung Woo ve Min Hee ise sokakta konuşmadan yürümektedirler. Min Hee’nin evinin önüne gelince dururlar. Min Hee buruk bir gülümsemeyle Jung Woo’nun yüzüne bakar:

“Çok güzel bir gün geçirdim Oppa… Gelmeyi kabul ettiğin için teşekkür ederim…”

“Rica ederim,” der Jung Woo. Sonra söyleyeceği bir şey varmış gibi duraklar. Min Hee merakla onun yüzüne bakmaktadır. Sonunda Jung Woo:

“Şey,” diye söze başlar. “Biz Berna’yla konuştuk Min Hee… Sadece bir buçuk-iki ay daha burada kalacağı için evden taşınmasına gerek olmadığına karar verdik… Sen arkadaşlarına böyle söyle, tamam mı?”

(Tearliner- we quit us) Min Hee’nin yüzünden hafif bir hayalkırıklığı geçer. Ama hemen sonra gülümser:

“Tamam Oppa… Sorun değil… Ben onlara iletirim.”

“Teşekkür ederim Min Hee,” der Jung Woo. “O halde… ee, iyi geceler!”

Böyle deyip beceriksizce Min Hee’ye uzanır, onu yanağından öper. Min Hee yeniden gülümser, ona el sallar. Jung Woo arkasını dönüp sokakta yürümeye başladığı zamansa yüzünde büyük bir hüzün vardır. Jung Woo gidene kadar oracıkta durur, onu izler…

Sahne 2 (Okul) Ertesi gün… Jin Ki kampüste yürümektedir. Birdenbire kampüsün bir köşesinde değişik bir hareketlilik dikkatini çeker. O tarafa doğru birkaç adım atar, neler olduğunu görmeye çalışır.

Sonra birden gözleri hayret ve sevinçle irileşir. Bir an duraklar, sonra şimşek gibi koşmaya başlar.

Jin Ki’nin insanların arasından deli gibi koşarak ilerlemesini izleriz. Kampüs boyunca koşar, koşar. Sonunda Berna’nın bölüm binasına gelir.

Koridorlarda koşarak amfilere tek tek girip çıkar. Bir yandan da telefonunu çıkarmış, Berna’yı aramaktadır. Berna açıp: “Alo” dediğinde Jin Ki onun olduğu amfiye gelmiştir bile. Amfi kalabalıktır, ders bitmiştir ama hoca da öğrenciler de henüz çıkmamıştır. Yine de Jin Ki kalabalığın içinde Berna’yı seçmiştir bile. Telefonu kapatıp yüzünde büyük bir sırıtmayla onun yanına gider.

Berna ise telefonun kapanmasına anlam verememiş, hâlâ “Alo? Alo?” diyerek karşı tarafın sesini duymaya çabalamaktadır.

Birden başucunda dikilen birini fark eder. Başını kaldırınca Jin Ki’yi görür.

“Jin Ki-ya! Arayan sen miydin?”

Jin Ki ise çoktan onun koluna yapışmıştır bile:

“Yürü! Gidiyoruz! Sana göstermem gereken çok önemli bir şey var!”

(Wizard of Oz) Berna: “Dur, dur! Nereye gidiyoruz??” diye sormaya çabalasa da Jin Ki onu dinlemez. Berna’yı kolundan tuttuğu gibi amfideki öğrencilerin ve hocanın şaşkın bakışları arasında kızı koştura koştura amfiden çıkarır.

Binanın dışına çıktıklarında hâlâ koşmaktadırlar. Berna nefes nefese:

“Jin Ki! Jin Ki-ya! Bana nereye gittiğimizi söylemeyecek misin?”

Jin Ki başını çevirir, yüzünde büyük bir gülümseme vardır:

“Sürpriz! Ama emin ol, çok seveceksin!”

Berna dudak büker “hayırdır inşallah?” Ama daha fazla sorgulamadan Jin Ki’yi takip etmeye devam eder. (Zaten Jin Ki hâlâ onun kolundan tutup çekiştirmektedir, istese de takip etmemesi mümkün değildir zavallının…)

Biraz sonra Jin Ki yüzünde büyük bir kıvançla durur:

“İşte burası!”

Berna şaşkınlıkla bakışlarını kampüs binalarının birinin önünde toplanmış insan kalabalığına çevirdiğinde bunların bir grup Türk folklör kıyafetleri giymiş, zeybek oynayan genç olduğunu görür. İçlerinde birkaç tane Türk görünüşlü çocuk vardır, ama çekik gözlü öğrenciler de eksik değildir.

“İnanmıyorum, bu ne?” der Berna heyecanla. Sonra ilerideki standları fark eder, standların birinin üzerindeki pankartı okur: “Hankuk Üniversitesi – Türk kültürü topluluğu”

Berna’nın yüzüne büyük bir gülümseme yayılırken Jin Ki artık saklayamadığı bir övünç içindedir. Neşeyle:

“Hadi gel daha yakından bakalım,” deyip onun elinden tuttuğu gibi zeybek oynayanların yanına kadar götürür.

İki genç bir halka oluşturup folklörcüleri izleyen öğrencilerin arasına karışır, en ön sıraya dikilirler. Jin Ki Berna’nın elini hâlâ bırakmamıştır. Berna’nın yüzündeki sevinci görünce neşeyle gülümser.

“Nasıl? Sizin oraların danslarını özlemiş misin?”

Berna güler:

“Ne yalan söyleyeyim, özlemişim! Bu çok hoş bir sürpriz oldu…”

Sonra Jin Ki’nin gözlerinin içine bakar. Yüzünde minnet ifadesi vardır:

“Çok teşekkür ederim Jin Ki… İyi ki beni getirdin buraya…”

“Bir şey değil,” diye gülümser Jin Ki de. “Sıla hasreti çektiğini söylüyordun ya, biraz olsun yardımcı olur diye düşündüm…”

“Evet, gerçekten işe yaradı!” der Berna da. Onun elini sevgiyle sıkıp gülen bakışlarını yeniden zeybek oynayanlara çevirir.

Jin Ki ise bir süre daha gözlerini onun yüzünden çevirmez…

(Müzik yüksel) İki gencin önce zeybek oyununu izlemesini, hatta Berna’nın figürleri Jin Ki’ye göstermeye çalışmasını (bak böyle yapacaksın), Jin Ki’ninse beceriksiz hareketlerle onu taklit etmeye çalışmasını izleriz. Sonra Türk öğrenciler standına giderler; Berna orada duranlarla tanışır, el sıkışır, konuşur. Standlardaki ikramlardan yerler (Berna Jin Ki’nin ağzına bir lokum atar…) Hatta az ilerideki nargileyi denerler; Jin Ki öksürerek marpucu geri verir. Eğlenceli anlar işte…

(Müzik biter) Sonra, az ileride onları izleyen Jin Ki’nin annesinin yine Berna ve Jin Ki’yi birlikte gördüğünü fark ederiz. Kadının yüzünde düşünceli bir anlam belirmiştir…

Sahne 3 (Ev) Jung Woo bilgisayarda bir şeyler çalışmaktadır. Birdenbire önünde “pop!” diye bir sayfa açılır. Sayfada “yeni diller öğrenmek ister misiniz?” yazmaktadır. Jung Woo ilgisizce sayfayı kapatmak üzereyken dil seçenekleri arasında “Türkçe”yi de görür.

Birden kafasında bir ışık yanar. *Flashback* Berna’nın “Türkçe konuşacak birisini özlemişim” dediği an’ı hatırlar.

Bir an durur; sonra ilâna tıklar.

Sahne 4 (Okul) Berna yüzünde hayattan memnun bir ifadeyle bölümünün kantininde oturmuş bir şeyler okumaktadır. Birden, masasına bir kadın oturur:

“Afedersiniz… Sizinle biraz konuşmamız mümkün mü?”

Berna şaşkınca başını okuduğu kitaptan kaldırır, kadına bakar. Merakla:

“Tabii, buyrun,” der. Kitabın kapağını kapatıp kadının konuşmasını beklemeye başlar. Kadın ellerini ovuşturur, konuya nasıl gireceğini bilmez gibi bir hali vardır. Sonra:

“Ben Jun Eun Kyong,” diye söze başlar, “Jin Ki’nin annesiyim.”

Berna şaşkındır. “Memnun oldum,” diyebilir. Kadın tekrar:

“Sizi sık sık Jin Ki’yle görüyorum, belli ki yakın arkadaşsınız,” diye söze başlar. “O yüzden… o yüzden…”

Bir an durur, sıkıntıyla sağına soluna bakar, sonra:

“Sizden yardım istiyorum,” diye sözünü tamamlar.

Kamera, bu istek karşısında Berna’nın şaşkınlıkla açılmış gözlerini gösterir.

Sahne 5 (Kampüs) Min Hee kampüste tek başına yürümektedir. Yüzü düşüncelidir. Birden arkasından biri:

“Min Hee-sshi!” diye seslenir.

Min Hee başını çevirip baktığında cool bir şekilde onu selamlayan Mert’i görürüz. Min Hee durur, Mert’in yaklaşmasını bekler. Mert onun yanına gelince yüzünde bir tebessümle:

“Merhaba Min Hee-sshi!” diye onu selamlar, “Nasılsın?”

“İyiyim, teşekkür ederim Mert-sshi,” der Min Hee de. “Derse gidiyordum…”

“Benim de dersim o tarafta… Birlikte yürüyelim mi?” diye sorar Mert.

Min Hee “Olur” deyince de iki genç birlikte yürümeye başlarlar. Min Hee:

“Geçen gün için çok teşekkür ederim,” diye söze başlar, “Sayende çok eğlendik.”

“Rica ederim,” der Mert de. “Siz ne zaman isterseniz ben size eşlik etmeye hazırım.”

Min Hee üzgün bir yüzle ona bakar:

“Sanırım bunu bir daha tekrarlamamız mümkün olmayabilir… Jung Woo’nun işleri çok yoğun, bir yandan staj yapıyor, bir yandan mezun olmak için çabalıyor… O yüzden biz pek dışarı çıkamıyoruz…”

Mert bir an “Yaa…” diye durur, sonra omuz silker:

“Olsun… O gelmese de olur… Sen, ben, Berna gideriz, olmaz mı?”

Min Hee şaşkınca ona bakar. Mert’in sevimlice gülümseyerek ona baktığını görünce:

“Şey.. bilmem ki? Olur mu?” diye tereddütle konuşur. Mert kaygısızca:

“Neden olmasın ki?” diye yanıtlar, “Siz bayanlar ne zaman isterse ben emrinize amadeyim! Ben de birlikte gezecek, vakit geçirecek arkadaş arıyorum… Seul yalnız başına gezmek için çok eğlenceli bir şehir değil!”

Min Hee’nin yüzüne hoş bir tebessüm yayılır. Şirin şirin:

“Ah, tamam o zaman…” der utangaçça. Mert de gülerek:

“Tabii ya… Kendi hayatını başkalarınınkine göre yaşamamak lâzım… Hayat, eğlenmek için kalan vakitlerimizi boşa geçiremeyecek kadar kısa. Başkasının zamanının uygun olmasını beklersek, kendi güzel zamanımızı da kaçırırız,” der ve Min Hee’ye göz kırpar: “Değil mi Min Hee-sshi?”

