2. Bölüm

Mozart – Türk Marşı

Clazziquai – Wizard Of Oz

Clazziquai – Gentle Giant

Lee Han Na & 2nd Moon – Prologue

Low End Project – Love and the moon

Taru – Chocolate

zitten – feel alright

Joshua Radin – They bring me to you

Sahne 1: (Berna’nın odası, Jung Woo’nun odası, salon) Berna havluya sarınmış, kafasına da bir saç havlusu sarmış olarak yüzünde bir şok ifadesiyle yatağının üzerinde oturmaktadır. Birden yüzü ağlamaklı bir hale gelir.

“İnanamıyorum yaaa… Gördü beni! Elin Koreli herifi çıplak gördü beniiii! Gitti namus, gittiiiii!” diye dizlerine vurmaya başlar. Sonra üzüntüyle yatağa doğru devrilir.

Jung Woo ise kendi odasında kendi yatağının üzerinde aynı şok ifadesiyle oturmaktadır. Flashback’le, Berna ve kendisinin göz göze gelme sahnesi, ardından Berna’nın çığlığı basması tekrar yayınlanır. Jung Woo yüzünü ekşitir, ellerini yüzüne götürür, rahatsız olmuş bir biçimde:

“Dün gece odasının kapısının kilidi için çıkardığı yaygara yalanmış hanfendinin,” diye kendi kendine söylenir, “Baksana, banyonun kilidi var ama kilitlememiş salak! Kilitlemiş olmayı akıl etse ne o ne de ben bu rezil duruma düşmezdik…”

Sonra ani bir hareketle ayağa kalkar, üzerine bir gömlek geçirip odadan çıkar.

O sırada apartman kapısı açılır, gelen Sun Yong’dur.

“Merhabaaaa, evde kimse var mıııı?” diye neşeli bir sesle eve dalar. O sırada fırtına gibi kapıdan çıkmak üzere olan Jung Woo ile çarpışır. Sun Yong: “Hyung! Bu ne acele??” diye ona seslenir, ama Jung Woo hiçbir şey demeden evden dışarı çıkar. Sun Yong şaşkın şaşkın arkasından bakakalır.

Sahne 2 (Dış Mekan) Jung Woo elleri cebinde, canı sıkkın bir biçimde yürürken telefon çalar. Jung Woo telefonu açar. Arayan Min Hee’dir.

“Oppa, nasılsın? Bana olan öfken geçti mi?” der Min Hee üzgün bir yüzle. Jung Woo bir şey demez. Min Hee yine üzüntüyle:

“Çok özür dilerim, seni kırmak istememiştim, ben sadece yardım etmeye çalışıyordum,” der. Jung Woo bu kez sert bir sesle:

“Yardımına ihtiyacım yok,” diye onu tersler. “Bir daha para ve babamın borçları mevzularını açma lütfen…”

Böyle deyip “şimdilik hoşçakal” diyerek telefonu kapatır. Min Hee hattın diğer ucunda “Oppa?? Oppa?” diye birkaç defa seslenir, sonra o da hayalkırıklığı içinde telefonu kulağından indirir.

Bu arada Jung Woo’nun yürümeye devam ettiğini görürüz. Bir sokağın köşesini döner; ileride sarı boyalı tek katlı bir bina görünür. Bahçesinde çocuklar oynamaktadır. Küçük çocuklardan biri onun geldiğini görür.

“Jung Woo hyung-nim geldiiiii!” diye bağırarak ona doğru koşmaya başlar. Diğer çocuklar da bağırışarak ona doğru koşarlar. Jung Woo yüzünde bir gülümseme ile diz çöker, onlara sarılır, cebinden çikolatalar çıkarır.

Sahne 3 (Berna’nın odası, mutfak, salon) Berna yatakta gözleri açık bir biçimde üzgün üzgün durmaya devam etmektedir. Sonra birden kaşlarını çatar, yerinde doğrulur:

“Amaaan, neyse ne! Olanla ölene çare yok! Ben şimdi kendi işime bakayım…”

O sırada karnından gürültülü bir guruldama yükselir. Berna hemen karnını tutar.

“Off, çok acıktım yaaa…” diye mırıldanır. Sonra birden gülümser: “Bu akşam kendime şöyle doğru dürüst bir ziyafet çekeceğim! Dur bakayım, ne der Koreliler? Evet: Aja aja fightinng!!”

(Neşeli Türk marşı gir) Hızlı çekim: Berna’nın mutfakta yumurta kırıp çırpmaya başladığını, bir başka tencerede bir şeyler kaynattığını, sonra fırına bir şeyler sürdüğünü falan görürüz. Böyle uzunca bir sahneden sonra, en nihayet salondaki ufak masanın üzeri sıra sıra Türk yemekleriyle dolmuştur.

Kamera sırayla masadaki yemekleri ve tabakları çeker, sonra yüzü gururla parlayan Berna’nın üzerinde durur. O sırada Sun Yong kapıdan başını uzatır, keyifle kokuyu içine çeker.

“Berna-sshi, yemek mi yaptın?”

“Evet, hadi gelsene,” diye onu çağırır Berna. “Birlikte yiyelim diye çok fazla pişirdi ben.”

Sun Yong sevinçle salona gelir. Masanın üzerinde çeşit çeşit yemekleri görünce neşeyle el çırpar:

“Oooo, yemeklere bak! Süpersin sen Berna-sshi!”

O sırada apartman kapısı açılır, bezgin bir yüzle Jin Ki içeri girer. Berna neşeyle:

“Jin Ki-sshi, yemek yiyor biz, sen de gelsene,” diye onu davet eder.

Jin Ki yorgunca gülümseyip Berna ve Sun Yong’un yanına gelir. Onun yüzüne bakınca kaşının üzerindeki yarayı fark eden Sun Yong:

“Hyung! Senin yüzüne nooldu??” diye bağırır. Jin Ki elini sinek kovar gibi sallar:

“Yok bir şey! Benim manitalardan birinin eski sevgilisiyle itiştik biraz…”

Berna ve Sun Yong göz göze gelirler, “hımm, nazik bir konu” anlamında baş sallayıp gözlerini devirirler.

Bu arada Jin Ki yemeklere yumulmuştur bile. Ağzı dolu dolu:

“Ooo, bu süpermiş!” diye yemeklerden birini işaret eder. “Bu ne eti Berna?”

“Dana eti,” der Berna. “Türkiye’den getirdiğim baharatlarla yaptı ben. O yüzden size değişik gelebilir…”

“Süper olmuş… Bir keresinde çok lüks bir lokantada köpek eti yemiştim, ondan bile iyi olmuş.”

Jin Ki sevimli bir biçimde gülümserken kamera Berna’nın yüzüne zum yapar, Berna’nın yüzü tiksinti ve şokla yamulmuştur: “Köpek mi?!”

“Vaaooov, bu pirinçleri çubukla yemek imkânsız!” der Sun Yong da. “Bu kızarmış pirinç mi Berna-sshi?”

“Pilavı böyle yapar biz,” diye ona gülümser Berna. “Önce kızartır, sonra pişirir biz. Bir de pirinçler tek tek olmalı (tane tane’nin Korece’sini bilmiyordur diye tahmin ediyorum 😀 )”

“Very niceee!” der Sun Yong ve chopstick’lerden düşen pirinç tanelerini elleriyle toplayıp ağzına atar. Berna gülerek ona çatal uzatır.

(Neşeli müzik: Wizard of oz) Üç çocuğun masada keyifle yemek yemesine dair sahneler. Yemekleri beğenerek yediklerini, sonra Jin Ki’nin az baharatlı bir sebze yemeğine wasabi eklemesini, Berna’nın bir tadınca ağzının yanmasını, gülüşmelerini, en sonunda da Berna’nın mutfaktan tatlı getirip “bakın bu da var” diye tanıtım yapan bir manken gibi onlara sunmasını izleriz.

En sonunda masadaki bütün tabaklar boşalmış, üçü de sandalyelerinde kaykılmış vaziyette oturmaktadırlar.

“Ölüyoruuuum!” der Sun Yong göbeğini ovuşturarak. “Sanırım parmağıma iğne saplamam gerekecek… Berna-sshi, çok teşekkür ederiz ama bir daha böyle güzel yemekler yapma!”

“Kızarmış pilav yaparsan ben her gün yerim,” der Jin Ki çapkın bir gülüşle. Berna ona sevinçle gülümser: “Yapar ben tabii! Beğendiğinize çok sevindi ben…”

O sırada kapı açılır, Jung Woo içeri girer. Berna rahatsız olmuş gibi gözlerini kaçırır. Jung Woo yemek masasına kaçamak bir bakış atar, sonra “merhaba” diye mırıldanıp kendi odasına doğru ilerler. Sun Yong arkasından bağırır:

“Jung Woo Hyung! Berna-sshi çok güzel yemekler yapmış, sen de yesene!”

Jung Woo bir an durur, sonra arkasını bile dönmeden:

“Aç değilim, size afiyet olsun,” deyip odasına geçer.

Sun Yong ve Jin Ki birbirlerine bakarlar, sonra omuz silkip önlerine dönerler. Berna ise:

“Eee, şimdi ne yapıyor biz??” der merakla. “Akşamları siz nasıl eğlenir??”

Sun Yong:

“Bazen karaokeye gideriz, bazen sinemaya… Bazen de arkadaşlarla dışarı çıkarız…”

“Ya da kızlar buraya gelir, sabaha kadar içip eğleniriz,” diye yine çapkınca gülümser Jin Ki. Berna sabırsızca elini sallar:

“Bunları geçin! Ben Türkiye’deyken bana yazdığınız maillerde ne dediğinizi unuttu mu?”

Jin Ki ve Sun Yong merakla birbirlerine bakarlar, sonra “bilmiyoruz” diye bir ifadeyle Berna’ya bakarlar. Berna heyecanla sıralamaya başlar:

“Play station! Xbox! Call of Duty?? Pes??”

Sun Yong ve Jin Ki aynı anda: “Haaaa!” diye anladıklarını belirtirler; Berna’nın gözleri muzip muzip ışıldar: “Hadi o zaman??”

Sahne 4 (Jung Woo’nun odası, salon) Jung Woo masasında, kulağında MP3 player’la ders çalışmaktadır. Sonra elindeki kalemi bırakıp kulağındaki kulaklığı çıkarır. Çıkarır çıkarmaz da içeriden gelen gülüşmeler, ve: “Haydi, yapabilirsin!” “Koş Berna koş!” “hayıııırrr!” diye heyecanlı sesler dikkatini çeker.

Kapıyı aralayıp merakla içeriye bir göz atar. Odasının kapı aralığından kanepede oturmuş üç çocuğu yarım yamalak görebilmekte, ama ne yaptıklarını anlayamamaktadır.

Merakına yenilerek dışarı çıkar, mutfağa gidiyormuş gibi yapıp çaktırmadan koridordan ilerler. Üçü de kendilerini oyuna o kadar kaptırmışlardır ki, Jung Woo’yu görmezler bile. Onların arkasından geçerken oynadıkları oyun Jung Woo’nun da ilgisini çeker, merakla arkalarından yaklaşır. Kanepenin arkasında durup ekrana bakmaya başlar. Gamepad’lerden birisi Berna’nın, diğeri Jin Ki’nin elindedir; ikisi dilleri bir karış dışarıda oyun oynarken (kamera televizyonu da gösterir; ekranda bir futbol oyunu vardır), Sun Yong da heyecanla “Hadi! Hadi!!” diye tezahürat yapmaktadır. Derken bitiş düdüğü duyulur ve Berna: “Heyooooo!” diye bağırarak havaya zıplarken Jin Ki ve Sun Yong hayalkırıklığı içindedirler; Sun Yong alt dudağını öne çıkarıp çocuk gibi somurtur, Jin Ki ise oflayarak başını geriye atar. O sırada gözü arkalarında ayakta dikilmekte olan Jung Woo’ya ilişir:

“Oh, Jung Woo!” der hemen, “Gelsene, bir sefer de sen oyna.”

