4. Bölüm

Joshua Radin – They bring me to you

Clazziquai – Wizard Of Oz

Taru – Chocolate

Mozart – Türk Marşı

Edward Chun – Everything

Lee Han Na_Prologue

Tearliner – We Quit Us

Clazziquai – Gentle Giant

Sahne 1 (Büyük evin içi) Jung Woo’nun olduğu odanın kapısı açılır ve mafya tipli korumalar Berna’yı itekleyerek içeri getirirler. Elemanlardan birisi saygılı bir biçimde:

“Efendi Ku Jon San, bu hırsızı evinizin bahçesinde yakaladık,” der. O sırada Berna:

“Ben hırsız değilim! Bırakın beni!” diye bağırmaktadır. Jung Woo’nun gözleri hayretle irileşir:

“Bernaaa??”

Jung Woo’nun karşısındaki yaşlı adam Jung Woo’ya döner:

“Sen bu genç bayanı tanıyor musun?” diye sorar. Jung Woo:

“Evet efendim,” der. “Kendisi benim arkadaşımdır… Sanırım bir yanlış anlaşılma oldu…”

Bu sırada Berna:

“Jung Woo! Senin bu rezil adamlarla bir arada olmana inanamıyorum!” diye bağırır. “Para için bu kadar küçüleceğini asla tahmin edemezdim! Yazıklar olsun!”

Jung Woo’nun suratı karmakarışık olurken Ku Jon San büyük bir sükunetle:

“Küçük hanım, rezil adam derken ne kast etmektesiniz sorabilir miyim?” diye konuşur. Jung Woo hemen atılır:

“Efendim, kendisi yabancıdır, dilimizi tam olarak konuşamıyor… Eminim söylemek istediği şeyi kast etmemiştir…”

Berna öfkeyle:

“Hayır, bal gibi de onu kast ettim!” diye bağırır. Sonra Ku Jon San’a döner, parmağını tehdit eder gibi ona uzatır: “Ne iş yaptığınızı tam olarak bilemiyorum ama kirli işler çevirdiğiniz kesin! Jung Woo’ya kuryelik yaptırdığınızı biliyorum! Artık uyuşturucu mu kaçırıyorsunuz yoksa başka bir şey mi, orasını Tanrı bilir…”

Jung Woo’nun suratı daha beter biçimde karışır. Gözlerinden ateş saçarak:

“Berna-sshi, sen ne dediğinin farkında mısın?? Efendi Ku Jon San ülkemizin ileri gelen devlet büyüklerindendir! Dışişleri bakanlığında müsteşardır!” der.

Berna birden kıpkırmızı kesilir. Yüzüne bir şüphe düşer. Fakat sonra tekrar:

“Yaaa! Madem öyle, seni ne diye Busan’a gönderdi?? O çantanın içinde ne var, söylesene ha, söylesene!” diye bağırır.

Bu kez Ku Jon San yüzünde bir tebessüm ve sakin bir sesle:

“Çantanı açar mısın lütfen Kim Jung Woo?” der. Jung Woo asık bir yüzle denileni yapar.

Çanta açılır. Ku Jon San Berna’yı tutan adamına işaret eder, adam Berna’yı bırakır. Berna şüpheyle ilerler, kutunun içindekine bir göz atar.

“Ama bu… bu…” diye kekeler…

Ku Jon San gayet sakin:

“Evet, bu bir kitap,” diye onun sözünü tamamlar. “Bu kitap Goryeo hanedanı döneminden kalma, yaklaşık dokuz yüz elli yaşında çok değerli bir kitaptır… Yıllar önce yurtdışına kaçırılmıştı; fakat yıllar boyu sürdürülen diplomatik yazışmalar sonrası, ülkemize geri getirilmesini sağlamış bulunuyoruz. Kitabın Busan’dan alınıp ait olduğu Seul müzesine getirilmesi için güvendiğimiz genç bir çalışanımızı görevlendirdik. Bu görev, aynı zamanda kendisinin liyakat testi olacaktı… Nitekim, genç Jung Woo, bu vazifeyi başarıyla tamamlayarak kendisini dış işleri bakanlığına stajyer olarak almamızın ne kadar yerinde bir seçim olduğunu kanıtlamış bulunuyor…”