Min Hee şaşkınca kalakalmıştır. Kekeleyerek: “Ee… Şey… Evet, tabii…” diye onaylar onu. Mert gülümser:

“Harika!” der gözleri ışıl ışıl. Sonra önünden geçtikleri bir binayı işaret eder: “Benim dersim burada Min Hee-sshi. Konuştuğumuza çok memnun oldum. Boş bir zamanımızda yine dışarı çıkma işini ayarlayalım. Kendine iyi bak!”

“Görüşürüz!” der Min Hee de ve uzaklaşan Mert’in arkasından el sallar. Yeniden önüne döndüğünde düşüncelidir.

“Kendi hayatını yaşamak…” diye mırıldanır… “Ben bunu yapamıyor muyum gerçekten??”

Sonra düşünceli düşünceli yürümeye devam eder.

Sahne 5 (Okul) Berna ve Jin Ki’nin annesi kantinde oturmaya devam etmektedirler. Eun Kyong, yüzünde üzgün bir ifadeyle hayat hikâyesini anlatmaktadır:

“Ben büyük bir hata yaptım Agasshi… Jin Ki çok küçükken, başka bir adama âşık oldum… Eski kocam, yani Jin Ki’nin babası hayatta işten başka bir şey düşünmeyen bir insandı, beni çok  kez yalnız bırakırdı. Böyle bir anda, başka bir adam çıktı karşıma. Bense gençtim, tecrübesizdim. Onun sözlerine kandım. Oğlumu ve kocamı bırakıp onunla gittim.

Fakat birlikte kaçtığım adamla ilişkim yürümedi. Daha sonra kocama da geri dönemedim. İşsizdim, beş parasızdım. Bir süre kulüplerde çalıştım. İçki içmeye gelen erkeklerle birlikte içki içip muhabbet ediyor, onları eğlendiriyordum. Bu sırada şimdiki kocamla tanıştım. Çok iyi, düzgün bir insandı. Beni hiç yargılamadan sevdi, benimle evlendi.

Bu arada eski kocam öldü. Jin Ki’yi yanımıza almak istedim. Fakat Jin Ki bana karşı öyle büyük bir nefretle dolmuştu ki, yüzüme bile bakmak istemiyordu. Daha lise çağında olduğu halde kendine bir ev tuttu. Benim paramı da istemedi. Babasından kalan parayla yaşıyor.

-gözleri dolar- Bense çok pişmanım agasshi… Oğlumu bıraktığım için çok pişmanım… Onunla konuşmaya, ona ne kadar üzgün olduğumu anlatmaya çok çalıştım. Ama başaramadım… Beni dinlemiyor; bırakın dinlemeyi, benim yüzümü bile görmek istemiyor…”

Bunları nemlenen gözlerle anlatan Eun Kyong, birdenbire Berna’nın elini tutar, hıçkırır gibi:

“Bana yardım edin Agasshi!” der, “Jin Ki’yi benle konuşması için ikna edin! Çünkü görüyorum ki size çok değer veriyor… Size baktığı zaman yüzünde beliren ifadeden anladım ben bunu… Siz söylerseniz sizi dinler. Benimle konuşmaya ikna olur. Kim bilir, hatta belki de… -burada duraklar, gözlerinde umut ışığı yanar- belki de beni affeder!”

Berna ne diyeceğini bilemez halde kalakalmıştır. Bir yandan karşısındaki kadının durumuna üzülmüştür ama bir yandan da tereddüt etmektedir. Sonra:

“Bilemiyorum Ajumma,” diye konuşur, “Sizce sizin bu kadar mahrem bir aile meselenize benim müdahale etmem doğru olur mu?”

“Lütfen!” der kadın yine Berna’nın elini sıkarak. Gözlerinde yaşlar tomurcuklanmıştır. “Eğer işe yaramazsa, söz veriyorum sizi bir daha asla rahatsız etmeyeceğim! Sadece bir kerecik, evet bir kerecik onunla konuşmak, ona olanları anlatabilmek istiyorum! Lütfen bana bu imkânı çok görmeyin…”

Berna sıkıntıyla bakışlarını kaçırır. Bir süre ikisi de susarlar. Sonra Berna sıkıntılı bir sesle:

“Pekâlâ,” der, “Dediğinizi yapacağım. Jin Ki’yi sizinle konuşması için ikna etmeye çalışacağım… Ama bunun için bana zaman vermeniz gerekiyor… Hem bilemiyorum, beni dinler mi…”

“Bugün şansımı bir kez daha denemek istiyorum,” der kadın, “Benle birlikte siz de gelin. Ben onun yanına gittiğim zaman siz de yanımda olun. Sizi görürse bana hakaret edip yanımdan kaçamaz. Lütfen bu dileğimi yerine getirin agasshi, size yalvarıyorum!”

Berna karşısında yalvar yakar olan kadına yüzünde sıkıntıyla karışık acımayla bakar. Sonra derin bir nefes verir:

“Peki… Size yardım edeceğim…”

“Oh! Çok teşekkürler, binlerce teşekkürler!” der kadın. Gözleri yaşlı olsa da yüzünde sevinçli bir gülümseme belirmiştir.

“Yalnız benim şimdi dersim var. Ancak ders çıkışı gelebilirim sizinle.”

“Elbette, siz nasıl isterseniz! Agasshi, gerçekten çok teşekkür ederim, size minnettarım!” der kadın.

Berna ise “bir işe kalkıştık ama hadi hayırlısı…” der gibi bakmaktadır.

Sahne 6 (kampüs) Berna dalgın dalgın kampüste yürümektedir. Birden tam arkasından Türkçe olarak:

“Pardon bayan, bir bakar mısınız?” der birisi.

Berna döner ve Mert’i görür. Mert neşeyle gülümsemektedir. Berna da yorgunca gülümser:

“Türkçe konuşmandan sen olduğunu anlamalıydım…”

“O kadar dalgın yürüyordun ki dikkatini çekmek için sadece ismini söylemek yetmeyebilirdi,” diye güler Mert ve onunla birlikte yürümeye başlar. “Hayrola, ne bu dalgınlık?”

Berna “önemli değil” deyip omuz silker ama Mert:

“Hayır,” der, “Pek öyle görünmüyor… Konuşmak ister misin? Ben çok iyi dert dinlerim!”

Bu lafı öyle sevimli bir tavırla söylemiştir ki Berna elinde olmadan gülümser. Sonra:

“Sana anlatamam, benle ilgili bir mesele değil,” diye açıklar. “Sorun şu ki, bir arkadaşımın bir aile meselesi ile ilgili benden yardım istendi… Ama bunu arkadaşımın nasıl karşılayacağından pek emin değilim…”

“Hımm… Nazik bir konuymuş…” der Mert düşünceli düşünceli. Biraz durur, sonra yüzüne güven verici bir tebessüm yayılır:

“Biraz klişe olacak ama, sadece kalbinin sesini dinle Berna… Arkadaşının gelecekteki mutluluğu için en doğrusunun ne olduğunu düşünüyorsan onu yap… Eğer yapman gereken şey, kısa vadede onu incitecek ama uzun vadede onun için daha iyi olacaksa, bence öyle yap…”

Berna şaşkınlıkla bakar ona: “Mesele tam da böyle bir şey! Aman tanrım, Mert, nasıl bildin??”

“Genellikle öyle olur,” diye güler Mert de. “Mesela bir arkadaşının sevgilisi onu aldatıyorsa, kısa vadede onun üzülmemesi için saklamayı deneyebilirsin, ama uzun vadede bu onun için daha fena olacaktır… Ya da çalışmayan bir arkadaşını azarlamak veya onun bu huyunu görmezden gelmek arasında kalırsan yine aynı şey geçerlidir. Gördün mü, her şey aynı yöntemle çözülebiliyor…”

“Vay canına! Akıllı insanın hali başka oluyor,” der Berna şaşkın şaşkın. Mert güler, sonra:

“Eh, bu sorunu hallettiğimize göre, gel bir kahve içelim,” der, “Hem sana ben asıl bu haftasonu fener festivali var, ondan bahsedecektim…”

“Fener festivali mi? O da ne?” der Berna ve iki çocuk yürüyerek uzaklaşırken sesleri de uzaklaşır…

Sahne 7 (kampüs) (low end project –사랑은 지고 달빛은 빛나고) Jin Ki’yi kampüste bir ağacın altına yatmış, Küçük Prens okurken görürüz. Küçük Prens’in tilkiyle karşılaştığı bölümü okumaktadır.

Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
“Senden rica ediyorum. lütfen beni evcilleştir!” dedi.
“Elbette” dedi küçük prens. “Ama pek fazla vaktim yok. Yeni arkadaşlar edinmem ve birçok şeyi anlayabilmem gerekiyor.”
“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin,” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de, hiç arkadaşları olmaz. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”

Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki.
“Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedin.”
“Doğru, haklısın” dedi tilki.
“Ama ağlayacağını söyledin!”
“Evet, öyle.”
“O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.”
“Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım.”

Jin Ki kitabı kapatır ve düşünceli bir yüzle kendi kendine: “Buğday tarlalarını gördükçe…” diye mırıldanır. Sonra, cebine elini atar, ve üzerinde İstanbul yazan anahtarlığı çıkarır. Dalgın dalgın bir süre buna bakar…

O sırada telefonu çalar. Jin Ki ilgisizce göz atar; fakat arayanın ismini görünce yüzünü heyecanlı bir gülümseme kaplar. Hemen kulağına götürür:

“Alo?”

“Alo, Jin Ki-ya, okulda mısın?” der Berna’nın sesi hattın öbür ucunda. Jin Ki neşeyle:

“Okuldayım, ne oldu? Yoksa sıkıldın da okulu mu kırmak istiyorsun? Beni de ayartmaya çalışıyorsan, ben dünden razıyım agasshi!”

“Eee, şeyy, hayır,” der Berna tereddütle. “Ama müsaitsen şimdi senin yanına geliyorum diyecektim.”

“Gel tabii, bizim bölümün önündeyim,” der Jin Ki. Berna:

“Hah, harika, iki dakikaya kadar ordayım!” deyip telefonu kapatır.

Jin Ki telefonu kulağından indirirken yüzünde meraklı bir ifade belirmiştir. “Okulu kırmak için aramadıysa bana ne diyecek ki acaba? Evde söyleyemez miydi?” der kendi kendine.

Bir an dudak büker. Sonra birden, aklına gelen fikirle yüzü aydınlanır: “Yoksa!…”

Ekran buğulanır, Jin Ki’nin hayalini izleriz: Berna koşarak gelir, Jin Ki’nin boynuna atılır. Gözlerinde yaşlarla:

“Oppaaa…” diye miyavlar, “Sana bunu evdekilerin yanında söyleyemezdim! Ben seninle ayrı eve çıkmak istiyorum!”

“Ama Bernacığım; Jung Woo ve Sun Yong’u nasıl satarız?” der Jin Ki. Sonra yüzüne çapkın bir sırıtma gelir: “Ama istersen sen benim odama taşınabilirsin… Yatağım yeterince büyük…”

“Oppaaa…” der Berna gene cilveli bir sesle. “Sen bir dahisin!” Sonra da Jin Ki’yi öpmek için uzanır ve…

(CD durdurma sesi) “Jin Ki-ya!”