“Hyung! Gel kurtar biziiiii!” diye ellerini ona doğru uzatır Sun Yong: “Bu kız ikimizi de mahvetti! Beni 6-2, Jin Ki’yi ise 8-1 yendi!”

Jung Woo alaycı bir “hıh”lamayla sırıtır: “8-1 mi? Yuh! Utan oğlum, utan…”

Jin Ki uyuz uyuz dudak büker: “N’apiyim, çok şanslıydı…”

“Şans mı??” diye feryat eder Berna. “Yuh! (Bunu Türkçe söylemiş olmalı 😀 ) En güçlü takımı sana verdi ben, sen Inter’le oynadı, bense Galatasaray’la!”

Jung Woo’nun da ilgisini çekmiştir bu muhabbet, üçünün oturduğu kanepenin başına gelir, Sun Yong hemen yerinden kalkıp yerini ona verir. Sonra Berna’ya:

“Berna, Jung Woo’yu da yenersen senin gücünü kabul ederiz,” diye konuşur, “Aramızda bu oyunu en iyi oynayan Jung Woo Hyung’dur!”

Berna sırıtarak gamepad’ini kavrar: “Tamam, eğer korkmuyorsa gelsin!”

Jung Woo yarı alaycı yarı şaşkın: “Kim?? Ben mi?? Bir kızdan mı korkacağım??” der; sonra Jin Ki’nin elindeki gamepad’i koparır gibi elinden alır. “Hadi başlayalım bakalım!”

(Clazziquai-Gentle Giant) İkilinin oyun oynama sahneleri. Her ikisi de çok heyecanlı, kendilerini kaptırmış bir biçimde oynuyorlar. Berna’nın gol attığı  sahnelerden sonra üç oğlanın yüzünde bir “ah beee…” ifadesi, Jung Woo’nun gol attığı sahnelerde ise hi five yapmacalar, Sun Yong’un neşeyle yerinde zıplaması vs.. gelir ekrana.

Oyunun son dakikaları, maç 4-4 beraberedir. Sun Yong ve Jin Ki: “Hadi Jung Woo! Hadi bir gol daha! Hadi!” diye onu gaza getirmektedirler. Jung Woo’nun oyuncusu ayağında topla rakip ceza alanına doğru koşarken birden Berna şık bir hareketle topu onun ayağından alır; hızlı bir kontratakla Jung Woo’ya bir gol daha atar! Sun Yong, Jin Ki ve Jung Woo aynı anda: “Hayırrrr!” diye bağırırken düdük çalar, maç biter. Berna sevinçle oturduğu yerden zıplar. Türkçe olarak bağıra bağıra kendi kendine tezahürata başlar:

“Yupppiiiii! Nasıl koydu Berna kocamaaaaaan, kocamaaaaan, kocamaaaaan!”

Üç oğlanın kendisine şaşkın şaşkın bakmakta olduğunu görünce (Sun Yong’un ağzı yarım karış açıktır, yüzünde eblek bir ifade vardır) birden kendine gelir, yeniden şirin kız havasına bürünür:

“Eheh… Yani, nasıl yendi ben, güzel yendi, değil mi?”

Ve otuz iki dişiyle birden sırıtır.

Sahne 5 (Mutfak-salon) Jung Woo mutfakta, buzdolabında kendine ait olan yiyecekleri çıkarmaktadır. O sırada lavabodaki bulaşıklara gözü takılır; somurtarak yüzünü buruşturur. “Bu kız da bizimkilerle aynı kumaştan çıktı…” diye kendi kendine söylenir. Sonra gözü mutfak masasındaki Berna’nın yaptığı yemeklerin kalanlarına takılır; iştahla yutkunur, ama başını sallayıp gözlerini kaçırır, yeniden buzdolabı rafındaki kendi yiyeceklerine bakınmaya başlar…

Bu sırada Berna, bir yanında Sun Yong, diğer yanında Jin Ki ile kanepede oturmuş, her birinin elinde dondurma kaseleri ile TV izlemektedirler. TV’de bir korku filmi vardır. Sun Yong tırsak bir ifadeyle kanepede büzüldükçe büzülmektedir. Hatta ellerini yüzüne kapatır; filmi parmaklarının arasından izlemeye başlar. Berna ise esnemektedir. Sonra gözü sağ tarafında oturan Sun Yong’a takılır, onun korkmuş hallerini görüp sırıtır. Sonra aniden onun üzerine eğilip:

“Bö!” diye bağırır.

Sun Yong kız gibi ince bir sesle çığlık atarken Berna kahkahadan kırılmaktadır. Sonra:

“Sen çok komik Sun Yong yaaa… Sen kaç yaşında?? Agucuk gucucuk (evet bu kısım Türkçe :D)…” diye onunla dalga geçer, eliyle saçlarını karıştırır. Sun Yong bozulmuştur:

“Ne var yaa? Ben korkmadım ki, o çığlık sen aniden bağırdın diye refleks olarak çıktı…”

“Hı hı, tabii…” der Berna ve yine sırıtarak dondurmasını yemeye devam eder. Jin Ki ise yüzünde tuhaf bir ifadeyle onu süzmektedir:

“Sen çok acayip bir kızsın Berna… Normal bir kız değilsin…”

Berna şaşkınca ona döner: “Nasıl yani?”

Jin Ki dudak büker: “Yani… Normal kızlar futbol oyunu oynamazlar. Hele hele erkekleri hiç yenemezler! Sonra, normal kızlar korku filmlerinden korkarlar, hatta erkek arkadaşlarının arkasına saklanırlar (sesini inceltir, korkmuş bir kız taklidi yapar) “Oppa, beni koru!” falan derler…”

Berna bir kahkaha patlatır: “’Oppa, beni koru’ mu?? O ne yaa?”

Sonra Jin Ki’nin omzuna elini atar, pat pat vurur:

“O zaman ben normal bir kız değil Çingu. Beni böyle kabul edin!”

Sun Yong ve Jin Ki aynı anda heyecanla bağırmaya başlarlar. Berna şaşkınca bir ona bir de öbürüne bakar:

“N’ooldu şimdi?”

“İşte bu, işte bu!”

“Bahsettiğimiz buydu!” der Jin Ki. “Sen çok rahatsın Berna. Bir kız, bir erkeğin omzuna elini böyle atmamalı…”

Berna tuhaf tuhaf bakar: “Neden ki??”

“Çünkü yanlış anlaşılabilirsin!” der Sun Yong. “Kızlar erkeklerden çekinmeli, onlara dokunmamalı. Hatta bir erkek de bir kıza böyle rahatça dokunamaz.”

Berna “Haaa, anladıııııım…” der, sonra şirin şirin gülümser: “Ama bizim orda bu böyledir. Kız veya erkek fark etmez, yakın bulduğumuz arkadaşlarımızla böyle şakalaşır biz.”

“Neee? Cidden mi?” der Sun Yong şaşkın şaşkın. Berna doğal bir tavırla:

“Tabii, Avrupa’da, özellikle Akdeniz ülkelerinde böyledir,” der. Jin Ki çapkınca gülümser:

“Sakın senin  bana dokunma isteğin benim çok yakışıklı oluşumdan kaynaklanıyor olmasın??”

Berna’nın gözlerinde bir öfke kıvılcımı çakar; sonra zoraki bir gülümsemeyle İngilizce:

“Hayır canım, alâkası yok,” diye cevap verir. “Ben senin gibi kız tipli (girly) erkeklerden hoşlanmam zaten…”

Böyle deyip aldırmaz bir havayla kanepeden kalkar, kendi odasına doğru yürümeye başlar. Sun Yong: “Puhaaaa! Girly dediiiiii!” diye bir kahkaha patlatırken Jin Ki fena halde bozulmuştur, kaşı gözü seğirerek: “Kız tipli mi? Ben mi? Hayır agasshi, benim gibi erkeklere baby face derler, tamam mı??” diye Berna’nın arkasından bağırır. Berna da: “Hı hı…” diye mırıldanıp kendi kendine sırıtır.

Berna odasına girmek üzereyken mutfaktan gelen gürültüler dikkatini çeker, azıcık daha yürüyüp başını mutfaktan içeriye doğru uzatır.

Jung Woo büyük bir iştahla Berna’nın pişirdiği akşam yemeğinden kalan yemeklere yumulmuştur!

Berna kıkırdar, sonra ses duyulmasın diye elini ağzına kapatır. Kendi kendine gülümseyerek odasına girer.

Sahne 6 (Değişik mekânlar) Günler geçmektedir. Berna’nın amfide ders dinlemesini, ciddi bir yüzle not almasını, Min Hee’yle yemekhanede ellerinde tepsilerle yemek yiyip gülüşmelerini izleriz. Evde ise Sun Yong ve Jin Ki ile birlikte yemek masasında konuşa gülüşe yemek yemektedirler. Bu arada Jung Woo kendi yemeğini alıp odasına geçmekte, bir yandan ders çalışıp diğer yandan yemek yemektedir. Berna o odasına geçerken ona tip tip bakışlar atar, belli ki içinden: “İnek lan bu…” diye düşünmektedir. Müzik devam ederken Sun Yong ve Jin Ki’nin hayatlarından da kesitler görürüz: Sun Yong voleybol antremanında, Jin Ki ise sahnede görünür.

Sahne 7 (Spor salonu) Sun Yong voleybol maçı yapmaktadır. Kenarda bağırıp çağırarak taktikler veren koçu görürüz. Sun Yong iyi oynamakta, sık sık hücumlarıyla rakip takıma zor anlar yaşatmaktadır. Birkaç smacını ve takım arkadaşlarıyla sevinmesini izleriz. Yine rakip takımın servisini beklerken Sun Yong’un gözü ilgisizce tribünlere kayar. Tekrar önüne dönerken birden gözleri faltaşı gibi açılır, tekrar tribüne bakar: Antremanı izleyen seyirciler arasında, iki kız arkadaşının ortasında oturan Yoon Ah’ı görmüştür! Yüzüne sevinçli ve şaşkın bir ifade gelip yerleşir. Kendini zorlayarak tekrar oyuna dönmeye çalışır. Fakat kendisine atılan bir pası kaçırır. Koçun öfkeyle ona bağırdığını duyarız. Sun Yong kaşlarını çatar, tekrar kendini zorlayarak oyuna konsantre olmaya çalışır. Bir sonraki hücumda iyi bir smaç basar. Sevinçle, ve çaktırmamaya çalışarak tekrar Yoon Ah’ın oturduğu sıralara göz atar. Fakat Yoon Ah’ın oturduğu yer boştur! Yüzü üzüntü ve panikle karışan Sun Yong sağına soluna bakınmaya başlar; sonra, ayaklanmış gitmekte olan Yoon Ah ve iki arkadaşını tribünlerin başında görür. Tam o anda bir ses:

“Dikkaaaat!” diye bağırır.

Sun Yong kafasını kaldırıp baktığında, tam suratına doğru büyük bir hızla gelmekte olan voleybol topunu korkudan donup kalmış bir şekilde seyreder. Topun açısından Sun Yong’un şaşkın suratına doğru ağır çekim yaklaşmasını izleriz.

Sert bir çarpma sesi duyulur. Yoon Ah korkuyla sahaya bakar.