Jung Woo saygıyla eğilirken, Ku Jon San’ın yüzünde takdir eden bir tebessüm vardır. Berna’nınsa ağzı açık kalmıştır. Kekeleyerek:

“Ama… ben… şey…” Sonra kendine gelir, boğazını temizler: “Öhöm… Ben… Ben galiba yanlış anlamışım…”

Jung Woo’nun kaşı gözü seğirir: “Bu kadarcık mı??”

Ku Jon San yüzünde babacan bir gülümseme ile:

“Sanırım şimdi işin içyüzünü anladınız genç bayan,” diye tekrar söze başlar. “Fakat az önceki davranışınızı çok yürekli bulduğumu size iletmek isterim. Korkusuz davranışınızdan dolayı sizi tebrik ederim.” Jung Woo’ya döner: “Kim Jung Woo, lütfen bu genç hanıma kızmayın. Kendisi, çok dürüst ve cesur bir genç hanım.”

Jung Woo büyük bir saygıyla eğilir:

“Elbette efendim… Onun adına tekrar özür dilerim.”

Ku Jon San yeniden gülümser. Berna ise mahcup, otuz iki dişini birden gösterip sırıtır; belinin elverdiği kadar öne doğru eğilir.

Sahne 2 (Sokak) Berna ve Jung Woo evden çıkmış, yürümektedirler. Jung Woo’nun suratı yine sirke satmaktadır, hızlı adımlarla yürümekte; Berna ise ona yetişmek için nefes nefese koşturmaktadır. Berna en sonunda:

“Jung Woo lütfen ama! Özür dilerim dedim ya! Bak Efendi Ku Jon San bile beni affetti, sen neden affetmiyorsun??”

Jung Woo birden durur, ona döner, öfkeyle:

“Sen benim mafyayla iş yaptığımı nasıl düşünebilirsin??” diye patlar. “Manyak mısın sen yaa?? Nasıl bir hayalgücün var? Kafanda nasıl bir senaryo yazdın??”

“Valla benim kafamdakiler gerçekte olandan çok daha mantıklıydı,” diye dudak büker Berna. Sonra hemen: “Özür dilerim, özür dilerim!” diye atılır. “Ne bileyim, genç çocuksun, paraya olan zaafın da malum… Belki bir hata yapmışsındır diye düşündüm…”

Jung Woo birden, acayip alınmış bir biçimde bakar. “Paraya olan zaafım mı??”

Sonra öfkeyle güler. Kaşları iyice çatılır.

“Senin de babanın 12 milyon won kumar borcu olsaydı, senin de paraya bir miktar zaafın olurdu! Ben haftalardır ailemi bu beladan nasıl kurtarırım diye çalmadık kapı bırakmadım! Kaygılar içinde debeleniyorum! Ve senin bana bakınca gördüğün şey yalnızca bir para düşkünü, öyle mi?!”

Jung Woo’nun yüzü öfke ve üzüntüyle çarpılmıştır. Sözlerini bitirdiği anda öfkeyle arkasını döner, hızlı hızlı yürümeye başlar. Berna ise şok olmuş halde kalakalmıştır. Sonra kendini toparlar, “Jung Woo! Özür dilerim! Bekle lütfen, konuşalım!” diye bağırarak onun arkasından koşturur, fakat Jung Woo onu beklemeden bir taksi durdurmuş, otomobile bindiği gibi uzaklaşmıştır. Berna yüzünde büyük bir üzüntü ifadesiyle sokak ortasında kalakalır…