Jin Ki hâlâ az önceki hayalin etkisiyle hülyalı hülyalı bakarak sesin geldiği yöne döner ve…

… şok olmuş bir yüz ifadesiyle kalakalır.

Berna ve kendi annesi ona doğru birlikte yürümektedirler. Berna’nın yüzünde sıkıntılı bir anlam vardır. Annesi ise gülümsemeye çalışıyordur, ama korkusu yüzünden okunmaktadır.

“Merhaba Jin Ki-ya…” der annesi yumuşak bir sesle.

Jin Ki birden fena halde öfkelenir. Yüzü hiddetle kasılır. Annesinin yanına kadar gelir, kadını göğsünden itekler:

“Sen yine ne yüzle geldin ha?? Seni bir daha görmek istemediğimi daha kaç defa söylemem gerekiyor??”

Annesi sendelerken Berna Jin Ki’nin koluna yapışır:

“Jin Ki! Lütfen sakin ol! Bak annen sadece seninle konuşmak istiyor… Lütfen bir kerecik dinle onu!”

Jin Ki birden Berna’ya döner. Bakışları hayalkırıklığı ve acı doludur:

“Bunu bana yaptığına inanamıyorum,” der acıyla. “Seni arkadaşım zannetmiştim!”

Ve sonra, arkasında acı ve şoktan dolayı bembeyaz kesilmiş Berna’yı bırakarak koşmaya başlar.

Berna olduğu yerde birkaç saniye donmuş gibi kalır. Sonra az ötede, yüzünde büyük bir üzüntü ifadesiyle sessiz sessiz ağlamakta olan anneye ilişir gözleri. Berna kadının yanında mı kalsa, Jin Ki’nin peşinden mi koşsa bir an kararsız kalır; sonra o da koşmaya başlar.

“Jin Ki! Jin Ki lütfen dur! Bekle beni!”

Jin Ki deli gibi koşmaktadır. Berna hemen nefes nefese kalmıştır. Hatta bir ara onu kaybeder. Üzüntüyle sağına soluna bakınırken, az ileride kuytu bir köşede bir duvar dibine oturmuş olan Jin Ki’yi görür. Rahatlamış gibi bir nefes verir, onun yanına gider.

Yavaşça Jin Ki’nin yanına oturur. Çocuk başını çevirip ona bakmaz bile.

(Tearliner – We Quit Us)

“Özür dilerim,” der Berna usulca. Jin Ki yine hiçbir şey demez.

“Özür dilerim, senin özel aile meselelerine burnumu sokmamalıydım,” diye tekrarlar Berna. “Fakat annen gelip benden yardım isteyince hayır diyemedim…  O kadar üzgün görünüyordu ki, bir şansı hak ediyor diye düşündüm…”

“O kadın şansını yıllar önce beni terk ederken kaybetti!” der Jin Ki hınçla. Berna oturduğu yerde yana kayar, ona biraz daha yaklaşır. Sonra tatlı bir sesle:

“Herkes ikinci bir şansı hak eder Jin Ki,” der, “Bu kadar katı olmamalısın!”

“Sen neler yaşadığımı bilmiyorsun!” diye bağırır Jin Ki yine. Gözleri dolmuştur, öfke ve çaresizlikle bağırmaya devam eder: “Ne acılar çektiğimi bilmiyorsun! O kadın yüzünden bütün kadınlardan iğrendim ben Berna!”

Berna bir an ne diyeceğini bilemez halde kalır. Boğazına bir taş oturmuş gibi yutkunur. Sonra yavaşça başını eğer:

 “Doğru, ben ne kadar zor günler yaşadığını bilemem…” der düşünceli düşünceli. “Hatta sana anneni affetmelisin de diyemem. Buna hakkım yok.”

Bir an durur, sonra:

“Ama hiç değilse onunla bir defacık konuşamaz mısın?” diye sorar. “Bir kerecik onu dinlesen?? Neler anlatacağını hiç merak etmiyor musun??”

“Bana bir sürü yalan sıralayacak, bahaneler üretecek, kendini temize çıkarmaya çalışacak,” der Jin Ki acı acı. “Bunlar benim geçmişte yaşadığım yalnızlığa çare olmaz Berna…”

Berna üzüntüyle dudağını ısırır. Sonra:

“Evet, geçmişe çare yok,” diye mırıldanır, “Ne yapsan da olmuş bitmiş şeyleri değiştiremezsin…

Ama ya gelecek günler?? Onların nasıl yaşanacağına karar vermek senin elinde değil mi?”

Jin Ki hiçbir şey demez. Berna yine:

“Evet, belki annen bahaneler üretecek, belki yalanlar söyleyecek, kendini temize çıkarmaya çalışacak… Belki senin kalbinde her zaman ona karşı bir soğukluk kalacak, onu asla tam anlamıyla affedemeyeceksin… Ama öyle olsa bile onu bir kerecik dinlemeye, biraz olsun anlamaya çalışmaya değmez mi? İleride dönüp de bugüne baktığında pişman olmamak için sadece bir defa da olsa konuşmaya değmez mi Jin Ki?”

Jin Ki yine bir şey demez. Ama gözlerinden yaşlar süzülmektedir. Berna artık dayanamaz, onun başına uzanır, kendi göğsüne yaslar.

“Ah Jin Ki… Ah sevgili arkadaşım…” diye mırıldanır üzüntüyle.

Jin Ki sessizce ağlamaya devam ederken iki çocuk uzun süre öylece kalırlar…

Sahne 8 (Jin Ki’nin odası) Jin Ki yatağındadır. Berna Jin Ki’nin üzerindeki yorganı düzeltir, ona sevgiyle gülümser.

“Biraz uyusan sanırım iyi olacak… Sinirlerin epeyce yıprandı…”

Sonra ayağa kalkar, gitmek için davranır. Jin Ki birden onun kolunu tutar. Berna merakla ona bakar. Jin Ki gözlerini ona dikmiştir. Ciddiyetle:

“Seni dinleyeceğim Berna,” der. “Annemle konuşacağım…”

Berna’nın yüzüne aydınlık bir gülümseme yayılırken hemen ekler: “Fakat hemen değil… Bir süre sonra… Önce kendimi bu fikre alıştırmam lâzım…”

“Elbette! Sen kendini hazır hissettiğinde yapmalısın bunu!” der Berna sevinçle. “Ah Jin Ki, öyle sevindim ki!”

Jin Ki ona gülümseyerek bakar. Sonra gözlerini yumar, uykusu gelmiş gibi:

“Tamam… Ama şimdi çık, biraz uyuyacağım…”

“Ah, tabii… Pardon…”

Berna parmak uçlarına basa basa uzaklaşır, kapıyı çeker. O çıkarken Jin Ki gözlerini yeniden açar. Yüzüne hüzünlü bir gülümseme yayılırken:

“Ah Berna…” diye mırıldanır… “Asıl Küçük Prens sensin, haberin yok…”

Sahne 9 (Berna’nın odası, Jung Woo’nun odası) Berna odasına geçerken yüzü gülmektedir. Kendi kendine:

“Eh, bu da bir şeydir,” diye mırıldanır, “Şimdilik sadece görüşmeyi kabul etti. Ama bakarsın ileride araları da düzelir; belli mi olur?”

Sonra neşeyle:

“Şimdi sıra Fener festivali için bizimkileri ikna etmeye geldi!”

Odasına girince hemen çalışma masasına gider, masanın üzerinde duran telefona uzanır. Min Hee’nin numarasını tuşlar:

“Alo? Min Hee-ya? N’aber canım?”

“İyilik Bernacım, senden n’aber?” der Min Hee tatlı bir sesle. Berna “benden de iyidir” deyip direk konuya girer:

“Baksana, yarın Mert fener festivaline gidelim diyor… Çok renkli, eğlenceli oluyormuş. Dongguk Üniversitesi’nden Dongdaemun’a kadar her yer rengarenk fenerlerle süsleniyormuş; bir sürü ilginç stand açılıyormuş… Biz Mert’le gideceğiz; Sun Yong ve Yoon Ah da gelecekler. Siz de Jung Woo’yla gelmek ister misiniz?”

“Aslında çok isterim,” der Min Hee, “Ama Oppa’nın bu işe pek sıcak bakacağını sanmıyorum… Mert’i pek sevmiyor…”

“Olsun, o zaman daha iyi ya: Onu ikna etmesi daha kolay olur!” diye kıkırdar Berna. Min Hee: “Nasıl yani?” diye sorunca da: “Sen o işi bana bırak,” der, “Sen sadece gelmek isteyip istemediğini söyle…”

“İstiyorum,” der Min Hee. Berna:

“O zaman o işi olmuş bil, ben Jung Woo’yu ikna edeceğim. Ja ne!” deyip telefonu kapatır. Sonra kararlı bir yüzle Jung Woo’nun odasına doğru ilerler.

Jung Woo kulaklığını takmış, bilgisayarda Türkçe çalışmaktadır. “Nasılsın – iyiyim” diye tekrarlar. O sırada kapısının çalındığını duyar. Telaşla sayfaları kapatır.

Berna başını uzatmıştır: “Girebilir miyim?”

“Tabii, gel Berna…”

Berna içeri girer, kapıyı arkasından kapatır. Geçip yatağın üstüne oturur.

“Yarın fener festivali varmış Jung Woo. Biz Mert, ben, Sun Yong ve Yoon Ah hep birlikte gideceğiz. Sen de Min Hee’yle birlikte gelir misin diyecektim…”

Jung Woo yüzünü buruşturur: “Gene mi Mert?” Sonra uyuz bir tavırla: “Hiç sanmıyorum Berna, ben o çocukla bir yere gitmem bundan sonra…”

“O zaman Min Hee’yle ikiniz gidin, kızcağız bayağı heveslendi,” der Berna. Jung Woo dudak büker:

“Zannetmiyorum… Benim çalışmam gerekiyor…”

“İyi ya, sen bilirsin,” der Berna aldırmaz bir tavırla. “Mert bana “Mutlaka Min Hee’yi de getir” diye ısrar etti. Biz onu da alırız, sen gelmesen de olur…”

Jung Woo’nun suratı asılır birden: “Nasıl yani? Mert mi ısrar etti?”

“Evet, tabii,” der Berna gene aldırmazlıkla. “Hem bence Mert Min Hee’yi epeyce beğeniyor… Onun ne kadar tatlı, hoş bir kız olduğundan bahsetmişti bir ara…”

Jung Woo’nun birden suratı değişir. Öfkeyle:

“Yaaa, demek öyle,” der hemen. “Peki sen ne diyorsun bu duruma? Erkek arkadaşının başka kızlar hakkında böyle konuşması hoşuna gidiyor mu?”

“Erkek arkadaş mı? Onu da nerden çıkardın, Mert benim normal arkadaşım,” diye dudak büker Berna. Sonra biraz durur, hınzırca ekler: “Yani… tabii şimdi, eğer Mert bana karşı boş değilse, belki ben de onunla çıkmayı düşünebilirim… Yani sonuçta yakışıklı, iyi kalpli, akıllı, gayet hoş bir çocuk… Neden olmasın?”