Yere yapışmış Sun Yong’u görürüz. Burnu kanamaktadır. Sendeleyerek doğrulmaya çalışır. Görülmediğini umarak tribünlere zavallı bir bakış atar; Yoon Ah’la göz göze gelirler. Zoraki gülümsemeye çalışır. Eliyle “OK” işareti yapar; yanına gelen arkadaşlarına “İyiyim ben, merak etmeyin…” der. Ama burnunu tuttuğu elinden kanlar sızmaktadır. Arkadaşları onun koluna girerek revire giderlerken Yoon Ah üzüntüyle onun gidişini izler.

Sahne 8 (Jin Ki’nin okulu) Jin Ki bir başka süslü kızın omzuna kolunu atmış şekilde kalabalık bir grup öğrenciyle birlikte okulun merdivenlerinden inmektedir. Kızla konuşup gülüşmekte, kızsa ona cilve yapmaktadır. O sırada arkadan bir ses duyulur:

“Jin Ki-ya!”

Jin Ki dönüp baktığında orta yaşlı bir kadının kendisine seslendiğini görür. Jin Ki’nin yüzündeki gülümseme silinir, yüzüne bir tiksinti ifadesi yerleşir. Kıza bir şeyler söyler, kız dudak büküp şaşkınca biraz uzaklaşır. Jin Ki hızlı adımlarla orta yaşlı kadının yanına gelir:

“Ne istiyorsun??” diye sertçe sorar.

“Merhaba Jin Ki…” der orta yaşlı kadın sevecen gözlerle. Jin Ki’nin yüzündeki sert ifade daha da sertleşir:

“Sana buraya gelmemeni söylememiş miydim??”

“Gelmek zorundaydım, çünkü eve disiplin cezası aldığına dair bir kâğıt geldi, biriyle dövüşmüşsün,” der kadın. Onun da yüzündeki gülümseyen ifade silinmiştir, şimdi üzüntülü gözlerle bakmaktadır: “Jin Ki-ya, neden böyle yapıyorsun? Böyle yaparak beni daha fazla üzeceğini zannediyorsun belki, ama aslında zararın kendine dokunuyor!”

Elini uzatıp Jin Ki’nin kolunu tutacak gibi bir hamle yapar, fakat Jin Ki sert bir hareketle kendini kurtarır, arkasını dönüp gitmeye hazırlanır. Kadın:

“Jin Ki! Gitme dur, biraz konuşalım! Oğlum! Jin Ki-ya!”

Diye seslenince Jin Ki korkunç bir sesle kükrer:

“Bana oğlum deme! Bir daha seni burda görmek istemiyorum! Anladın mı??”

Ve arkasını dönüp uzaklaşır. Annenin yüzünde çaresiz bir ifadeyle oğlunun arkasından baktığını görürüz. Gözlerinde yaşlar tomurcuklanmıştır…

Sahne 9 (Spor salonunun soyunma odası) Sun Yong üzgün gözlerle oturmakta, burnuna soğuk kompres yapmaktadır. Arkasında soyunup giyinen takım arkadaşlarını görürüz. Sonra koç odaya girer, diğer oyunculara ufak-tefek bir şeyler söyleyerek ilerler, Sun Yong’un yanında durur. Sun Yong başını kaldırır, koçu görünce toparlanır.

“Sun Yong, bugünlerde kafanın çok dağınık olduğunu görüyorum,” diye söze başlar koç. “Sen aslında çok iyi bir oyuncusun, fakat konsantrasyon problemin çok fazla… Seni üzen bir şey mi var?”

Sun Yong gülümsemeye çalışır:

“Hayır efendim, yok öyle bir şey!”

Koç inanmaz gözlerle onu süzer:

“Emin misin? Bak, bir sıkıntın varsa bana anlatabilirsin, ben sizlere yardımcı olmak için varım…”

Sun Yong bir an durur, sonra tekrar başını iki yana sallayıp gülümser:

“Hayır efendim, bir şey yok… Çok teşekkür ederim yine de…”

Koç ciddileşir:

“O halde senden daha sıkı çalışmanı istemem lâzım…” der. “İki hafta sonra grup maçlarımız başlıyor. İlk iki maç çok önemli… Eğer ilk maçın tarihine kadar senin bu konsantrasyon problemini çözmüş olduğunu hissedemezsem seni ilk 6’dan çıkarmak zorunda kalacağım…”

Böyle deyip Sun Yong’un omzunu pat patlar; sonra ayağa kalkıp uzaklaşır. Sun Yong yüzünde şok olmuş, üzüntülü bir ifadeyle kalakalır.

Sahne 10 (Dış Mekân) Sun Yong dalgın adımlarla yürümektedir. Kolunda bir spor çantası, elinde ise hâlâ burnunun üzerine bastırdığı bir buz torbası vardır. Birden az ileride kız arkadaşlarıyla yürüyen Yoon Ah’ı görür. Aniden durur. Yoon Ah da aynı anda ona bakar. (Zitten-Feel Alright) Göz göze gelirler. Sun Yong utanarak gözlerini kaçırır. Yoon Ah yanındaki kızlara bir şeyler söyler, sonra hızlı ve kararlı adımlarla Sun Yong’un yanına yaklaşır. Sun Yong sağına soluna hızlı birer bakış atar, sanki kaçacak delik aramaktadır! Yoon Ah karşısında gelip durunca put kesilir.

“Şey, merhaba,” der Yoon Ah. Sun Yong yutkunur; şaşkınlıktan irileşmiş gözlerle:

“Me-merhaba” diye kekeler. Yoon Ah şirin bir tavırla:

“Az önce yüzüne top geldiğini gördüm… Şeyy, seni merak ettim… Şimdi iyi misin?”

Sun Yong’un gözleri iyice irileşir. Bu şansa inanamaz gibidir. Gene kekeleyerek:

“Ben, ben mi?” der.  Sonra gülmeye çabalar: “Ahaha, tabii ki iyiyim! Bana bir şey olmaz, sen merak etme!”

Yoon Ah onun bu sarsak hallerine şaşırmış gibidir; yine de gülümser:

“Tamam o zaman… Ben gideyim…”

Sun Yong elini kaldırır:

“Peki… Güle güle…”

Yoon Ah arkasını dönüp giderken Sun Yong’un suratındaki “naaptım benn??” ifadesini görürüz. Son anda kızın arkasından bağırır:

“Bu arada benim ismim Lee Sun Yong! Seninle tarih dersinde aynı sınıftayız!”

Yoon Ah arkasına döner, gülümseyerek seslenir:

“Biliyorum! Benim de ismim Min Yoon Ah! Sonra görüşürüz!”

Böyle deyip kendi arkadaşlarının yanına döner. Üç kız tekrar yürümeye başladığı halde Sun Yong hâlâ sevinçle el sallamaktadır. Sonra birden yumruğunu ısırıp sevinçle havaya zıplar: “Yaho! O da aynı sınıfta olduğumuzu biliyormuş! Yahoooo!”

Sun Yong şişmiş burnuna aldırmadan sevinçle olduğu yerde dans etmeye başlar.

Sahne 11 (Berna’nın okulunun kafeteryası) Berna ve Min Hee bir masada oturmuş, muhabbet etmektedirler. Min Hee:

“Eee, nasıl gidiyor burda hayat? Seul’u gezebildin mi?” diye sorar.

Berna sevimlice başını sallar:

“Eh işte, biraz biraz gezmeye başladım. Itaewon semtini gezdim. Seul kulesi’ne çıktım, sonra çevresindeki tapınaklarınızı gördüm… Gerçekten çok güzeller…” (Korece’si bayaa gelişmiş bu arada, bilmem siz de fark ettiniz mi? :D)

“Aslında bir gün beraber gezebiliriz. Turistik olmayan, sadece bilenlerin gösterebileceği çok güzel yerler vardır burda… Seni oralara götürebilirim.”

“Ah, çok isterim,” der Berna. Min Hee gülümseyerek elindeki çaydan bir yudum alır. Sonra:

“Bu arada, çalınan çantan bulundu mu?” diye sorar. Berna içini çeker:

“Maalesef hayır… İçindekilerle beraber çanta gitti gider… Neyse ki geçen gün Türk konsolosluğuna gidip yeni pasaport çıkarttım. Sağolsun ev arkadaşlarım benle gelip bana yardımcı oldular…”

“Ev arkadaşların nasıl kızlar, iyi anlaşıyor musunuz bari?”

Berna birdenbire gelen bu soru üzerine kızarıp bozarır, gözlerini kaçırır:

“Eeee, şeyy, evet iyilerdir,” diye cevap verir. “Ama ben yine de başka bir yurt arıyorum…” Min Hee merakla:

“Aa, niye ki?” deyince de:

“Şeyy… Kirası biraz fazla geliyor…” diye cevaplar. Min Hee: “Tamam o zaman, ben senin için bir şeyler araştırırım,” der. Sonra birden aklına, Jung Woo’nun da kendisinden benzer bir şey istediği gelir; kendi kendine mırıldanır: “Garip… Bugünlerde ne çok kız ev arıyor… Jung Woo-sshi’ye de araştıracağıma dair söz vermiştim…”

O sırada biraz ileride Jung Woo’nun elinde kitaplarıyla hızlı hızlı yürüdüğünü görür, heyecanla ayağa fırlar. Berna da merakla o tarafa doğru bakınca, Jung Woo’yu görür. Fakat Jung Woo onları görmemiştir; hızlı adımlarla uzaklaşır. Min Hee biraz da hayalkırıklığıyla sandalyesine geri oturur. Berna muzip bir yüzle:

“Ne oldu? Önemli birini mi gördün?” diye sorar.

Min Hee bir an nasıl cevap vereceğini bilemez, sonra güler: “Eh, öyle de denebilir…”

“Kimi? Yoksa erkek arkadaşını mı?” der Berna yine muzipçe. Min Hee utanarak yüzünü kapatır, elini sallar:

“Hayır hayır, yok öyle bir şey!” Sonra içini çeker, utangaçça gülümser: “Keşke olsaydı…”

Berna “Oooo!” diyerek ona doğru eğilir, gözlerinde afacan bir pırıltı belirmiştir:

“Hoşlandığın birisi var yani…”

“Eeeh… Öyle de denebilir…” der Min Hee yine utangaçça, sonra saatine bakar: “Ah, benim şimdi başka dersim var, gitmem gerek, sonra görüşürüz Berna-sshi!”

“Görüşürüz!” der Berna da. Min Hee gidince afacan afacan: “Belli ki bu kız bizim somurtuktan hoşlanıyor…” diye kendi kendine mırıldanır. “Bu işe bir el atmam gerek!”

Kendi kendine gülümser ve çayından bir yudum alır.

Sahne 12 (Dış mekân) Jung Woo bir elinde bond çantası, bir elinde bir kitap, bir yandan yürümekte, bir yandan okumaktadır. Arkadan Berna’nın sesi gelir:

“Jung Woo-sshi! Kim Jung Woo!”

Jung Woo sağa sola bakınır, o sırada arkadan koşarak gelen Berna’yı görürüz. Jung Woo onun kendisine yetişmesi için bekler. Berna onun yanına gelince durup dizlerini tutar, soluklanır, nefes nefese kalmıştır.

Sonra:

“Eve mi gidiyorsun?” diye sorar. “Eğer öyleyse beraber gidelim…”

“Bunun için mi koştun yani? Ben de söyleyeceğin önemli bir şey var zannetmiştim,” der Jung Woo. Sonra yürümeye devam eder. Berna ona ters bir bakış atar, sonra kendi kendine: “tamam, sinirlenmeyeceğim,” diye mırıldanır. “Min Hee’yle ikisini bir araya getireceksem, Jung Woo’yla iyi geçinmem lâzım…” Sonra hâlâ yürümekte olan Jung Woo’ya bağırır: “Hey, beklesene!”

Az sonra ikisi yan yana yürümekte, Berna bıcır bıcır konuşmaya devam etmektedir.