Böyle deyip şirin şirin gülümser. Hemen sonra:

“Ah! Ayrıca Min Hee de ben de onun muhabbetine bayılıyoruz! Sen yokken Mert ikimizi birden eğlendirebilir… Düşündüm de, boşver, sen işlerine bak Jung Woo… Festivale biz üçümüz gideriz…”

Böyle der ve şirin bir gülüşle el sallayıp odadan çıkar Berna. Jung Woo olduğu yerde kalakalmıştır.

Sonra öfkeyle “Ayşşşş!” diye bağırıp sandalyesinden kalkar. Kapıyı açar. Odasına gitmekte olan Berna’nın arkasından seslenir:

“Yarın ben de geliyorum!”

Berna’nın suratında zafer dolu bir sırıtma görürüz.

Sahne 8 (Lantern Festival) (Zitten – Because) Lotus Lantern Festival alanı… Rengârenk, onbinlerce fenerin bütün bir sokağın tavanını kapladığı, binlerce insanın sokağı doldurduğu muhteşem festival alanından görüntüler gelir ekrana.

http://discoveringkorea.com/2010/05/29/lotus-lantern-festival/

Sonra, insan kalabalığı içinde üç çifti seçeriz: Sun Yong-Yoon Ah, Jung Woo-Min Hee ve Mert-Berna hep birlikte yürüyerek heyecanla sağda soldaki birbirinden ilginç aktiviteleri incelemektedirler. Mert yine kızlara dönmüş, festivalin tarihçesini anlatmaya başlamıştır:

“Bu festival yüzyıllar önce, Goryeo döneminden beri yapılıyor arkadaşlar… Başlarda asıl anlamı, Buda’nın doğumgününü kutlamak amaçlıydı. Fakat günümüzde Budist kültürünü hatırlamak, geleneksel seremonileri turistlerle paylaşmak ve insanların keyifli vakit geçirmesini sağlamak amaçlarını da içinde taşıyor…”

Min Hee ve Berna keyifle onu dinlerken Jung Woo kendi kendine asık suratla “Gene tur rehberliğine başladı bizim ukala…” diye mırıldanmaktadır. Bu sırada Yoon Ah sevinçle, az ilerideki sahneyi işaret eder:

“Ah, şuraya bakın! Ne kadar güzel bir gösteri!”

Diğerleri onun işaret ettiği yöne baktıklarında bir grup rahip kıyafetli, başları traşlı erkeğin, ellerinde kampanalarla dans ettiklerini görürler. Birkaç rahip ise kocaman davulların başında ellerinde tokmaklarla durmuş, kampana seslerine vuruşlarıyla eşlik ederek müziği tamamlamaktadır.

“Siz asıl akşamki gösteriyi bekleyin,” der Mert yine, “Saat 9 buçukta, Daedong (bir araya gelme) kutlaması yapılır.  Ejderha, pagoda, anka kuşu ve tabii ki nilüfer şeklindeki kocaman fenerler yakılır, bütün sokakları süsler. Onlarca dansçı, ellerinde lotus çiçekleriyle dans ederler. Kutlama biterken de izleyicilerin başından aşağı pembe nilüfer yaprakları dökülür. Gerçekten muhteşem bir görüntüdür…”

“Aman Tanrım, harika!” diye el çırpar Berna, “Görmek için sabırsızlanıyorum!”

Mert neşeyle gülümser, sonra kolunu onun omzuna atıp ilerideki bir şeyi işaret eder:

“Bak şurayı görüyor musun Berna? Geleneksel çay ikram etme seremonisini canlandırıyorlar.”

“Harika! Hadi gidip izleyelim!” der Berna ve o tarafa doğru koşturur. Mert de peşinden gider. Jung Woo ise yine somurtarak onların gidişini izlemektedir. O sırada yanıbaşındaki Min Hee:

“Oppa, biz de şu rahipleri izlemeye gidelim mi?” diye onun koluna yapışır. Jung Woo gönülsüzce onun peşinden sürüklenir.

Bir süre hepsinin festival alanında yaptıklarını izleriz: Berna neşeyle ordan oraya koşturmakta, her stand başında durup incik-boncuklara, küçük Buda heykellerine, go tahtalarına bakmaktadır. Mert de gülümseyerek ona eşlik etmektedir. Sun Yong ve Yoon Ah büyülenmiş gibi dans gösterilerini izlemektedirler. Min Hee ise somurtuk bir Jung Woo’yu çekiştirerek festival alanının keyfini çıkarmaya çalışmaktadır.

Standların birinin başına gelince Berna sevinçle bir çığlık atar:

“Vaooovvvv! Mert şuraya bak! Hanbok giyip resim çektirebiliyorsun!”

Sonra muzipçe sırıtır: “Ne dersin, deneyelim mi?”

“Yooo, ben almayayım,” der Mert hemen. “Kafamda o siyah başlıkla çok komik görünüyorum! Cidden! Ama sen istersen kızlara söyle…”

Berna berisine-ötesine bakar, sonra:

“Hiçbir yerde görünmüyorlar,” diye umutsuzca mırıldanır, “Anlaşılan bunu tek başıma deneyeceğim…”

(Müzik yüksel) Berna’nın hanbok standına gitmesini, arka tarafta bayanların yardımıyla hanbokunu giyinip yüzünün pudralanmasını görürüz.

Bu sırada Jung Woo ve Min Hee onlara yetişmişlerdir. Jung Woo standların başında tek başına bekleyen Mert’i görünce alaylı alaylı gülümser.

“Ne oldu Mert? Berna hanım tarafından ekildin mi yoksa?”

“Ah, selam, demek yetiştiniz…” der Mert onun alaycı tavrına hiç aldırmadan. Sonra standın arkasındaki perdeli bölmeyi işaret eder: “Berna orda. Hanbok giyiyor.”

“Ah, harika!” diye el çırpar Min Hee. Jung Woo ise: “Ne boş iş… Ne uğraşıyor ki?” diye dudak büker.

(Ağır çekim) Fakat tam o sırada Berna çadırımsı yerden beyaz bir hanbok içinde çıkar…

Jung Woo’nun gözlerinin irileştiğini, hayranlıkla yutkunduğunu görürüz. Gözlerini Berna’dan alamamaktadır. (Nerdeyse burnu kanayacaktır zavallının! :P) Berna yine ağır çekimle süzüle süzüle yürür, onların önüne kadar gelir. Yüzünde onu iyice güzelleştiren gizemli bir gülümseme vardır.

“Nasıl olmuşum?” der arkadaşlarına bakarak.

“Çok güzel olmuşsun Berna,” der Mert neşeyle. “Beyaz sana çok yakışıyor…”

“Harika olmuş,” der Min Hee de gülümseyerek. Sonra Jung Woo’ya döner: “Oppa, ne dersin, ben de deneyeyim mi?”

Jung Woo uykudan uyanır gibi irkilir, Min Hee’ye döner: “Efendim? Ne dedin Min Hee?”

Min Hee’nin yüzünden yine bir hayalkırıklığı geçer. Yavaşça: “Bir şey yok…” diye mırıldanır. Sonra hafif bir kıskançlıkla Berna’ya bakar. Berna yine neşeyle bıcır bıcır konuşmakta, Mert’le hanboku üzerine geyikler çevirip gülmektedir. Min Hee yavaşça başını çevirir…

(Zitten – feel alright) Dört gencin festival alanında ilerlemesini izleriz. Berna ve Mert yine önden gitmektedirler. İkisinin de yüzleri neşelidir. Berna bir şeyler anlatıp dururken Mert de gülümseyerek onu dinlemektedir. Onların birkaç adım arkasında ise gülmeyen yüzlerle Min Hee ve Jung Woo yürümektedirler… Jung Woo sık sık Berna ve Mert’e bakıp kaşlarını çatmakta; Min Hee ise arada bir onun yüzüne bakıp çatılmış kaşlarını gördükçe üzüntülü üzüntülü yürümeye devam etmektedir..

Sonunda hanji kağıtlarından değişik şekillerde fenerler yapan insanların olduğu bir standa gelirler. Stand elişi kâğıtlarıyla uğraşıp lotus çiçeğine dönüştürmeye çalışan insanlarla doludur. Berna yine hevesle atılır:

“Ah! Hadi biz de fener yapalım!”

Sonra gönülsüz duran Min Hee ve Jung Woo’ya: “hadisenize!” diye bağırır, “Bugünün hatırası diye saklarız bunları…”

Min Hee de hafif bir gülümsemeyle bir kağıt bardağı eline alır, hanji kağıtlarından yapraklarla onu çiçeğe dönüştürme işine girişir. Berna sık sık standın başında duran kadına danışmakta, “Böyle mi olacak ajumma? Doğru mu yapıyorum?” diye soru sormaktadır. Mert’se biraz uğraşmış, sonra “yok, ben beceremeyeceğim…” deyip bırakmış, az ilerideki standlara bakmaya başlamıştır. Jung Woo ise kızların uğraşmasını izlemektedir. Sık sık Berna’ya:

“O oraya olmayacak… Yaprağı yanlış tutuyorsun… Hayır, daha yapıştırma, tam denk getiremedin…” gibi direktifler vermektedir. En sonunda Berna’nın sabrı taşar:

“Madem o kadar çok biliyorsun, al kendin yap!” diye elindeki çiçeği Jung Woo’nun eline tutuşturur.

Jung Woo dudak büker:

“Yaparım tabii, ne var??”

Jung Woo’nun elindeki kağıtlarla cebelleşmesini, Berna’nın ona işaret parmağını uzatıp “hahaha!” diye dalga geçmelerini, Jung Woo’nun elindeki lotus çiçeğiyle onun kafasına vurmasını, dili dışarıda uğraşmaya devam etmesini izleriz. En sonunda, gerçekten de bir lotus çiçeği yapmayı başarmıştır!

“Al bakalım, işte lotus böyle yapılır!” der ve gururla elindekini Berna’ya uzatır. Berna’nın yüzünde çocuksu bir sevinç vardır:

“Aaahhh… Yaşasın! Benim de bir fenerim oldu!”

Sonra gülerek Min Hee’ye seslenir:

“Min Hee-ya! Baksana, Jung Woo bana bunu yaptı!”

“Hatıra olarak saklayacaksın ama, söz verdin,” der Jung Woo ciddiyetle. Berna ona serçe parmağını uzatır: “Sözüm söz!”

Jung Woo’nun yüzünde güller açarak Berna’nın serçe parmağına kendi serçe parmağını geçirmesini Min Hee hüzünle izler… Kendi elindeki daha büyük lotusu yavaşça standa geri bırakır… (Zitten – feel alright)

Sahne 9 (Lantern Festival – devam) Gece olmuştur. Sokağın iki yanındaki direklere bağlanmış iplere asılıp sokağı adeta bir tünel gibi kapatmış olan rengarenk fenerlerin hepsi yanmıştır. Bizim altı genci sokağın iki ucuna sıralanmış insan kalabalığının içinde, sokakta gösteri yapan dansçıları izlerken görürüz. Ellerinde lotus fenerlerle, hanboklarının içinde zarif hareketlerle dans eden dansçıları hepsi hayranlıkla izlemektedirler. Bu gösteri gelir ekranlara.

Nihayet gösterinin sonunda beyazlar içinde güzel kızlar gülümseyerek gelir, seyircilerin üzerine nilüfer yaprakları serperler.

Berna ve Yoon Ah’ın neşeyle bu yaprakları tutmaya çabalamasını izleriz. Sun Yong da Yoon Ah’ın hemen yanındadır; kendi yakaladığı yaprakları gülerek Yoon Ah’ın başından dökmektedir. (Ağır çekim) Berna ise ellerini açmış, sağa sola kaçışan yaprakları çocuksu bir neşeyle yakalamaya çalışmaktadır.

Kamera, Berna’nın görüntüsü flulaşırken daha arka plandaki Jung Woo’ya odaklanır: Jung Woo, Berna’nın yüzündeki neşeyi yüzünde farkında bile olmadığı bir gülümsemeyle seyretmektedir. Onun hemen yanındaki Min Hee ise Jung Woo’nun baktığı yöne bakar, onun yine Berna’ya baktığını görünce sıkıntıyla başını öne eğer.

 Sahne 10 (sokak) Gençler festival alanından çıkmış, hâlâ kalabalık olan sokaklarda yürümektedirler. Sun Yong:

“Vay be, ne festivaldi ama!” diye keyifle sırıtır, sonra Yoon Ah’a döner: “Aşkım, bana doğumgünümde Samulnori dansçılarının başındaki kocaman renkli başlıklardan alsana…” (Evet, şövalyelik buraya kadar… Sun Yong özüne dönmüş :D)

Bu arada Mert, Min Hee’ye: “Jogyesa’daki fenerleri gördünüz mü? Festivalin asıl merkezi orası…” diye bir şeyler anlatmaktadır. Jung Woo yine asık suratla, Berna ise neşeyle yanlarında yürümektedirler.

Birden, bir rüzgar eser. Berna’nın elindeki fener rüzgarla yola uçar, caddenin ortasına kadar sürüklenir. Berna:

“Ah, çiçeğim düştü!” deyip onun peşinden koşturur.

(tehlike müziği) Kamera yolun ışıklarını gösterir: Yayalar için olan trafik ışığı kırmızı yanmaktadır!

Berna her şeyden habersiz, yolun ortasındaki fenerini almak için koşarken Jung Woo ileriden hızla gelen bir arabayı fark eder. Telaşla bağırır:

“BERNA, DIKKAT ET!”

Berna şaşkınca durur. Aynı anda, arabanın farları gözlerini kamaştırır. Yüzünde şaşkınlıkla karışık bir dehşet ifadesi, genç kız yolun ortasında donup kalır!

Araba hızla ona doğru yaklaşırken kenardaki arkadaşları da durumu fark etmiş, ama hepsi oldukları yerde kalakalmışlardır!

Birden Jung Woo yola fırlar. Karşıdan hızla gelen araba Berna’ya çarpmak üzereyken ona sarılır, iki genç ileri doğru yuvarlanırlar.

Arabanın “DAAAAAAAAAAAAAAATT!” diye kornasını işitiriz. Diğer bütün sesler kesilir. Yoon Ah bir çığlık atar, Min Hee ise korkuyla gözlerini kapatmıştır. Sonra çekine çekine gözlerini açar.

İleride, caddenin asfaltı üzerinde yatmakta olan Berna ve Jung Woo’yu görürüz. Jung Woo Berna’nın üzerindedir. İkisi de gözlerini sıkıca yummuştur.

Sonra Jung Woo gözlerini açar, Berna’nın üzerinde durduğunu fark edip hemen doğrulur. Berna’nın hâlâ gözleri kapalı biçimde yattığını görünce birden fena halde korkar. Onu sarsmaya başlar:

“Berna! Berna iyi misin??”

O sırada diğerleri de olayın ilk şokundan kurtulmuş, telaşla arkadaşlarının yanına koşturmuşlardır. Jung Woo ise hâlâ Berna’yı sarsmaktadır:

“Berna! Berna aç gözlerini! Konuşsana Berna!”

Sonunda Berna yavaşça gözlerini açar. Tam karşısında Jung Woo’yu görünce bir an şaşkınlıkla bakar.

“Jung Woo…”

“Berna, kendinde misin? Berna, iyisin, değil mi??” der Jung Woo korku dolu bir sesle. Berna bir süre hiçbir şey diyemeden bakar ona. Sonra yüzüne üzgün bir anlam düşer:

“Fenerim nerde?” diye mırıldanır.

(Feel Alright) Jung Woo rahatlayarak derin bir nefes verir! Sonra nerdeyse ağlar gibi bir gülüşle:

“Çok şükür!” diye haykırır. “Berna beni nasıl korkuttuğunun farkında mısın?? Aptal mısın sen, neden bir fener için yolun ortasına atlıyorsun??”

“Ama… sana söz vermiştim…” der Berna yine, kafasını toparlamaya çalışır gibi dalgınca.

Jung Woo ona hayretle, ilk defa görüyormuş gibi bakar.

Sonra heyecanla Berna’yı kendine doğru çeker, sıkıca sarılır! Başını onun omzuna gömer. Kesik kesik: “Çok, çok korktum…” diye hıçkırır, “Çok korktum aptal kız!”

Bu sırada Sun Yong ve Yoon Ah, Berna’nın başına çömelmiştir: “Berna, iyi misin? Hyung, sende bir şey yok, değil mi?” Jung Woo nihayet Berna’yı bırakmayı akıl eder, sonra onun ve kendi üstüne başına bakar. “Bir şeyimiz yok,” diye herkese güvence verir.

Mert’se az ileride, yerde duran feneri yerden alır, Berna’ya uzatır: “Al bakalım değerli fenerini…”

Berna mahcupça: “Teşekkür ederim,” deyip başını öne eğer. Sun Yong ve Yoon Ah kıkırdarlar; Mert ve Jung Woo ise gülümser.

Min Hee ise yüzünde atlatamadığı bir şokla ilk dikildikleri yerde durmuş, onlara bakmaktadır…

Sahne 12 (Ev) Berna odasında yatağına sırt üstü uzanmış, dalgın dalgın elindeki lotus feneri döndürmektedir. Aklına değişik sahneler düşer:

Onunla dans ederken “gitme…” diyen Jung Woo…

Onu arabanın altında kalmaktan kurtarmak için arabanın önüne atlayan Jung Woo…

Ona sıkıca sarılıp “çok korktum!” diye hıçkıran Jung Woo…

Berna’nın yüzüne önce bir gülümseme, sonra da büyük bir endişe düşer. Genç kız üzgün üzgün yerinde doğrulur. Bu kez de aklına:

“Ben çocukluğumdan beri Jung Woo’ya âşığım Berna, biliyor musun? Hep onunla birlikte geçireceğim bir geleceğin hayalini kurdum…”

diyen Min Hee’nin görüntüsü gelmiştir…

“Ah… Ben ne yapıyorum böyle?” diye üzüntüyle kendi kendine mırıldanır.

Sonra, yatağa yatar; sanki her şeyden kaçabilecekmiş gibi yorganı üzerine çeker.

Aynı anda Jung Woo da odasında masasının başındadır. Birden gözüne kurbağa anahtarlığı ilişir. Dalgınca onu eline alır. Parmaklarının arasında çevirir…

O sırada telefonundan mesaj sesi duyulur. Jung Woo merakla telefonuna bakar. Mesaj, Min Hee’dendir: “Yarın bizim bölümde buluşalım mı? Sana elmalı pasta yapıp getireceğim…” yazmaktadır. Jung Woo ciddi bir yüzle mesajı inceler. Sonra cevap vermeden telefonu elinden bırakır. Derin bir nefes verip ellerini yüzüne kapatır.

Sahne 13 (Dış mekan) Ertesi gün… Kamera, apartmanı dışarıdan gösterir. Gündüz vaktidir.

Berna’yı süpermarkette, ev alışverişi yaparken izleriz. Genç kız bir köşeyi dönünce az ilerideki çikolata reyonunda Jung Woo’yu fark eder. Yüzüne bir gülümseme yayılır. Tam elini kaldırıp ona seslenecektir ki, birden şaşkınlıkla duraklar:

“İyi de… Jung Woo çikolata sevmez ki?”

Jung Woo’nun çikolatalardan beşer onar alıp cebine tıkıştırması şüphesini çekmiştir. Olduğu yerden yavaşça geri geri gider, köşeye gizlenip Jung Woo’yu izlemeye başlar.

Genç adam çikolatadan başka bir şey almadan kasaya ilerler, ödeme yapar. Sonra marketten çıkar, sokakta yürümeye başlar. Berna da peşinden. Genç kız bir yandan da kendi kendine dudak büker:

“Bu takip etme olayı artık bende bağımlılık yaptı ya, hadi hayırlısı…”

Sokakta her şeyden habersizce yürüyen Jung Woo ve onu duvar köşelerine sinerek takip eden Berna sahneleri izleriz.

Nihayet Jung Woo tek katlı sarı boyalı bir eve girer. Berna da şüpheyle binaya yaklaşır. Bahçe duvarına yanaşıp yavaşça başını çıkarır.

Ve gördüğü manzara karşısında gözleri hayretle açılır:

(Feel Alright) Bahçede yaşları 2 ile 10 arası değişen bir sürü çocuk vardır. Hepsi Jung Woo’nun çevresini sarmış, onun cebinden çıkan çikolataları birer birer kendilerine vermesini beklemekte, neşeyle bağırışmaktadırlar. Jung Woo’nun da yüzünde güller açmaktadır. Çocuklara çikolatalarını verirken yüzünde öyle tatlı bir gülümseme vardır ki, kamera Berna’ya döndüğünde genç kızın bir an sendelediğini görürüz. Sonra kamera tekrar Jung Woo’yu, bu kez Berna’nın bakış açısıyla gösterir: Jung Woo’yu yüzüne ışık vurmuş, saçlarında ışıltılarla; ağır çekim olarak izleriz. Sonra Berna’ya döner görüntü. Berna elini kalbine götürmüştür, ağzı yarı açıktır, şaşkın bir gülümsemeyle:

“İnanamıyorum…” der fısıldar gibi. Yüzünde hayret, hayranlık, sevinç, üzüntü, hepsi bir aradadır.

O sırada Jung Woo, yanına gelen bir kadınla konuşmak için ayağa kalkmış, onunla el sıkışmış, sonra tekrar çocuklarla ilgilenmeye dönmüştür. Kucağına kendi favorisi olan Cho Hye’yi oturtur:

“N’aber bakalım aslan? Ben gelmeyeli çok yaramazlık yapmadın, di mi?”

“Sen neden gelmedin?” der küçük oğlan, “Sevgilin mi izin vermedi?”

Jung Woo bir an şaşırır, sonra gülerek başını sallar: “Sevgilim mi? Onu da nerden çıkardın?”

“Sevgilin senle gezmek istiyordur, o yüzden gelememişsindir,” der küçük çocuk bilmiş bilmiş. Jung Woo düşünceli bir biçimde duraklar. Sonra:

“Aslında haklısın,” der, “Sevgilim benle gezmek istiyor…”

Sonra içini çeker: “Ama ben onunla gezmek istemiyorum Cho Hye… Sence ben bu durumda ne yapmalıyım?”