“Bu akşam Sun Yong ve Jin Ki’yle konuştuk, karaokeye gideceğiz. Sen de gelirsin, değil mi? Ben geldim geleli ev arkadaşları olarak hiç birlikte bir şey yapmadık. Tabii ilk günü saymıyorum, çünkü karakola gitmek aktiviteden sayılmaz, ha ha ha! Tabii sen şimdi ondan sonra da restorana gidip yemek yedik diyeceksin, ama bence o da sayılmaz, çünkü o zaman daha ilk kez karşılaşmıştık ve birbirimizi tanımıyorduk, o yüzden birlikte yapılan aktivite derken-”

“Sen ne çok konuşuyorsun öyle, başım şişti!” diye kabaca onun sözünü keser Jung Woo. Berna bir an ağzı açık kalakalır. Sonra ters ters:

“Sen de hiç konuşmuyorsun ama!” diye patlar. “Sen konuşmayınca ikimizin yerine birden ben konuşuyorum!”

Jung Woo ciddi bir yüzle:

“Senin Korece konuşma yeteneğin gelişsin diye ben konuşmuyorum,” der. “Hem baksana, bence bayağı işe yaramış, Korece’n iki haftada epeyce gelişmiş…” Berna bir an ciddi mi şaka mı yapıyor diye onu tuhaf tuhaf süzer. Sonra Jung Woo’nun dudaklarının kenarının hafifçe kıvrıldığını görünce onun şaka yaptığını anlayıp güler, Jung Woo’nun omzuna bir yumruk atar:

“Offf çok kötüsün Jung Woo…”

Sonra da teklifsizce onun koluna girer. Jung Woo bir an uzaylı görmüş gibi şaşırır, ona garip garip bakar. Aynı anda Berna: “Aaaa, şurda ne satıyorlar??” diye bağırarak ileride dumanlar tüten bir sokak büfesine doğru koşturur. Jung Woo bir an onun arkasından şaşkın şaşkın bakakalır, sonra omuz silkip gülümser: “Neden şaşırıyorum ki? Böyle tepki vermesi çok normal: O Koreli değil, Avrupalı,” diye mırıldanır. Yürüyüp Berna’ya yetişir.

Berna şişe dizilmiş ızgara yapılan etlerin karşısında durmuş, ağzının suyu aka aka bakınmaktadır. Fakat yemeye cesaret edememektedir. Jung Woo yanına gelip dikilir:

“Acıktın mı? Sana almamı ister misin?”

Berna gözlerini iri iri açıp sevimli bir şekilde:

“Eee… Şeyy…” diye mırıldanır. Sonra cesaretini toplar, “Bu etler domuz eti değil, değil mi?”

“Hayır,” der Jung Woo, yüzünde hafif bir gülümseme belirir, sonra tekrar ciddileşir.

“Ahtapot?”

“Hayır…”

“Köpek??”

“Nerden çıkarıyorsun, tabii ki hayır!” der Jung Woo ve ilk defa güler. Berna yüzünde bir hayret ifadesiyle kendi kendine Türkçe: “Oha, gülebiliyormuş!” der…

Sonra Jung Woo’nun anlamaz gözlerle baktığını görünce hemen “önemli değil” gibi elini sallayıp:

“Son bir soru,” diye devam eder, “Peki bu çok acı bir şey mi?”

Jung Woo gülümseyerek:

“Hayır, merak etme, çok seveceksin,” der ve cebinden para çıkarır. Tezgahın başındaki kadına uzatır: “Ajumma, bize üçer tane balık keki lütfen!”

Sonra kendisine uzatılan şişlerin üç tanesini Berna’ya uzatır. Berna çekinerek yemeye başlar. Fakat yedikçe yüzünün ifadesi rahatlar, ağzı dolu dolu gülümser. (Lee Han Na & 2nd Moon Prologue) İkilinin balık keklerini birer birer götürmelerini izleriz. Sonra müzik eşliğinde yolda konuşa gülüşe yürümeleri, Berna’nın her gördüğü ilginçliğe saldırması, neşeyle bir o tarafa bir bu tarafa koşturması, Jung Woo’nunsa onu bazen şaşırarak, bazense gülerek izlemesi ekrana gelir.

Sahne 13 (Apartman kapısının önü, salon) Berna ve Jung Woo apartmanın merdivenlerini tırmanırken hâlâ gülüşmektedirler. Berna peruğu başına geçirmiş, bıyığı da takmıştır; ama hâlâ peruğunu elleriyle çekiştirip durmaktadır: “Bu çok kaşındırıyor yaa…” Jung Woo da gülerek onun bıyığını iki taraftan tutar, yamuk duran bıyığı düzeltmeye çabalar.

O sırada kendi dairelerinin tam karşısındaki dairenin kapısı açılır. Gözlüklü, gıcık bir tip (Kang Sung Pil) onları dik dik süzer. Jung Woo anında Berna’nın bıyığıyla falan uğraşmayı bırakır, öksürerek kendi ceketini düzeltir. Berna da biraz şaşkınca komşuyu selamlar. Gözlüklü çocuk:

“Oooo, sen Türk öğrenci olmalısın,” der. “Merhaba, ben Soul Chang Ui.”

“Berna Yalçın,” deyip elini uzatır Berna, el sıkışırlar. Gözlüklü çocuk:

“Nasılsın Jung Woo?” diye Jung Woo’yu da selamlar. Jung Woo da soğukça bir baş selamıyla karşılık verir. Ama az önceki neşesinin kaçtığını Berna hemen anlar.

“Bu adamlarla yaşaması zordur,” diye güler Chang Ui. “O yüzden bir şikayetin olursa bana söyle, tamam mı Berna?  Ben Türk’leri çok severim, İlhan Mansız’ın Dünya Kupasındaki golünü hâlâ hatırlıyorum. Nasıl maçtı ama? Sonra üçüncülük maçında siz bizi yenmiştiniz…”

O sırada Jung Woo kapıyı açmıştır, “Berna’nın bizimle keyfi gayet yerinde Chang Ui, sana iyi günler,” deyip Berna’yı adeta itekleyerek eve sokar. Berna “tanıştığımıza memnun oldum,” diye kekeler, Chang Ui kapı kapanırken hâlâ: “Futbol oynamak istersen bana söyle, maç yapalım!” diye bağırmaktadır.

İçeri girdiklerinde Jung Woo yine somurtuk bir suratla:

“O çocuğu hiç sevmeyiz,” der Berna’ya. “İkiyüzlünün, ispiyoncunun tekidir! Eğer senin kız olduğunu öğrenirse anında ev sahibine yetiştirir; senle birlikte hepimiz kapı dışarı ediliriz!”

Berna korkuyla onun yüzüne bakar:

“Ta-tamam, merak etme, çok dikkatli olurum,” diye kekeler. Onun telaşını gören Jung Woo’nun yüzü yumuşar, hafifçe gülümser:

“Sen sadece samimi olmamaya çalış… Fazla muhabbet etme… O zaman bir şey olmaz…”

“Tamam…” der Berna ve sevinçle odasına doğru yürümeye başlar. Jung Woo bir an onun arkasından gülümseyerek bakar, sonra arkasını dönüp kendi odasına doğru gider. Berna birden durur, arkasını dönüp koridorun öbür ucundaki Jung Woo’ya seslenir:

“Bu akşam karaoke’ye sen de geliyorsun! Söz verdin, tamam mı?”

Jung Woo bir an durur, sonra canı sıkılmış ama söz verdiği için mecburen yapıyormuş gibi:

“Tamam tamam…” diye bıkkın bir sesle seslenir. Ama kamera onun yüzünü gösterdiği zaman yüzüne neşeli bir gülümsemenin yayıldığını görürüz.

Sahne 14 (Karaoke bar) Karaoke barda bir odada masanın çevresine oturmuş Jin Ki ve Jung Woo’yu görürüz. Sun Yong ve Berna ayaktadırlar; ikisi birlikte mikrofonu tutmuş Spice Girls’ün bir şarkısına düet yapmaktadırlar. Sun Yong’un boynunda komik, tüylü bir parti süsü, başında ise parti şapkası vardır. Jin Ki ikisini gülerek izlemekte, Jung Woo ise arada bir önündeki içkiden yudumlar alarak çaktırmadan gülümsemektedir. Şarkı bitince Berna masaya gelip ikisini birden kollarından çekiştirir:

“Hadi siz de gelin amaaaa… Bana Korece şarkı öğretin!”

Jin Ki fazla nazlanmadan ayağa kalkar. Jung Woo ise kalkmamak için direnir. Berna da omuz silker “sen bilirsin” deyip diğer iki arkadaşının yanına döner. İki çocuk Berna’ya son günlerin çok popüler Korece şarkılarından birini öğretmeye çalışırlarken Berna’nın söylediği yanlış sözler ve detone olup duran Sun Yong yüzünden gülmekten kırılmaktadırlar.

O sırada Berna’nın telefonu çalar. Berna masaya koşturur, masada duran çantasını açar, içini karıştırırken “Offf, bu çantalarda da hiçbir şey bulamam zaten…” diye söylenir… Sırasıyla bir tarak, bir şarj aleti, bir ajanda, anahtarlık ve toka çıkartır. Jung Woo onu dehşet içinde seyretmektedir. “Bu kız bütün evi yanında mı taşıyor??”

Berna nihayet telefonuna ulaşır. “Alo?” diyerek açar ve “Burası çok gürültülü, bir saniye lütfen,” deyip odadan dışarı çıkar.

Jin Ki ve Sun Yong kendilerini şarkıya iyice kaptırmışlardır, Berna’nın çıktığını fark etmezler. Jung Woo ise ilgisizce masanın üzerindekilere göz atar, sonra anahtarlık ilgisini çeker. Eline alıp incelemeye başlar. Boğaziçi köprüsü desenli bir anahtarlıktır bu. “İs-tan-bul” diye üzerindeki yazıyı heceler. O sırada Berna tekrar içeri girmiştir. Jung Woo’ya gülümseyerek:

“Beğendiysen senin olsun,” der. Jung Woo yakalanmış olmanın verdiği utançla:

“Hayır hayır, sadece bakıyordum,” der. Berna: “Cidden, senin olabilir, hediyem olsun…” deyip anahtarlığı masanın üzerinden ona uzatır. Jung Woo tekrar geri uzatır: “Gerek yok, teşekkür ederim…”

O sırada olan biten Jin Ki’nin ilgisini çeker: “Bakayım?” deyip masaya yaklaşır. Anahtarlığı eline alıp incelerken Sun Yong da omzunun üzerinden bakmaya başlar. Berna: “Sizde kalabilir,” deyince Jin Ki elini anahtarlığa uzatan Sun Yong’un almasına fırsat vermeden zafer kazanmış bir gülüşle ganimeti cebine atar. Sun Yong: “Ben sadece bakıcaktım amaaa…” diye mızmızlanır, Berna gülerken Jung Woo’nun somurtarak onlara baktığını görürüz. Alt dudağını istediği olmayan bir çocuk gibi öne uzatmıştır; anahtarlığı zamanında kendisi almadığı için üzülmüştür.

O sırada ayarlanan şarkılar arasında slow bir melodi çalmaya başlar. Berna sevinçle yerinden zıplar:

“Bunu ben seçmiştim! Çok severim…”

Ve ayağa kalkıp mikrofonu eline alır, şarkıyı söylemeye başlar:

“Yesterday…

All my troubles seemed so far away…”

Kamera Berna’nın neşeyle parlayan güzel yüzüne, şarkıyı söylemesine, ellerinin mikrofonu tutuşuna odaklanır. Sonra sırasıyla masadaki oğlanların yüzünde gezer: Sun Yong yine ağzı bir karış açık, hayranlıkla Berna’yı izlemektedir. Jin Ki’nin yüzüne çapkın bir gülüş yerleşmiştir. Arada bir çıkarıp cebindeki anahtarlığa bakmakta, sonra yeniden gülümseyerek Berna’ya dönmektedir. Jung Woo ise gözünü bile kırpmadan (ve yüzünde ciddi bir ifadeyle) Berna’ya bakmaktadır. (Bu arada Berna’nın sesi, Yesterday’in Beatles  versiyonu ile üst üste biner, sonra sadece Beatles versiyonu kalır, her birinin yüzünü ve Berna’ya bakışlarını yine ağır çekimle izleriz) Şarkı bitip Berna mikrofonu bırakınca Jung Woo rüyadan uyanır gibi irkilir. Sonra gözlerini çevirip başka şeylerle ilgili görünmeye, az önceki dalgınlığını çaktırmamaya çalışır. Sun Yong Ve Jin Ki ise gülerek tezahürat yapmakta, onu alkışlamaktadırlar. Berna gülerek onları selamlar, sonra masaya gelir, ikisinin arasına oturur. O sırada içeri bir fotoğrafçı girer; Berna Jin Ki ve Sun Yong’un omzuna elini atar; fotoğrafçı denklanşöre basar, çekilen fotoğraf karesi donar. Fonda hâlâ “yesterday” çalmaktadır.

Sahne 15 (Berna’nın odası, Jung Woo’nun odası, mutfak, koridor) Berna yatağına oturmuş, elinde barda çekilmiş fotoğraf karesini tutmaktadır. Mutlu mutlu gülümser. Sonra o fotoğrafı da annesi ve babasının fotoğrafının durduğu çerçevenin köşesine iliştirir.

Bu sırada telefon çalar. Berna sevinçle açar.

“Alo? Babacığım, sen misin?”

Karşıda Ahmet Yalçın (Altan Erkekli)’ı görürüz. Neşeyle:

“Benim, güzel kızım… Nasılsın yavrum? Nasıl gidiyor gurbet ellerde hayat?”

“Çok iyi gidiyor babacığım,” diye şakır gibi konuşur Berna. “Mesela geçen akşam karaoke bara gittik, bütün gece şarkı söylemekten sesim kısıldı!”

Baba bir kahkaha atar:

“Doğrudur, Uzak Doğulu’lar karaokeyi çok sever… Seni de iyi eğleneceğini düşündükleri için götürmüş olmalılar…”

“Çok eğlendim zaten, eğlenmez olur muyum?” der Berna. Baba, babacan bir sesle (ya ne olacağdı…):

“Ama bak sadece eğlenceye dalma, derslerine de çalış,” deyince de:

“Ya tabii canımcım, ben hallediyorum, merak etme sen…” diye cevap verir.

“Busan’a gitmeye fırsatın olmadı, değil mi?” der baba yine. Berna’nın yüzü düşer:

“Hayır, daha bir türlü fırsat bulamadım… Ama haftasonu gideyim diyorum, yoksa vizeler başlayacak…”

“Tamam güzel kızım… Konuşuruz yine… Bak annen de selam söylüyor.”

“Sen de onu öp benim için. Hoşçakal babacığım,” deyip telefonu kapatır Berna. Bir an özlemle içini çeker. Sonra neşeli ifade geri gelir, komidinin başındaki kitabına uzanır, sırt üstü yatağına yatıp kitap okumaya koyulur.

Aynı anda Jung Woo da telefonla konuşmaktadır. Saygılı bir sesle:

“Evet efendim… Tabii… Busan’a gidip bahsettiğiniz işi yapacağım. Siz müsterih olun, ben her şeyi halledeceğim…” der. Sonra yine saygı ifadeleriyle telefonu kapatır. Bir süre sıkıntıyla nefes alıp verir. Sonra tekrar telefona uzanır, başka bir numarayı tuşlar, telefon çalma ve açılma sesi duyulur.

“Hyo Ju? Nasılsın? Ben de iyiyim, sağol… Evet, o işi hallediyorum, onu söylemek için aramıştım. Haftasonu gereken parayı alıyorum. Siz sadece para istemeye gelen adamları birkaç gün daha oyalayın… Evet… Üzülme Hyo Ju, hallettim dedim ya. Lütfen artık rahat ol… İyi geceler…”

Telefonu kapatınca yüzü yine sıkıntılıdır. Dalgın dalgın önündeki kâğıda “12,000,000 won” yazar; sonra tükenmez kalemle üzerini karalar.

Tekrar Berna’nın odası: Kapı tıklatılır, Berna “girin!” deyince içeri Sun Yong’un başı uzanır:

“Berna-sshi, ben bu ödevin içinden çıkamadım, bana yardım eder misin?”

Berna sevecen bir şekilde: “Tabii!” deyip yerinde doğrulur, Sun Yong içeri girer. İkisi Berna’nın yatağının üzerine otururlar. Sun Yong: “İngilizce ödevi…” der, “Gramerim hiçbir zaman iyi olmadı…”

“Benim de aksine hep gramerim iyi olmuştur; bize sürekli gramer öğretirler,” diye güler Berna. Sun Yong heyecanla atılır:

“Yoo, sen çok güzel konuşuyorsun! Zaten hem İngilizce’yi, hem de Korece’yi çok iyi konuşuyorsun. Sen çok zeki bir kızsın…”

Berna utangaçça güler, “hayır” anlamında elini sallar:

“İngilizce’yi tam on bir senedir öğreniyorum da ondan iyi konuşuyorum! Korece’yi ise…” Sağına soluna bakar, yüzünü Sun Yong’a yaklaştırır, sesini alçaltarak: “Sana bir sır vereyim mi: Korece’yi İngilizce’den çok daha kolay öğrendim, çünkü Korece ve Türkçe’nin dil yapısı birbirine çok benziyor!”

“Sahi mi??” der Sun Yong heyecanla. “Vay bee… Bizim sandığımızdan daha çok ortak yanımız var galiba…”

Berna da gülümseyip ödevi işaret eder: “Hadi bakalım şu ödeve…”

Jin Ki mutfak masasına oturmuş, saçının ön tarafını bir lastik tokayla tutturmuş, ders çalışmaktadır. Jung Woo mutfağa girip ona ilgisizce bir göz atar, gidip kendine bir bardak su doldurur, suyunu içmeden önce:

“Senin odan yok mu? Niye burda ders çalışıyorsun?” diye sorar.

Jin Ki başını kaldırmadan: “Çünkü burda daha iyi anlıyorum,” diye cevap verir. “Hem ayrıca burası Berna’nın odasına daha yakın…”

Jung Woo kaşlarını çatar:

“Ne âlâka?”

“Çünkü şu anda Sun Yong Berna’nın odasında…” Jin Ki bunları söylerken Jung Woo elindeki bardağı kafaya dikmiştir. Birden gürültüyle suyu püskürtür. Jin Ki dönüp ona bakar, sonra sakince lafını tamamlar:

“… birlikte ders çalışıyorlar…”

Jung Woo az önceki tepkisinden dolayı utanmıştır; cool olmaya çabalayarak:

“Haa… Onu baştan desene… Ben de ters bir durum var zannettim… Kız bizim evde yaşarken ona asılmanıza izin veremem.”

“O konuda kendi adıma söz veremeyeceğim,” der Jin Ki istifini bozmadan. “Ama Sun Yong’un ona asılamayacağını garanti edebilirim… Zaten herhangi bir tehlike anında erkenden yetişmek için burda kamp kurdum gördüğün gibi…”

Jung Woo ona bakıp “sana inanamıyorum, ayıp yaa” der gibi gözlerini açarak alaycı ve sinirli bir şekilde “hıh”lar, sonra başını sallayıp mutfaktan çıkar. Berna’nın odasının önünden geçerken içeriden gelen gülüşmeleri duyunca adımları yavaşlar. Bir an tereddüt eder, mutfağa doğru kaçamak bir bakış atar; Jin Ki’nin kendisini göremeyeceğine emin olunca da kapıya doğru yaklaşıp kulağını kapıya dayar.

İçeride ise Berna heyecanla:

“Sun Yong ciddi olamazsın. Kıza bakarken burnunun üstüne top mu yedin??” deyip bir kahkaha patlatır. Sun Yong üzüntüyle:

“Bütün karizmam çizildi, öyle değil mi? Artık hiç umut yok mu Berna?” diye mızmızlanmaktadır. Berna anaç bir tavırla:

“Öyle şey olur mu, daha hiçbir şey bitmiş değil,” diye onu teselli eder. Sonra bir an düşünür: “Hımmm… Meselaaa…” Birden gözleri parlar (muzip efekt gir): “Ona mektup yazsana??”

“Mektup mu?” der Sun Yong (ve aynı anda, kapının önündeki Jung Woo). Berna:

“Tabii! Kızlar böyle romantik hareketlere bayılırlar!” der heyecanla. “Hem yüz yüze konuşmaktan çok daha kolay olur…”

Sun Yong bir an düşünür, “Evet aslında…” diye mırıldanır. Berna kolunu onun omzuna atar. Abla-vâri bir tavırla:

“Bak dostum,” der, “Kızlar en çok hem romantik, hem de asi olan adamları severler… Romantik serseri olmak gerek yani…”

“Romantik serseri…” diye düşünceli düşünceli tekrarlar Sun Yong. Berna başını sallayıp onu onaylar, sonra sözlerine devam eder:

“Bak şimdi, bu işler şöyle yürür: Önce, kızın ilgisini çekmek için ona sıcakkanlı davranacaksın. Ondan hoşlandığını belli edecek, ona iltifatlar edip, küçük sürprizler yapacaksın. Peşinde koşacaksın yani… Ama sonra, kız senin ona olan ilgini fark edince, bu kez kendini geri çekeceksin. Hatta mümkünse kıskandıracaksın! Böyle yaparsan bir kız kafayı yer; “bu çocuk benden hoşlanıyordu, ne oldu da benden uzaklaştı??” diye düşünüp bu sefer de o senin peşinde koşmaya başlar. İşin sırrı budur!”

Sun Yong “Vaaooovv…” diye hayranlığını belli ederken Jung Woo kapının önünde: “Bu ne saçma bir taktik!” diye yüzünü buruşturur. Ama sonra gözlerini yukarı kaldırır, düşünmeye başlar: “Önce ilgi göster, sonra kendini geri çek… Hımm… Acaba cidden işe yarıyor olabilir mi?”

Sonra birden kendine gelir: “Neler diyorum ben böyle?? Banane kız tavlama taktiklerinden!”

Bu arada Berna konuşmaya devam etmektedir:

“Sen hiç merak etme… Dediğim gibi, önce işe mektup yazarak başla… Eğer bu işe yaramazsa, başka şeyler düşünürüz. Hatta şu kızı bir de kendim göreyim, bir ara sizin kampüse gelirim, bana gösterirsin, olur mu? Ben bir yolunu bulup ikinizi bir araya getiririm…”

“Sahi miii?? Süpersin Bernaaa!” diye sevinçle bağırır Sun Yong. Kapıda bu konuşmaları dinleyen Jung Woo ise alaycı bir gülüşle “Şuna da bakın, hanfendi bir de çöpçatanlığa soyunuyor…” diye kendi kendine söylenir.

“Burda napıyorsun??”

Jung Woo yerinde sıçrar. Jin Ki onun dibine kadar gelmiş, kollarını göğsünün üzerinde bağlamış, sinirli sinirli ayağını yere vurarak bir açıklama beklemektedir. Jung Woo bir an bocalar, sonra üste çıkmaya çalışıp:

“Ne yapacağım, Sun Yong’un bir münasebetsizlik yapmadığından emin olmaya çalışıyorum!” der ve arkasını dönüp gitmeye hazırlanır. O sırada kapı açılır, Sun Yong elinde kitabı defteriyle dışarı çıkar, bir Jin Ki’ye, bir Jung Woo’ya bakarak şaşkın şaşkın:

“Aaa, siz niye burdasınız?” diye sorar.