“Başkasıyla gez o zaman!” der Cho Hye bodoslama. (Doink!) Jung Woo bu kadar direkt bir cevap beklemiyordur, öksürerek:

“Ehe, öhö… O kadar kolay değil,” diye cevap verir. “Ya ben ona “tamam, senle gezeceğim” diye söz verdiysem?? Eğer onunla değil de başkasıyla gezersem kalbi kırılmaz mı?”

“Ama eğer söz verip gezmeye gitmezsen daha çok üzülür,“ diye omuz silker küçük çocuk. Sonra bilmiş bilmiş: “Eun Ju Noona’m benle gezmediği zaman ben hiç üzülmüyorum, çünkü sonra Hae Chan Noona’mla gezeceğimi biliyorum… Ama Eun Ju Noona’m senle gezeceğim diye söz verip gezmeye gelmezse, o zaman üzülürüm. Boşa beklemiş olurum.”

Jung Woo dut yemiş bülbül gibi kalakalır. Sonra yavaşça başını sallar.

“Doğru diyorsun… Boşa beklemiş olursan daha çok üzülürsün, öyle değil mi?”

Sonra Cho Hye’yi kollarından tutup havaya kaldırır, kendi etrafında döndürür. Küçük çocuk sevinçle çığlıklar atarken “Teşekkür ederim Cho Hye! Sen çok akıllısın!” diye sırıtır.

Birden, önünde birisi belirir. Jung Woo küçük çocuğu yere indirir, sonra şaşkınlık içinde durur.

“Berna?” der inanmaz bir tavırla.

Berna gülümseyerek karşısında durmaktadır. Bir ona, bir de yerdeki çocuklara bakar.

“Ben de sizle oynayabilir miyim?” diye sorar.

Çocuklar “Heeey! Yeni bir Noona geldiii!” diye sevinirken Jung Woo şaşkınca başını sallar: “El-elbette…”

(Feel alright- yüksel) Berna da yere diz çöker. Küçük çocuklarla konuşur, onların oyunlarına eşlik eder. Jung Woo ve Berna’nın çocuklarla oynadıkları oyunlardan sahneler görürüz. Jung Woo eşek olmuş, iki tane velet sırtına binmiştir; Berna gülmekten kırılarak onları izlemektedir. Bir diğerinde Berna bir uçağı “vuuuuu” diye uçurarak koşmakta, yedi-sekiz tane çocuk da onun peşinden koşturmaktadır; Jung Woo gülümseyerek onları izler. Nihayet, bir çocuğu gıdıklayan ve katıla katıla gülen Jung Woo’ya Berna’nın hayran bir gülümsemeyle baktığını görürüz.

Artık ona karşı olan duygularını kendi de anlamıştır.

Sahne 14 (Dış mekân) Hava kararmıştır. Berna ve Jung Woo sokakta yan yana yürümektedir. Berna:

“Boş zamanlarında yetimhaneye geldiğini bilmiyordum,” diye söze başlar. “Beni şaşırttın Jung Woo…”

Jung Woo önemsemez gibi omuz silker:

“Pek bir işe yaradığım yok ama… Sadece çocuklarla oynamaya geliyorum…”

“Delirdin mi? Onlar için en güzel şey bu zaten!” der Berna heyecanla. Sonra yüzünde bir tebessümle Jung Woo’ya bakar: “Çocuklarla aranın bu kadar iyi olduğuna hayatta inanmazdım…”

“Ben o kadar kötü biri miyim Berna?”

(Edward Chun – give my love) Jung Woo yüzünde gerçek bir düşkırıklığıyla bu soruyu sorunca Berna hayretle durur, sonra ateşli ateşli:

“Saçmalama, tabii ki hayır!” diye itiraz eder. “Jung Woo, sen harika birisin! Sadece… –Berna hafifçe gülümser- sadece biraz somurtkansın, o kadar…”

Jung Woo da gülümser: “Eh, teşekkür ederim…”

“Çocuklarla aranın iyi olması beni şaşırttı çünkü onlar somurtkan insan sevmezler,” diye devam eder Berna. Sonra yan yan bir bakış atar Jung Woo’ya: “Ama onlarlayken yüzün gülüyor. Normal zamanlardaki gibi değilsin…”

“Çocukları severim,” der Jung Woo içtenlikle, “Hatta Uluslararası İlişkiler okumaya başladığımda kafamın bir köşesinde hep çocuklar için bir şeyler yapmak vardı: Mesela Unicef’te falan çalışabilirim diye düşünüyordum…” Sonra, hafif alaycı bir biçimde ekler: “Ama hayat beni başka yönlere yöneltti maalesef… –hafifçe içini çeker- Her şey sonuçta para kazanma meselesine düğümlenip kalıyor…”

Berna ona hayranlıkla bakmaktadır. Usulca:

“Evet,” diye onaylar, “Bazen hayat bizi istemediğimiz yönlere sürüklüyor… Ama gerçekten istediğin bir şey varsa, bir şekilde ona giden yolu buluyorsun…”

“Gerçekten istediğin bir şey…” diye mırıldanır Jung Woo.

Bir süre iki çocuk sessizlik içinde yürürler. Sonra Berna neşeyle:

“Bugün ben de çok eğlendim,” diye söze başlar, “Bir dahaki gelişinde bana yine haber verirsin, öyle değil mi?”

“Veririm tabii, sen yeter ki iste,” der Jung Woo. Sonra Berna’ya kaçamak bir bakış atar: “Biliyor musun, sen çok iyi bir kızsın Berna…”

“Abartma canım, o kadar da değil,” diye güler Berna. “Damarıma basıldığı zaman çok da iyi değilim!”

Jung Woo da güler ve elini istemsizce saçına götürür. Berna onun bu hareketini yakalayıp bir kez daha kıkırdar. Sonra Jung Woo:

“Olsun,” der, “O kadar kusur kadı kızında da olur (Korece’si rahip kızında :P)” Sonra durur, Berna’ya döner: “Benim demek istediğim şey başka: Sen insanlar için sürekli olarak karşılıksız bir şeyler yapıyorsun! Bu da senin çok iyi bir insan olduğunu gösterir…”

Berna da durur. Yüzünde hafif bir şaşkınlıkla Jung Woo’ya bakar. Sonra yüzüne duygulanmış bir anlam gelir, hafifçe gülümser. Bakışlarını yere indirirken:

“Teşekkür ederim,” der usulca. “Benim için böyle düşünmene çok sevindim…”

Jung Woo’nun yüzünde sıkıntılı bir anlam belirmiştir. Sonra:

“Ben de senin için bir şeyler yapmak istedim,” diye itiraf eder. “O yüzden Türkçe öğrenmeye çalıştım… Hani bana bir gün demiştin ya, “Biriyle yüz yüze Türkçe konuşmayı özledim” diye; işte o yüzden… O ukala Mert’e mahkum kalma istedim!”

“Jung Woo, sen ne diyorsun??” der Berna heyecanla, “Aman Tanrım, benim için Türkçe mi öğrendin?? Süper bir şey bu!” Sonra “Eee, Mert’i de harcadın bu arada ama neyse, konumuz bu değil…” diye mırıldanır kendi kendine.

“Aslında daha öğrenemedim… Daha çok başlardayım,” diye utanarak itiraf eder Jung Woo. Sonra suratına bir sırıtma gelir.

“Hadi, biraz bir şeyler konuşalım. Mesela…” Durur, sonra Türkçe olarak: “Ben Jung Woo, senin adın ne?” diye sorar.

Onun kırık dökük bir Türkçe’yle bu sözleri söylemesi Berna’nın acayip hoşuna gitmiştir; yüzünde kocaman bir gülümsemeyle:

“Ben de Berna, memnun oldum,” diye cevaplar.

“Memnun oldum,” der Jung Woo da. Sonra: “Kaç yaşındasın?” diye sorar.

“Yirmi iki. Ya sen?”

“Yirmi üç. Nasılsın?”

“İyiyim. Sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim.” Sonra boynunu büker Jung Woo, tekrar Korece: “Şimdilik sadece bu kadar biliyorum…” der.

“Bu kadarı bile bir şeydir,” diye yeniden Türkçe cevaplar Berna. Jung Woo ona anlamaz bakışlarla bakınca bu durum hoşuna gider, gülmeye başlar. Sonra Türkçe olarak devam eder:

“Ben böyle konuşmaya devam edersem sen hiçbir şey anlamayacaksın, değil mi?” Jung Woo sırıtır, Türkçe:

“Benim adım Jung Woo.”

Berna bir kahkaha atar. Jung Woo da gülüyordur. Berna yine Türkçe:

“Bu iş acayip hoşuma gitti,” der. “Dur bakalım, sana başka ne söyleyeyim? Hımm… Jung Woo sen bencilin, somurtkanın, suratsızın tekisin, biliyor musun? Üstelik de tam bir ineksin!”

“Ben de iyiyim, teşekkürler,” der Jung Woo cevap olarak. Berna devam eder:

“Yani cidden, bazen beni acayip sinir ediyorsun! Odandan bir çık, biraz insan içine karış, değil mi? Ama nerdeee… Beyefendi varsa yoksa ders çalışsın…”

“Bir iki üç dört beş,” der Jung Woo.

“Ama diğer yandan, çok tatlı yönlerin de var,” der Berna bu defa yumuşak bir sesle. “Az önce çocuk yuvasında gördüklerim beni o kadar duygulandırdı ki sana anlatamam… Senin bambaşka bir yanını daha görmüş gibi oldum…”

“Kaç yaşındasın?” der Jung Woo.

Berna gülümser, onun gözlerinin içine bakar. Yine Türkçe olarak:

“Biliyorum bunu yapmamam lâzım…” der çaresizce. “Senin çok tatlı bir sevgilin var… Ona bunu yapmamam lâzım… Ama artık elimde değil… Duygularıma engel olamıyorum Jung Woo…

Ben senden çok hoşlanıyorum…”

Böyle der, ve yavaşça başını önüne eğer Berna. Jung Woo onun dediklerini anlamasa da bir şeyler sezmiştir. O da usulca:

“Memnun oldum…” diye cevaplar.

Berna birden başını kaldırır, korkuyla ona bakar. Jung Woo ona gülümseyerek bakmaktadır. Berna bir an durur, sonra rahatlayarak o da gülümser. Dostça Jung Woo’nun koluna girer.

“Bugünlük bu kadar yeter,” der Korece’ye dönüp. “Ben yine Türkçe konuşmayı özlersem sana söylerim Çingu.”

“Tamamdır, ben de o zamana kadar daha iyi öğreneceğime söz veriyorum…”

“Peki, bu sözünü unutma!” der Berna gülerek ve onu çekiştirmeye başlar: “Hadiii, eve gidelim! Ben çok acıktım!”

“Evde yemek var mı ki?”

“Sen bize ramen pişirirsen olur!”

“Niye ben pişiriyormuşum??”

“Senin ramenlerin çok güzel oluyor… Hadi be çingucum, yap bir güzellik…”

Kendileri yürümeye devam ederken iki çocuğun neşeli sesleri de yavaşça uzaklaşır…

About hikaruivy

a big fan of shoujo animes/jdramas/kdramas loves to eat, write, read and watch!
This entry was posted in Uncategorized and tagged , , , , , . Bookmark the permalink.

20 Responses to 7. Bölüm

  1. Ser_min says:

    Öhömmm öhömmm. Aklındaki gidişatı bu kadar belli etmesen ne güzel olacak ya!! :D:D:D Çinguuu bu bölüm beni nedense ezdi geçti yani 😀 Nayır nolamazlardayım şuan.

    Sanırım 7. bölüm biraz daha mola verme ve sonraki olaylara ilk adım niteliğinde. Biraz daha durgun ve temel bir bölüm olmuş.

    En bittiğim sahne Jin Ki’nin “Asıl Küçük Prens sensin” dediği dakikalardı. Aşırı duygusallaştım.

    Jung Woo’yu ikna planına bayıldım , ayıldım ve tekrar bayıldım 😀 Berna tam bir tatlı cadı o zamanlarda. “Çok şirin” dedim kendi kendime.

    Sanırım Jin Ki’den sonra en çok üzüldüğüm Min Hee karakteri. Aghhh Caaanımmm!!!

    Sun Yong özüne dönmüş ne mutlu. ama o şapkalarda istenmeyecek birşey değil yani. Bende tuttururdum bana da bana da diye 😀

    8. bölüm bombalarla gelecek gibi duruyor. Artık hayırlısı diyorum yani. Ellerine sağlık 😉

    • hikaruivy says:

      Sermincim çingucum, valla az düşünmedim bu bölümü çevirebilir miyim diye; acaba fener festivaline Jin Ki’yi de dahil etsem mi, Berna’yı kurtaran o mu olsa diye düşündüm durdum… Ama olmadı, çok yapay durdu. Ben de aklımdaki planla devam ettim böyle. Hayırlısı artık… 😛

      Min Hee bu bölümde de kanser olmadıysa bi daha olmaz 😛 Evet, kızcağıza çok yükleniyorum farkındayım, ama sürekli gözleri Jung Woo’nun üzerinde olan bir insan olarak onun duygularını ondan bile önce fark etmesi kaçınılmazdı…

      Ayrıca yetimhane ziyaretlerini de sonuçta bir yere bağlayabildiğim için mutluyum, öhöm öhöm 🙂 Son sahnede ise resmen kendi fantezilerimi yazdım; Türkçe anlamayan birinin karşısına geçip saydırmak ya da aşkını ilan etmek benim de hep isteyip de hiç yapamadığım bişeydir, ahahah 😀

      8. bölüm cidden bombalarla gelecek. Hatta sana mail atıp şarkı sorucam, aklımda bomba bi sahne var, ama uygun müziği bi türlü bulamıyorum.

      • Ser_min says:

        Tamamdır. Ben sana en uygun parça için kolları sıvarım 😉

        Vallahi açıkçası bende hep öyle bir şey istemişimdir. Çok güzel olurdu. Senin var ya… ya da ben seni aslında… diye başlayan cümleleri senin dilinden anlamayan birine söylemek çok eğlenceli. Gerçi bizde var heralde bir tuhaflık seni anlamadığını bile bile aşkını ilan etmenin neresi güzel olur bilemeyeceğim ama şirin olacağı kesin 😀

        Bende dedim orda Jin Ki olsaydı diye ama dediğin gibi gidişatı bozardı. Ne yapalım başka kurtarışlara artık 😀

        Bekliyorum mailini 😉

  2. koredelisi says:

    Ne bölümdü bee… Bir an nefessiz kaldığımı hissettim…
    Canım senin bu senaryon bende bağımlılık yaptı artık bloğa girdiğimde baktığım ilk yer burası, yeni bölüm gelmişmi diye gözünün içine bakıyorum ona göre yani:)

    Araba olayına bayıldım aklımdaki isimden gidiyosun yani jung woo ee daha ne isterim;)
    Berna ne tatlı bir kız yahu çocuklar aşık olmasında napsın…(Bu arada aradaki ayrıntıların çok iyi, şarkı yükselir, kamera arkadakini gösterir felan)
    Jung woo Türkçe öğreniyo yaa canım benim^^
    Bernanın aşkını itiraf etmesini bu kadar çabuk beklemiyodum bu kız benide çok şaşrtıyo:D Bunu türkçe olara söylemesi çok tatlı her ne kadar jung woo anlamasada..
    Vee beni etkileyen bi sürü sahne vardı bu bölümde çok iyi…
    Şu anda saat gecenin üçü ve yarın konferansım var, düşün yani hikaru ne kadar bağımlılık yaptı bende o yüzden acilll 8. bölümmmmm^^

    • hikaruivy says:

      Ahaha, çok sağol deli’cim yorumun için. Konferans gecesi seni meşgul ettiğim için üzgünüm ama bölümü sevdiğin için çok mutluyum valla, yalan yok ^^

      Berna’nın aşkını çok çabuk itiraf ettiği doğru. Ama şunun şurasında 3 bölüm kaldı, o yüzden her şey böyle çabuk ilerlemek zorunda. Son bölümlerde çok şey olacak! Dı-nı-nı-nınnnnn!

      Ayrıca Berna’yı ben de çok şeker buluyorum. Zaten hep söylemişimdir, Kore dizilerinde katlanamadığım tek bir şey varsa o da salak ve her zaman korunmaya muhtaç, mızmız kız tiplemesidir! O yüzden Berna böyle bıcır bıcır, akıllı, kurnaz, şeker bir kız olarak benim de hayallerimin esas kızı oldu 😀 😀 Kendi hayalini kendin yarat, di mi ama??

      Jung Woo’nun da sonunda bencilliğinden sıyrılıp Berna için çabaladığını gördük. Yani artık şu haliyle de Jung Woo sevilmezse ben daha ne yapayım bir yazar olarak… (Jin Ki’ciler, bu taş size :P)

      Şaka bi yana, evet, hem Jung Woo hem de Jin Ki çok çabalıyorlar… Berna da öyle; her ikisi için de çok şey yaptı, yapmaya devam ediyor. Zaten benim aşk-meşk davasından çok aralarında gelişen dostluğu gösterebilme çabam var, bilemiyorum bunu yeterince yapabiliyor muyum… Ama şöyle hafif bir Nobuta wo produce havası yaratmak istedim: Her birinin bir sürü sorunu olan üç çocuk ve onların hayatına girip hayatlarını iyi yönde değiştiren bir kız. Evet, asıl derdim bu; aşk değil…

      8. bölüm en kısa zamanda bu adreste 😉

  3. Lee says:

    Dertliyim işte 😀
    Aklıma Coffee Prince geldi araba sahnesinde 🙂
    Güzel bir bölümü daha geride bıraktı çingu, ama olaylar istemediğim yönde geliştği için pek bir mutsuzum 😀
    Jin Ki diyorum, bir daa da gelmem Davos’a (Hö) :p
    Min Hee’ye ne olacak, Jin Ki ve Mert’e ne olacak. son bölüm dram üstüne dram mı olacak? Meraklardayım ^^

    Yalnız son sahneye açıkçası bayıldım. Berna’nın Türkçe konuşması, Jung Woo’nun adece öğrendiği birkaç şeyle cevap vermesi harikaydı. Özellikle okurken bir yandan da hayal ettim ve ortaya tadından yenmeyecek sahne çıktı, tebrikler! 🙂

  4. akira says:

    bu bölüm Jin Ki’nin yüzünü gören cennetlik gibi bişi olmuş cık olmamış biz Jin Ki severlere bu yapılmaz 😀 acısını 8. bölümde çıkarırsan süper olur 😀

  5. hikaruivy says:

    @Lee, Akira: Evet Jin Ki-severleri hayal kırıklığına uğrattığımın farkındayım sevgili arkadaşlar. Hatta sizin korkunuzdan 8. bölümü bi türlü ekleyemiyorum (dermişim… :P)

    @Lee: Sağol canım, evet son sahne benim de favori sahnem. Hatta nerdeyse sırf o son sahne için yazıldı bu bölüm. Davos’a gel ama sen yine, van minüt! 😀

    Ayrıca daha önce de söyledim, yine söylüyorum, gidişatı beğenmeyenler kendi alternatif senaryolarını yazabilirler (hatta aynı olayları, bu sefer değişik biçimde kullanabilirler mesela, çok da hoş ve ilginç olur bence), sonra buraya ekleriz. Hıı, ne dersiniz?

  6. mydestiny says:

    Selam^^

    Sen finali yapmışsın bile ama ben daha yeni 7. bölümü okudum. Neyse az kaldı. Finali acayip merak ediyorum. Göz nezlesi olmuşum resmen gözyaşlarım süzüle süzüle okudum 😀

    Berna ve Jung Woo çok tatlı!!! Tamam ben artık kesin olarak Jung Woo’cuyum, kararımı verdim 😀 Son sahnelere bayıldım! Berna’nın aşk itirafı şaşırttı beni. Jung Woo anlamadı ama olsun. Berna ne şeker kız yahu 😀

    Min Hee’nin, Jung Woo’nun kendisine olan ilgisizliğini ve Berna’ya olan ilgisini her bölüm bir şekilde farketmesi bir yönden iyi gibi. Sonuçta Jung Woo ona karşı öyle çok duygusal şeyler hissetmiyor ve karşısına geçip bu tarz şeyler söylediğinde Min Hee çok üzülecekti. Min Hee’nin, kendisi vazgeçecek gibi geliyor bana. İlerleyen bölümlerde bakalım nasıl şekillenecek ilişkiler…

    Festival, araba sahnelerini çok sevdim. Çok güzeldi^^

    Ellerine sağlık..

    • hikaruivy says:

      @mydestiny: canım yaa, geçmiş olsun, gözyaşların süzüle süzüle okudun demek… bu aralar herkes hasta zaten, yeni yıl bizim eve de bol bol nezle getirdi 😛

      jung woo’cular arasına bir kişi daha katıldığı için sevinmedim desem yalan olur, jin ki grubu oldukça kalabalıktı çünkü 😉 Bakalım Min Hee dediğin gibi mi yapacak?