Jin Ki ve Jung Woo aynı anda ağızlarını açarlar. Sonra ikisi de “aman bee…” gibisinden bir hareketle ters yönlere dönüp hızlı hızlı yürüyerek oradan uzaklaşırlar. Sun Yong yine bir ona bir öbürüne bakar, kamera onun bu işten hiçbir şey anlamayan şaşkın yüzüne zum yapar.

Sahne 16 (Berna’nın okulu) Berna’nın gözleri fıldır fıldır bir o tarafı bir bu tarafı kolaçan eder. Sonra telefonunu çıkarır, bir numara tuşlar. Telefon açılınca heyecanla:

“Ah, Jung Woo-sshi, ” der. “Bizim ana amfiye gelir misin? Seninle konuşmak istediğim çok önemli bir şey var… Evle ilgili, evet. Çok önemli… Bekliyorum…”

Sonra da telefonu kapatıp kendi kendine mırıldanır: “Hadi bakalım Min Hee, gerisi sana kalmış…”

Jung Woo telefonu kapatır, “ne konuşacak ki acaba benle?” diye şaşkın şaşkın mırıldanır. Sonra Jung Woo’nun hayallerini görürüz: Berna ağlayarak gelir, onun omzuna kapanır: “Oppa! Jin Ki ve Sun Yong bana asılıyorlar! Ben evden gitmek istiyorum!”

Jung Woo başını sallayarak hayallerden kurtulur, “hayır, evimde böyle şeylere izin veremem!” deyip kararlı adımlarla yürümeye başlar.

O sırada Min Hee büyük amfide tek başına oturmakta, ders çalışmaktadır. Birden içeriye birinin girdiğini görüp başını kaldırır. Jung Woo ile göz göze gelirler. Min Hee sevinçle:

“Oppa!” deyip ayağa kalkar. Jung Woo ise şaşkındır, sağına soluna bakınır; Berna’yı göremeyince olanları anlar. Kendi kendine canı sıkkın bir biçimde söylenir: “Küçük hanım çöpçatanlık marifetlerini benim üzerimde de denemeye karar verdi anlaşılan…”

O sırada Min Hee koştura koştura Jung Woo’nun yanına gelmiştir:

“Oppa, nasılsın? Seninle ne zamandır konuşmak istiyordum… Eğer işin yoksa birlikte yemek yiyelim mi?”

Jung Woo sıkıntılıdır, ama hayır diyemez. Min Hee hevesle: “Bekle, kitaplarımı toplayıp geliyorum,” deyip tekrar oturduğu sıraya koşar.

Sahne 17 (Dış Mekân) Jung Woo ve Min Hee’yi uzakta birlikte yürürlerken izleriz. Kamera bulanıklaşır, yakın çekimde ise bir ağacın arkasına gizlenmiş, keyifle ikisini izleyen Berna’yı görürüz.

“İşte bu! Aslanım Min Hee!” diye neşeyle güler, “Aja aja fighting!”

Jung Woo ve Min Hee yürürlerken Jung Woo sessizdir. Min Hee ise söze nasıl başlayacağını bilemez gibidir. Sonra:

“Jung Woo-sshi, öncelikle her şey için özür dilerim,” der. “Sana söz veriyorum bundan böyle aile işlerine karışmayacağım. Ama lütfen böyle yapma…”

Jung Woo hâlâ sessizdir. Min Hee birden neşeyle az ileride bisiklete binen çocukları gösterir:

“Ah! Hatırlıyor musun, küçükken ikimiz ne çok bisiklete binerdik! Hatta Hyo Ju da bizle gelmek isterdi ama onu aramıza almazdık. Sadece ikimiz oynardık…”

Kamera Jung Woo’nun yüzünü gösterir. Jung Woo o günleri hatırlar…

(Ekran değişir, Taru Chocolate eşliğinde iki küçük çocuğun görüntüsü gelir ekrana: Küçük, dört tekerlekli iki bisiklete binmiş bir kız, bir erkek çocuğu görürüz. Onlardan daha ufak bir kız çocuğu da peşlerinde koşturmaktadır. Sonra arkadaki ufak kız diğer ikisine yetişemez, olduğu yere oturur.

Daha sonra, bisikletteki iki ufaklığın bir dere kenarında bisikletleri bırakmış, kendi kendilerine oynadıklarını görürüz. Kız olanı, ufak bir beşikte bebeğini uyutmaktadır. Oğlan çocuğu ise dere kenarında taşlarla küçük bir ev yapmaktadır. Kız oğlanın yanına yaklaşır:

“Bebek uyudu babası,” der. “Sen ne yapıyorsun?”

“Ev yapıyorum. Büyüyünce burda yaşayacağız. Kocaman, çok güzel bir ev olacak. Herkesin kendi odası olacak. Hyo Ju’nun odası benimkinden ayrı olacak.”

“Büyüyünce Hyo Ju senle oturmayacak ki,” diye kıkırdar kız çocuğu. “Senle ben oturacağım.”

“Neden?” der oğlan çocuğu hayretle. Kız:

“Çünkü sen baba olacaksın, ben anne! Annelerle babalar birlikte otururlar, halalar sadece ziyarete gelir.”

Böyle deyip oğlanın yanağına bir öpücük kondurur. Jung Woo’nun küçüklüğü öyle mal mal bakakalır.)

Kamera, tatlı bir dalgınlıkla gülümseyerek o günleri hatırlayan Min Hee’nin yüzüne döner. Min Hee bakışlarını Jung Woo’ya çevirir:

“Ne güzel günlerdi… Keşke yeniden çocuk olabilsek…”

“Ben o yoksullukla geçen günlere yeniden dönmek istediğimi hiç sanmıyorum,” der Jung Woo soğuk soğuk.

Min Hee onun bu tavrına üzülmüştür. Ama yine de gülümsemeye çalışır:

“Üniversitedeki ilk senemizde de çok eğlenirdik,” der. “Hatırlasana, Seul’ün gezmediğimiz yeri kalmamıştı. Altını üstüne getirmiştik! 63. Binanın tepesine her hafta en az bir kere çıkar, şehirde bildiğimiz yerleri bir de ordan görmeye çalışırdık… Çok eğlenceliydi…”

“Çok bol vaktimiz varmış,” der Jung Woo hafif alaycı bir gülümsemeyle. Min Hee bu kez cidden üzülerek bakar:

“Şimdi de istesek vakit bulabiliriz…”

“Senin vaktin olabilir, ama ben çalışmak zorundayım,” diye öküzce cevap verir Jung Woo. Sonra yürümeye başlar. Min Hee hayalkırıklığı ile kalakalmıştır. Öylece durduğu yerde kalır. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başlar.

Jung Woo bir süre yürüyüp onun gelmediğini görünce arkasını döner ve yüzünden yağmur gibi yaşlar inen Min Hee’yi görünce şaşkınlıkla duraklar. Min Hee üzüntülü gözlerini onun yüzünden ayırmamıştır; içini çeke çeke, sessizce ağlamaktadır. Jung Woo’nun da yüzüne üzüntü-sıkıntı karışımı bir ifade gelir. Min Hee’nin yanına döner. Cebinden çıkardığı bir mendille Min Hee’nin yüzünü, nazik bir biçimde siler.

“Özür dilerim,” diye mırıldanır… “Ben sadece…”

Durur, derin bir nefes alır. Sonra:

“Bak Min Hee,” der, “Seni üzdüğümü biliyorum… Ama bugünler, kendimi kanıtlamam için en önemli günler! İyi bir iş bulabilmek ve hayatımı kurtarmak için çok çalışmak zorundayım. Sadece kendim için değil, Hyo Ju ve annem için de bunu başarmak zorundayım…”

“Evet ama tüm bunları tek başına sırtlanmak zorunda değilsin!” der Min Hee de. “İzin ver, bu süreçte yanında olayım. Sana destek olayım. Birlikte başaralım…”

Jung Woo derin bir nefes alır. “Hayır… Bunu yalnız başıma yapmam gerek…”

Min Hee’nin yüzüne yeniden bir hüzün gölgesi çökerken Jung Woo:

“Senden sadece zaman istiyorum…” der kararlı bir sesle. “Bana bir süre izin ver. İzin ver ki, hayatımı kurayım. Sonra, kendini ispatlamış, başarılı bir erkek olarak tekrar karşına çıktığım zaman her şey bambaşka olacak. Sana söz veriyorum.”

Min Hee’nin yüzünde ilk defa umut dolu bir ifade belirir. Gözyaşları arasından gülümser, başını sallar:

“Tamam… Peki Jung Woo… Dediğin gibi olsun… Sana istediğin kadar zaman vereceğim… Sen ne kadar istersen bekleyeceğim…”

Jung Woo gülerek:

“Ama bu, bugün için geçerli değil,” diye ekler. “Bugün yemeği birlikte yiyeceğiz!”

Min Hee neşeyle güler. Sonra Jung Woo’nun koluna girer. İkisi de gülen yüzlerle yürümeye başlarlar.

Sahne 18 (Ev) Berna mutfakta Türk kahvesi pişirmektedir. Köpüren kahveyi ocaktan alır, üç fincana doldurur. Sonra neşeyle gülümseyerek fincanların üzerinde durduğu tepsiyi alır, mutfaktan çıkarken: “Bakalım bunu sevecekler mi?” diye kendi kendine mırıldanır.

Berna önce Sun Yong’un odasının kapısına gelir. Kapıyı tıklatır. “Sun Yong-yah!” diye içeri seslenir. Kamera odanın içini gösterir: Sun Yong, ağzı bir karış açık, horuldayarak uyumaktadır.

Berna omuz silker, sonra Jin Ki’nin odasına gider. İçeriden sesler gelmektedir: Jin Ki repliklerini çalışmaktadır.

“I love thee not, therefore pursue me not.

Where is Lysander and fair Hermia?

The one I’ll slay, the other slayeth me.

Thou told’st me they were stol’n into this wood,

And here am I, and wood within this wood,

Because I cannot meet with Hermia.

Hence, get thee gone, and follow me no more.”

O sırada kapısı tıklatılır, Jin Ki çalışmasını yarıda kesip “girin!” diye seslenir. Kapı hafifçe aralanıp içeri Berna’nın başı uzanır:

“Kahve yapmıştım… Türk kahvesi… Benle birlikte içer misin?”

Jin Ki: “Olur, ben de ara verecektim zaten…” der.

Az sonra ikili, salondaki kanepede ellerinde fincanlarla oturmaktadırlar. Berna:

“Bak böyle içeceksin,” deyip kahveden höpürdeterek bir yudum alır. Jin Ki gülmeye başlar. Berna kendini savunur: “Ama bunun tadı böyle çıkar!”

“Böyle mi yapıyoruz?” deyip aynı şekilde gürültülü biçimde kahvesinden bir yudum alır Jin Ki. Berna sevinçle el çırpar: “Evet evet, süper!”

Sonra masanın üzerinde ters çevrilmiş biçimde duran kitaba gözü takılır.

“Bir Yaz Gecesi Rüyası… Vay be, demek Shakespeare oyunuyorsunuz!”

“Evet… Bu oyun aynı zamanda mezuniyet projemiz. Bundan alacağımız notla mezun olacağız…” der Jin Ki. Sonra merakla Berna’ya bakar: “Shakespeare sever misin?”