  7. masalevi says:

    ah be hikaru nasıl da yazmışsın bu kadar tatlı bir sahneyi böylee.. çocuk tatlı tatlı öğrendiği birkaç kelimeyi söylemeye çalışırken bernacık ilanı aşk etti iyi mi.. resmen gözlerimin önünde canlandı bu sahne. lee min ho karşımda Türkçe bir şeyler söylemeye çalışıyor düşünsene.. bu duygu hiç bir şeyle ölçülemez bence 🙂

    bak takıldım bu sahneye az daha unutuyordum diğer yaşananları 🙂 bernaya araba çarpacakken jung woo’nun o kurtarma sahnesi de çok romantik olmuş amaa.. ben jinkiciydim oysa ki, lee min ho’yu biraz daha böyle tatlı tatlı gülümsetirsen saf değiştireceğim bu gidişle 🙂 bi de mert’e tur rehberi deyişi yok mu hay Allah’ım alem çocuk ya 🙂 ama sen böyle iki tatlı çocuğu rakip yaparsan biz de arafta kalırız böyle iştee 🙂

    “o kadar kusur rahip kızında da olur “esprisi yine damgayı vurdu bölüme 🙂 Türkiye- Kore arasındaki kültürel, dinsel farklılıklar öyle çok ki bernanın her hareketinden bi espri doğuyor adeta 🙂 sen de bunları çok güzel yakalıyorsun amaa 🙂

    mert- min hee ilişkisi ise koyulaşacak sanki.. baya ısındılar birbirlerine.. ben bu ikiliyi hiç düşünmemiştim birlikte, resmen ters köşe oldum 🙂

    ve bu bölümde jin ki yine üzüldü 😦 hikaru bi bölümde mutlu et şu çocuğu ya, bi bölümcük gülsün yüzü amaa.. playboy dedik, havalı dedik çocuk bi aşık oldu yamuldu valla 🙂 bi de annesi var ortada.. yine kuzucuumu dram dolu günler bekliyor bence ya hayırlısı..

    jin ki ağacın altında küçük prens’i okurken tamam dedim gerçekten bir kore hikayesi okuyorum şu an.. masal karakterlerini falan bu küçük insanlar o kadar seviyor ki, artık bu kahramanlar olmadan dizilerin tadı çıkmıyor sanki.. jin kinin hikayeden alıntıladığı güzel cümlelerse tat katıyor dizimize.. tekrar tebrikler 🙂

    bu arada yarın sınavım var ve burada saat 1 şu an 🙂 ama sen “sen bitirince hikayeme başlayacağım” dediğin için hemen okudum yeni bölümü 🙂 yeni hikayeni de şimdiden merak ediyorum bu arada.. neyse Türkiye’den iyi geceler^^ kendine iyi bak..

    • hikaruivy says:

      bence de masalcığım, lee min ho’nun türkçe konuşmaya çalışması kadar tatlı bişi’ olamaz! zaten şimdi bile karşısında eriyip bitiyoruz; gerçekten böyle bir sahnede oynasaydı sanırım 15-35 yaş arası tüm Türk kadınları kendisine âşık olurdu 😀 😀 😀

      jung woo’yu sonunda senin de seveye başlamana sevindim 🙂 evet, madem hikâyemizde bol bol yakışıklı var, her birini birbirinden sevimli yapmalıyım ki iyice kafanız karışsın! yaşasın kötülük! 😛

      mert ve min hee şimdilik sadece arkadaş. ileride ne olur bilemem 🙂 ama mert’in hikâyedeki rolü biraz daha belli oldu sanırım, hı?

      jin ki’cikse hep üzülüyor, di mi… evet, sanırım ilk senaryo denemem olması sebebiyle jin ki’ye biraz fazla yüklenmişim; bilseydim onun da mutlu sahnelerini daha çok yazardım 😛 ama şimdilik en azından küçük prensin evcilleştirdiği bir tilki oldu ki, bu da az değil… berna’yla jin ki arasında başka kimseyle olmayan bir bağ var…

      bu arada, evet, küçük prens bence de diziye çok yakıştı. senin de dediğin gibi, korelilerin masallara karşı özel bir sevgisi var, o yüzden bir çocuk kitabını hikâyede kullanmak benim de çok içime sindi. ayrıca küçük prens’e bayılırım; her sayfasında inanılmaz hayat dersleri vardır… hikâyeye de cuk oturdu. şanslıyım, ne diyim 🙂

      sınavlarında başarılar tatlım… ayrıca sen bakma bana, ne zaman vaktin olursa o zaman oku, kızmam ben, haha 🙂 😀 sevgiler, ii geceler ^^

  8. Arzu says:

    çok güzeldi berna akıllıklık yaptı ona türkçe olarak hoşlandığını söleyerek ben olsam bende öle yapardım
    Fener festivalı bende gitmek çok istiyorum ama maalesef nerde seul e gitmek belki günün birinde berna gibi hayallerim gerçek olur
    Ellerine sağlık…

    • hikaruivy says:

      @Arzu: Beğendiğine sevindim canım ^^ Evet ben de olsam öyle yapardım sanırım 😀 Ne güzel,hem duygularını itiraf ediyorsun, hem de karşındaki anlamadığı için rezil olmuyorsun, bir taşla iki kuş 😀 😀 Fener festivalini ben de görmek isterdim doğrusu… Günün birinde gidebilmek dileğiyle 😉

  9. makinosev says:

    jin ki’nin annesiyle yüzleşmeden önce kurduğu son rüya çok komikti yarıldım gülmekten, fikir harikaydı zaten “berna da sen bir dahisiiin” dedi noktayı koydu ahahhah 🙂
    mert’e bravo min he’yi accık daha soğutsun jung woo’dan mümkünse… min hee’de hayatını boşa harcamasın yazık kıza 🙂
    gün geçmiyor ki bir bölümde daha drama klişilerinden en sevdiğimiz sahneleri görmeyelim 🙂 araba sahnesi 10 numara olmuş 😀
    “bu takip olayı da bağımlılık yapmaya başladı heee” 😀 … berna beni öldürüyor gülmekten 😀 ideolümsün berna-şii 😀
    gelelim en önemli sahneye…
    memnun oldum!!!!!!!!!!!!!!! … yirim ben bu sahneyiiii 😀 Akıllı çingum benim ne güzel lafı yapıştırmışsın 🙂 eline sağlık yine harika bir bölüm olmuş 🙂 işler benim istediğim gb şekilleniyor nıhahahah 😀

    • hikaruivy says:

      @makino: hahah, tipik jin ki, öyle değil mi? 😉 çapkındır ama sevimlidir kerata 😀 😀

      min hee klasik fedakar hatun maalesef… şahsen üzülürüm öyle kızcağızlara; kendi hayatlarını sevdikleri adamınkine endeksli yaşarlar… evet, mert sayesinde biraz silkinip kendine gelecek 😀 😀

      ahaha, araba sahnesini fark etmesen şaşardım 😀 evet şekerim, her zaman dediğim gibi, “mühim olan klişelere düşmemek değil, o klişeleri nasıl kullandığındır!” imza: hikaruivy dostoyevski! 😛 😛

      ve ve ve “memnun oldum” sahnesi! ahhh, o sahneyi nasıl eriyerek yazdım anlatamam 😀 😀 yukarıda yorumların birinde daha demiştim sanırım, resmen kendi fantezilerimi yaşattım yaa: lee min ho türkçe konuşuyor! 😀 😀 ah var ya, bu senaryonun filme çekilmesini sırf o sahne yüzünden istiyorum, deli gibi istiyorum! 😀 😀

      beğendiğine sevindim tatlım ^^ ilerleyen bölümlerde (ve inşallah en kısa zamanda eski foça’da bir pansiyonda :P) görüşmek üzere 😉

  10. Yangıııııın vaaar! diye bağırasım geldi. Sen ne acımasız ne vurdumduymaz ne çingular ne derse desin ben Jung Wooma bakarım arkadaşcıymışsın meğer 😛 Sana burdan kocaman ;Hanım hanım Jin Kim benim ilk göz ağrım demek istiyorum (:

    Çocuğu annesi bırakmış, aşık olduğu kız arkasından bıçaklamış, ortalarda bırakmış bir de sen vur tabi. Eğlence ortamlarına bu çocuğu sokmadığını görmüyor muyuz biz? Sorarım sana yavrucak ya gizli gizli geliyor ortama ya da örtüyor yorganı odasında ağlıyor küçük osman misali. Festivale kuzumuda götürsen 2 fenerde o görse nolurdu ha nolurdu (: Resmen kinlenmişim sana bak bildiğin dizi senaristlerini çekiştirdiğim gibi çekiştiriyorum seni hehe ^^

    Şimdi bu Mert bey neden birden kendini Berna’dan uzaklaştırdı bakayım? Kız heyecanla ortamlarda koşarken hep mesafe vardı aralarında. Bir de Min Hee’ye yaklaştırmalar efendim nasıl olsa Jung Woo Berna’yı alacak biz eli boş kalmayalım modu falan mıdır? Çok kızdım çoook!

    Bu arada Sun Yong aynı ortama Yoon Ah ve Berna’yı soktuğunda kız Laaaaaaps! diye kahve falına bakan büyücü türk sen buralar falan diye neden şaşırmadı (: Keşke şaşırsa sonra olaylar gelişse Sung Yong olayı düzeltcem derken işler iyice karışsaydı da Jung Woo bir anda kahramana dönüşmeseydi anacım. Buradan Mert Beye de sesleniyorum. Bak aslanım Kore’de yaşıyorum diye ne bu durumlar bakayım? Türk erkeği dediğin olmayan ateşten duman çıkarıp mahallede ki görmediği komşusunun kızının bile namus bekçiliğini yapması gerektiği inancıyla doğmuştur. Önünde elin Jun Woo’su kıza neler yapıyor sen hala fener peşindesin cıkcıkcık !

    Son olarak Jin ki gülsün Dünya gülsün diyerek Ser_min e sonuna kadar katılıyorum ^__^

    • hikaruivy says:

      @OhYoonJoo: Ahahah, dur dur, nolur kıyma bana! Evet klasik Kore senaristleri gibi oldum; 2. adama gene acı çektirdik, affedin beni! 😛 😛 Küçük Osman benzetmesi de son derece yerinde olmuş, muhahaha! 😀 😀 Ama daha umut var, kısmet diyelim 😛 😛

      Eğlence ortamlarına Jin Ki neden girmedi diye sorarsan Saray gezmesi muhabbetinde Min Hee-Jung Woo, Mert ve Berna’dan oluşan dörtlümüz double date’e çıktıkları için yine aynı durum söz konusuydu; sadece bu defa yine bir çift olan Yoon Ah-Sun Yong’u aldılar aralarına. Jin Ki gelirse sap kalacaktı 😛 😀 Ha tabii eski kırıklarından birini alırdı almasına ama galiba çocukcaaza haber vermedi bizim hainler 😛 O kısmı bana değil onlara sor sevgili çingu 😀 😀

      Mert hakkında peşin hükümlü olmayalım lütfen; çocukcağız arkadaş canlısı, hem Berna’ya hem de Min Hee’ye eşit mesafede davranıyor. Hemen günahını alma zavallının 😛 Yoon Ah’a gelince; Sun Yong’la sevgili olduktan sonra kendisine oynanan oyunlardan haberdar olmuş, ama buna gülüp geçmiştir diye düşündüm. Ama bunu yazıda belirtmedim; okuyucuların takdirine bıraktım 🙂 Kim bilir, belki de öyle olmadı ve Berna’yla Sun Yong’a biraz kızdı! Ama benim tanıdığım Berna ve Sun Yong onun gönlünü almayı bilmiştir 😉 (Hem gül gibi Lee Seung Ki’yi kaptı, daha noolsun? 😀 :D)

      Muhahah, Mert’i mahalle delikanlısı tribinde düşünüyorum da bayaa komik geliyor! 😀 😀 Ama Berna gibi özgürlüğüne düşkün bir kız kolay kolay kendine abilik yaptırmaz, orası da bir gerçek…

      “Jin Ki gülsün dünya gülsün!” Sırf sizin için bir special bölüm yazacağım ve sloganım bu olacak arkadaş! Bak na buraya yazıyorum, hehe 😀 😀

  11. Bunu sana hatırlatırım büyük bir keyifle çingu ^^

Leave a comment