“Hamlet ve Macbeth’i tiyatroda izlemiştim. Romeo ve Juliette’inse bin çeşit sinema uyarlaması var, onları biliyorum… Ama ben en çok Shakespeare’in sonelerini severim,” der Berna gözleri ışıldayarak. Sonra İngilizce olarak ezberden bir şiir okur:

“ölüm bir kere öldürür,
korku her gün…
bir kere doğarsın hayata,
umudun olunca bin defa…
bakarsın göremezsin,
hayalin olursa,
her şeyi görürsün”

“Bu sone tam sana göreymiş,” der Jin Ki. “Senin gibi umut dolu, neşeli, insana cesaret veren bir şiir…”

Berna ona biraz şaşırarak bakar. Fakat bu sözler bir yandan da hoşuna gitmiştir. Hafifçe gülümseyerek “teşekkür ederim,” diye mırıldanır.

Jin Ki’nin yüzüne yine çapkın bir gülümseme gelip yerleşmiştir. Elindeki fincanı kahve masasının üzerine bırakır; elini ensesine dayayıp kanepenin başına yaslanır. Şimdi yüzü Berna’nın yüzüne dönüktür. Berna onun bir şeyler diyeceğini anlamış, merakla yüzüne bakmaktadır.

“O halde ben de Shakespeare’in sevdiğim sonelerinden birini okuyayım sana,” der Jin Ki. Berna: “Çok sevinirim,” deyince, hafifçe gülümser, sonra ciddi bir ses tonuyla okumaya başlar: (Arka fon: Joshua Radin – They Bring Me to You)

“sen benim musikîmsin, o güzelim ellerin
kutlu tahta tuşlarda nağmeler yaratınca”

Jin Ki Berna’nın elini avcuna alır. Berna şaşırır, gözleri irileşir. Ama Jin Ki, Berna elini çekmek istese de bırakmaz; şiiri okumaya devam eder:

“ve coşup durmasıyla ahenk dolu tellerin
can kulağıma o hoş ezgiler can katınca,
çevik sıçrayışlarla yumuşacık avcunu
öpüp duran o tuşlar beni kıskandırıyor,”

Bu sırada Sun Yong’un uyanmış olduğunu, esneyerek ayağa kalkıp odasından çıkmak üzere kapıyı araladığını görürüz. Fakat salondaki kanepede el ele oturan Berna ve Jin Ki manzarasını görünce araladığı kapıyı irkilerek geri kapatır; bir an şaşkınlıkla soluklanır. Sonra kapıyı tekrar yavaşça aralayarak onları izlemeye koyulur.

“zavallı dudaklarım hasat sanıyor bunu,
tahtadaki cürete bakıp duruyor mosmor.
ne eşsiz zevk: dans eden tuşlar gibi olmayı
özlemek, parmakların dolaşırken kayarak
o tuşların üstünde coşmak, cansız tahtayı
yaşayan dudaklardan daha çok kutsayarak.”

Apartman merdivenlerini tırmanan Jung Woo’yu görürüz. Anahtarını çıkarır, evin kapısını açar.

“arsız tuşlar sevinsin: uzat parmaklarını
ve öpeyim diye ver bana dudaklarını.” (Shakespeare 128.sone)

Jin Ki sözlerini bitirince gözlerini kapayarak öne doğru eğilir. Donup kalan, ne yapacağını bilemeyen Berna’yı dudaklarından öper. Berna’nın gözleri hayretle açılır!

Kendi odasının kapı aralığından ikisini izleyen Sun Yong’un ağzının bir karış açık kaldığını görürüz. Aynı anda Jung Woo kapıyı açar. Berna ve Jin Ki’yi görünce onun da gözleri faltaşı gibi açılır. Derhal kapıyı kapatıp geri çıkar.

Kamera Berna ve Jin Ki’nin görüntüsü üzerinde donar.

Bölüm sonu

(Kapanış müziği: Yükselen bir tonda Joshua Radin – They Bring Me to You) 

 

About hikaruivy

a big fan of shoujo animes/jdramas/kdramas loves to eat, write, read and watch!
This entry was posted in Uncategorized and tagged , , , , , , . Bookmark the permalink.

28 Responses to 2. Bölüm

  1. Ser_min says:

    Her ne kadar bu bölüme kadar bilgim olsada, hatta dönüp dönüp sahneler için en doğru parçayı seçeceğim diye tekrar tekrar okumuş olsamda her defasında aynı zevki alıyorum. Hele parçalar tam aklıma geliyor falan ya daha da bir zevk alıyorum.
    Aslında bence bu hikayenin bombası Altan Erkekli’dir. Ki cuk olmuştur 😀
    Ellerine sağlık canım 😉
    Devamını felaket bir heyecan ile bekliyorum 😀

    • hikaruivy says:

      Sağol ser_min’cim. Okudukça (özellikle ileriki bölümlerde) aklına başka şarkılar gelir, bu sahne şu müzik eşliğinde daha güzel olur filan dersen hiç çekinme söyle bana, değiştireyim.

      Altan Erkekli’yi pek severim. Ayrıca kendisi hakkında hain planlarım var, sadece figüran olarak seçmedim yani, nıhahah 😀 Ama bu çoooook ilerideki bir iş; şimdiden böyle beklentiyi yükseltmeyeyim (kendi ağzımla spoiler veriyorum iyi mi!)

      Tekrar teşekkür ederim ser_min’cim! Senin yardımların ve yüreklendirici sözlerin olmasa bu hikaye böyle olmazdı. Öpüldün! ^^

  2. winpohu 'ca says:

    ya ne yaptın reyting kaygısına düşmedin umarım çünkü bu ikisinin öpüşmesi hiç hoşuma gitmedi 😦 ohhh ne güzel senaryoyu senariste şikayet edebiliyorum .gerçi bunu televizyon karşısında hep yapıyorum ama burda gerçek oldu :)ya ben diğer karakter için ümitliydim .nerden çıktı bu çapkın , ters köşe yaptın 🙂
    anlaşılan bizi meraklandıran bir senaryo olacak 🙂 devamı için sabırsızlanıyorum .aramızda ne cevherler varmış 🙂

    • hikaruivy says:

      hahaha, süpersin winpohu! işte aradığım ruh bu! şikayet edin bana, ben de cevaplayayım 😀

      evet bu öpüşme işi bir kore romantik komedisi için sıradışı oldu, di mi? ama şöyle de bişey var, jin ki çapkın bir tipse eğer, şansını bi de berna üzerinde denemeden edemezdi; sonuçta güzelim kız… ayrıca berna’nın henüz ne olduğunu tam olarak çözebilmiş diil :)) ama merak etme, berna öyle kolay lokma değil: osmanlı torunu o (bkz. bölüm 1) 😀 😀

      sadece 3. bölümü bekleyiniz, sürprizlerimiz devam edecek demek istiyorum. sevgiler çingu’cum ^^

  3. koredelisi says:

    Ya ne yaptın bölümün bittiği yere bak ama yaa;(( Meraktan çatlarım ben şimdi acilen 3. bölümmmmmmm!
    Canım seni canı gönülden tebrik ediyorum vallahi oldu bu iş be:D 2. bölümün konu akışı, olaylar arasında gidişin ve karakterlerin söyleyişleri kısaca herşey yerli yerine oturuyor…
    Bu arada berna-sıı den bir osmanlı tokatı bekliyorum:Dhahahha

    • hikaruivy says:

      deli’cim valla sizin için çırpınıyorum 😀 haftasonu delilerrr gibi yazdım. 3 ve 4. bölümler yakın zamanda geliyo 🙂

      ayrıca bi merak unsuru olacak ki reytinglerimiz düşmesin, di mi ama? 😉

  4. kimbapsushi says:

    eline sağlık canım bu bölüm de bomba olmuş.
    öncelikle olaylar hızlanmış, jung woo berna’ya ilgi duymaya başladı bile ama sanırım min hee’ye verdiği söz elini kolunu bağlayacak ilerde.
    berna’nın daha aval aval gezindiği aşikar, bakalım o ne zaman jung woo’dan hoşlanmaya başlayacak, tahminim beraber busan’a gittiklerinde eğlenceli ve romantik bir gezi bekleyecek onları. (yani beraber gidecekleri çok belli dimi)
    jin ki başta götüreyim mantığıyla baksa da zamanla muhtemelen berna’ya abayı yakacak. bakalım öpücüğün ardından ne olacak.
    bence böyle hızlı ilerlemen de iyi olmuş, kore dizilerinde bu kadar çabuk ilerlemiyor hikaye, bu da heyecanlı.^
    benim en hoşuma giden şey sun yong ve yoon ah ilişkisi oldu, çok sevimliler. onlara daha çok yer verebilirsin bence, bilmiyorum başkaları da seviyor mudur benim gibi.
    yeni bölümü iple çekiyorum, teşekkürler hikarucum^^

    • koredelisi says:

      Güzel noktaya değinmişsin canım;) bende bölüm sonunun verdiği şaşkınlıktan söylemeyi unutmuşum, sun yong ve yoon ah gerçekten çok tatlılar onların ilişkilerinin gidişatınıda merakla bekliyorum;))

  5. hikaruivy says:

    @kimbap: Valla kimbapcım yorumunu ağzım açık okudum. Gidişatı ve aklımdan geçenleri süper analiz etmişsin. Hımm, sanırım sizi şaşırtmak için sıradışı yöntemlere başvurmam gerekecek, nıhahaha! **kötü kadın gülüşü**

    Ayrıca evet, epey hızlı ilerledik, ve benim de hoşuma gitti böyle olması. Olayların bir türlü ilerlemediği mıymıy dizilerden bana fenalık geliyor 😛 Bu hızlı ilerlemeye rağmen 10 bölümlük malzeme var kafamda, merak etmeyin 🙂

    @koredelisi – kimbap: Sun Yong ve Yoon Ah’ı 4. ve 5. bölümlere sakladım. Bence de çok şekerler, ama her bölümü aynı tutabilmek için onlara ayırdığım yeri birazcık kesmek zorunda kalıyorum… Ama dediğim gibi, sürpriz gelişmelere az kaldı, nı nı nı nınnnn!

  6. akira says:

    o zaman daha fazla bizi bu mükemmel süprizlerinden mahrum bırakma:) her gün bakıyorum bloğuna acaba yeni bölüm gelmişmidir diye 🙂 kolay gelsin diyor 3. bölümü iple çekiyorum:)

    • hikaruivy says:

      çok tatlısın akira, sağol canım ^^ ben de çok eğlenerek yazıyorum inan ki 🙂 sürekli aklım berna’larla dolu, rüyamda bile onları görmeye başladım 😀

      3. bölümün müziklerini ayarlıyorum şimdi. yarın bitmiş olur, biter bitmez hemen yükleyeceğim. sevgiler ^^

  7. kimbapsushi says:

    hikarucum, sen süper yazıyosun yanlış anlama, sadece ben drama kültürüne çok aşinayım. uzak doğu öncesinde türk ve amerikan dizi geçmişim de olduğundan olacakları daha çabuk çözebiliyorum^^
    ama tabi şaşırtmana da hayır demem canikom 😀
    sun yong’un bölümlerini sabırsızlıkla beklemekteyim ama dur ya napıyorum ben burda, yeni bölüm gelmiş hemen okuyayım^^

  8. kimbapsushi says:

    yalnız bir de spoiler/önbilgi vermiş gibi olmuşum, tahminlerimin tutacağını bilsem yoruma öyle bişey eklerdim^^

  9. Lee says:

    1. Çıplak görmes sahnesi bana direkt Personal Taste’i hatırlattı. Bir farkla ama, oradan gören değil, görülen min Ho’ydu 🙂

    2. Türk yemeklerinin yapılması ve yenmesi gerçekten hoş. Ben mesela çok merak ediyorum, bir Koreli’ye gerçekten bu yemeklerden yapsak, oturup afiyetler yer ve beğenir mi? 🙂 Sonuçta biz onların yemeklerinden tattık sayılır, biliyoruz az çok 😀

    3. Jin Ki’nin bu denli çapkın olmasını ben geçmişine bağlıyorum. Kesin darbe yedi birinden bu çocuk. Hikaru tahmin etti mi, doğru mu, doğru mu? 😀

    4. En beğendiğim kısımları ise Berna’nın oyunlar oynaması. PES’te filan yenmesi mükemmel. Erkeklerin en büyük isteklerinden biridir, oyun oynayan sevgili, benden demesi :p Ben de hikayemde bu oyun kısımlarına bayağı yer vereceğim, Love Plus’tan filan bahsedeceğim haha. Gönüllü otaku hikayesi 😀

    5. Min Hee karakteri de hoşuma gitti. Gerçi benim bu hikayede sevmediğim bir karakter şimdilik yok. Sabırlı, sevecen, güzel ve zeki platonik kız, her daim sevgisine kavuşmamaya mahkumdur. Şimdilik üzülelim Min Hee için. Ama nerden biliyoruz, belki Berna Jin Ki ile beraber olacak hehe 😀

    6. Karaoke sahneleri Kore senaryolarının olmazsa olmazlarındandır! burda da olmasa üzülürdüm valla 🙂

    ***

    Zevkle okuyoruz Hikaru. Sen başladın, ben devam edeceğim. Bakalım daha sonra kim başlayacak. bu tarz, kaliteli yazılmış hikayeler okumayı çok seviyorum 🙂

    Ellerine sağlık. ^^

    • hikaruivy says:

      @lee: evet, personal taste, my girl ve bilumum kore dizisinde bu çıplak görme sahnesi yaşanmıştır; bir kız ve bir erkek aynı evde kalıyorsa Allah’ın emridir bu sahne 😀 😀 o klişeye girmekten kaçamadım, çünkü hakkaten okuyan/izleyen için eğlenceli sahnelerdir; kızın çığlığı, oğlanın korkuyla kaçması, sonra birbirlerinin yüzüne bakamamak falan 🙂

      koreli birine hiç yemeklerimizi tattırmadım; ama çinli arkadaşlara yemek yaptığımda beğenmişlerdi. koreliler de sever diye tahmin ediyorum. ama belki biraz az baharatlı bulurlar 😛

      jin ki’nin çapkınlığına gelince… hımmm… geçmişte bir travma yaşadığı doğru, ama detaylarını şimdilik verip spoil etmeyeyim 😀

      oyun oynayan kız arkadaş: ah bilmez miyim! ekşi sözlükte “pes oynayan güzel kız” diye başlıklar bile var; farkındayım erkeklerin bu fetişinin 😀 😀 şimdi bakıyorum da, ben bu berna’yı baya baya mükemmel bi karakter yapmışım 😀 tüm erkeklerin rüya kızı! eheh, ama taa korelerde bizi temsil edecek, olsun o kadar 🙂

      min hee’yi de tatlı, sessiz sakin bir kız yaptım, evet. yoon eun hye’ye gıcık, entrikacı bir tipi yakıştıramadım. ayrıca entrikacı tipler yazmakla ilgili bir sorunum var; benim karakterlerimin hepsi iyi oluyo yahu! yaprak dökümü falan yazamazmışım, burdan bunu anlıyorum 😛 😛

  10. mydestiny says:

    Selam!

    2. bölümü de okumuş bulunmaktayım. KEsinlikle çok eğlenceli yazıyorsun. Tek satırda bile sıkılmadım. Banyo sahnesi çok güzeldi. Bu tarz Kore dizilerinde mutlaka olan şeylerden biriydi. Diğer olması gereken de karaoke sahnesiydi ki yine çok güzel yazmışsın. Ayrıca Türk yemekleri+kahve olayını sevdim ben. Berna her bakımdan Türkleri iyi temsil ediyor 😀 Çok yaşa Berna! 😛

    Aşk trafiği ya da aşk üçgeni de hafiften belli olmaya başladı. Jung Woo ve Jun Ki bu konuda ne yapacaklar merak ediyorum. Jung Woo & Berna bir Busan gezisi yapacaklar birlikte güzel sahneler bekliyorum..

    İlk fırsatta 3. bölümü okumak üzere 😛
    Ellerine sağlık~~

    • hikaruivy says:

      Çok teşekkürler mydestiny! Sizi eğlendirmek tek amacım zaten 🙂

      Evet banyo ve karaoke sahneleri Kdrama’ların olmazsa olmazlarıdır; ben de eklemeden edemedim 🙂 Berna’nın kahve muhabbetlerini de asıl 4. bölümde göreceksin 😀

      Aşk üçgeni belli oldu, haklısın. Hatta şu anda acayip kamplaşmalar oluşmuş durumda Jin Ki-ciler vs. Jung Woo-cular olarak… Bakalım sen hangi taraftan olacaksın? 😉

      Sevgiler canım…

  11. MsSsushi says:

    aşk üçgeni=kdramadaki olay..:D
    bu bölümde süperdi min ho’mun daha çok çalışması lazım..:) (berna’yı anlayabilmesi için:)

    heeeh Jin Ki’dende beklenen davranış..:DD
    yine çok eğlendim..^^.)

  12. makinosev says:

    -bu kız bu öyküye çok güzel gitmiş, valla o banyo sahnesinde kızcağızın çığlığı basması anında gözümde canlandı ve çok çeker geldi 😀 yemek olayına da deyinmesek olmazdı, kızarmış prinçde onlar bile çubuğa hakim olamamışlar ya “oh canıma değsin, ben hiç beceremiyorum” dedim (ezik ben 😦 )
    – Türkçe: “Oha, gülebiliyormuş!” der… kamera mümkünse slow motion göstersin o sahneyi, börni’nin boru gibi sesi eşliğinde lee min ho’nun ışıldayan gülüşü filan 😀 😀
    – balık keki ben de istiyorum :(((
    – karakterlerin çocukluğa dönüşü sahneleri her zaman favorimdir, gene aldım notumu (sahne belli: elimde kağıt kalem, dil dışarda not alıyorum 😛 )
    – şekerpare’den( Shakespeare’e öyle diyorum ben 🙂 )soneleri hem orj hem de çevirileriyle koymanda çok aklımı çeldi 🙂
    -bir de min ho’nun mutfakta su içmediği bir dizi düşünülemezdi, bu önemli ayrıntıyı öyküye sarmaladığın için ayrıca teşekkür ediyorum 🙂

    • hikaruivy says:

      hahah, ben de çubukları kullanmayı bi türlü beceremiyordum ama şimdi öğrendim gibi… gerçi gene her şeyi yiyemiyorum ama büyük parçaları artık düşürmeden tutabiliyorum hehe 😀

      Min Ho’nun asık suratlı hali de tam somurtuk oluyo haa… Hatta o haliyle pek de yakışıklı olmuyor bence (şimdi Hayal ve Besra başta olmak üzere tüm Minoz’lar üzerime çullanacak! :P) Ama gülünce hakikaten ışıldıyor çocuk; Berna da bunu fark edip şok oldu bence 😀 Slow sahne fikrini de çok tuttum, hahah 😀

      Balık kekini ben de çok merak ediyorum. Bir gün yolum Seul’e düşerse ilk deneyeceğim şeylerden biri olacak (ve muhtemelen sevmeyeceğim, ben balık sevmem çünkü :P) Karakterlerin çocukluğu sahnelerini ben de çok severim. Hikayende sen de böyle bir şey yaparsan ekran başında erimiş bi halde okuyacağıma eminim 😀 Şekerpare bu hikayede benim en büyük yardımcılarımdan biri oldu: O ve Küçük Prens. Okuyunca göreceksin hayatım. Eeee, ne de olsa edebi eserler, her zaman bir hikayeye renk katar! 😉

      Bir sonraki yorumuna geçiyorum ^^

  13. Ellerine sağlık çok eğlenceli ve bomba sonla biten bu bölümden sonra beklemeyi beceremezdim galiba (: Berna fazla akdenizli, sıcacık bir kız olduğunu gösterdi tavırlarıyla. Daha da benimsedim hatunu resmen. Ama yine de banyo da kendisini çıplak görmüş olma ihtimali olmuş olan bir erkeğe bile bu kadar çabuk “yok, yok birşey olmadı. Biz devam edelim hayatımıza” modunda yaklaşmasını garipsedim. Kızımız hemen Türküm, doğruyum acayip ara yaparım özelliğiylede hikayeye renk kattı ^^
    Bazı şeylerin ipuçlarını okadar güzel vermişsin ki okuyucuna (resmen izleyici modundayız ya neyse) geleceği tahmin etme fırsatı verip daha fazla hikayeye odaklanma şansı vermen ayrıca güzel 😀

    Jung Woo için aralara serpiştirdiğin yorumları dizi izlerken birebir yapıyor olduğumu itiraf etmeliyim (:

    Min Hee geçmişine bağlı kalmış, bir türlü kopamamış kız tiplemesiyle benim tüylerimi diken diken etti. Bir kaşık Suju’da boğmak istedim resmen hatunu ya neyse 😀

    Jung Woo’nun karaokede sürpriz bir performans sergilemesini bekledim ama sürprizi kız yaptı 😀 Neyse ben hala umutluyum 😛 Kahve yapan Bernamızdan fal bakmasını da reca edecektik ama Sağolsun çakal Jin Ki erkenden falına bakıverdi kızımızın 😀

    • hikaruivy says:

      @OhYoonJoo: Hoşgeldin sevgili çingum! Senin yorumlarını okumak ne kadar güzel bir duygu, çok teşekkür ederim 🙂 Berna’mız çok sıcakkanlı, tatlı bir kız cidden. Banyo olayını biraz çabuk atlattıkları doğru, eheh 😀 Ama işte Berna’nın böyle pratik bir yanı var, olaya “olduysa oldu artık napalım” diye bakıyor 🙂

      Min Hee’yi daha şimdiden sevmeyerek ilginç bir rekora imza attın, haha 😀 Genellikle okurlar başta kendisini severler… Daha sonra neler olacağını spoil etmeyeyim ama sen şimdiden kızın saplantılı olduğunu çözmüşsün.

      Jung Woo’nun henüz açılması için biraz erken. Zamanla sürpriz yapıp kendini aşmaya başlayacak ablası 🙂 Fal muhabbetinin asıl kralı 4. bölümde geliyor, bakalım sevecek misin? 😉 Tekrardan teşekkürler yorumun için ^^

  14. minekibuu says:

    Evet okumaya geç başladım. kabul. Ancak dizi izliyor gibi, her satıra özel yorumlarım oldu, kendi kendime konuşmaktan arada olayların iyice içinde buldum kendimi. Kimbap’ın ve Lee’nin düşünceleri bende de belirdi açıkçası, bir hastalık gibi bu durum. Şuan herkes biliyor ve ben bilmiyorum olayları hemen okumaya devam etmeliyim o nedenle kısa kesiyorum :). hikaruivy canım eline sağlık. yazım diline de bayıldım, satır aralarındaki yorumlarına da. çok sevdim. sonu ne olursa olsun çok sevdim :P. anladın sen onu 🙂

    • hikaruivy says:

      @minekibuu: sağol tatlım, beğendiğine sevindim, ohyoonjoo’nun eli maşalı yorumlarından sonra senin “sonu ne olursa olsun sevdim” demen ilaç gibi geldi 😀 😀 😀 sevgiler, iyi okumalar ^^

  15. anatanokotoba says:

    gerçekten çok güzel olmuş ellerine sağlık, hele Berna ve Jong Woo’nun eve yürürkenki bölümünü çok beğendim. Berna’nın balık keki için köpek eti mi domuz eti mi diye soruşları ve Jong Woo’nun bıyık altından sırıtışları çok komikti bayıldım 😀

Leave a comment