Sahne 3 (Ev – dış mekân) Berna bezgin adımlarla eve girer. Bu arada Jin Ki’nin odasında bilgisayar başında bir şeylerle uğraştığını, fakat kapının kapanma sesiyle birlikte dikkat kesilip yerinden kalktığını görürüz. Berna başındaki peruğu ve dudağındaki bıyığı dalgın bir ifadeyle çıkarır, ayaklarını sürüye sürüye odasına girer. Jin Ki sessizce odasından dışarı süzülür; parmak uçlarına basa basa mutfağa geçer; buzdolabının kapağını açıp içindeki bir pastaya uzanır. Pastanın üzerinde: “Özür dilerim” yazmaktadır. Jin Ki yüzünde büyük bir gurur ifadesiyle pastayı dolaptan çıkarır; yine yavaş adımlarla Berna’nın odasının kapısına kadar gelir. Kapıyı çalar:

“Berna-sshi! Geldin mi??”

Berna yatağında yüz üstü yatmaktadır. Kapısının vurulduğunu duyunca çabuk bir hareketle toparlanır, yatakta oturur vaziyete gelir. Çarçabuk gözlerini siler.

“Efendim?”

Jin Ki yavaşça kapıyı aralar, içeriye başını uzatır. Berna’ya bakar bakmaz onun ağlıyor olduğunu fark eder. Yüzüdenki gurur ve neşe karışımı ifade yerini hızla kaygılı bir bakışa bırakır:

“Sen… iyi misin?” diye sorar.

Berna başını çevirmeden, donuk bir sesle:

“İyiyim Jin Ki, merak etme,” diye yanıtlar. “Sadece… Ben… Şu anda kimseyle konuşacak havada değilim… İzin verirsen yalnız kalmak istiyorum…”

Jin Ki’nin yüzünde büyük bir hayalkırıklığı belirir. Yine de zoraki bir gülümsemeyle:

“Anlıyorum…” der. “Peki…”

(They bring me to you) Sonra yavaşça kapıyı tekrar kapatır. Bir süre kapıda elinde pastayla öylece dikilip kalır. Bu arada Berna’nın odasından ağlama sesi geldiğini duyunca yüzü üzüntüyle karışır. Eli tekrar kapının koluna uzanır; fakat açmaya cesaret edemez. Sonra elindeki pastaya gözü ilişir. Yüzünü asıp mutfağa gider. Çöp kutusunun kapağını kaldırır, içine pastayı atıverir. Yüzünde büyük bir hayalkırıklığı ve acı okuruz.

Berna yatağına yan yatmıştır, gözlerinden yağmur gibi yaşlar inmektedir.

Jung Woo’yu ise akşam karanlığı çökmüş sokaklarda, elleri cebinde dolaşırken görürüz. Yüzünde sıkıntılı bir anlam vardır. Birden telefonu çalar. Jung Woo telefonu açar.

“Hyo Ju? Bir şey mi oldu?”

Hattın karşı ucunda Kim Hyo Ju’yu görürüz. Genç kız ağlamaklıdır.

“Oppa, çok kötü şeyler oldu! Bugün babamın borcunun olduğu adamlar yine evimize geldiler! Borcumuzu üç gün içinde ödemezsek başımıza çok kötü şeyler geleceğini söyleyip beni ve annemi tehdit ettiler! Oppa, çok korkuyorum!”

Jung Woo’nun yüzü karmakarışık olmuştur. Telaşla:

“Hyo Ju, evde kalmayın! Teyzemin evine gidin! Ben stajyerlik paramı gelecek hafta alıyorum, alır almaz size yollayacağım! Ama lütfen o zamana kadar kendinizi koruyun!”

“Tamam abi, biz teyzeme gideceğiz,” der Hyo Ju. “Ama lütfen sen de çabuk ol! Babam hâlâ ortalıklarda yok, onun başına bir şey gelecek diye çok endişeleniyorum!”

Jung Woo telefonu kapatırken boğazına bir şeyler düğümlenmiştir. Ağlayacak gibi gözlerini kısar, başını yukarı kaldırır. Hafifçe mırıldanır.

“Normal bir hayat… Sadece normal bir hayat istedim senden…”

(They bring me to you – yükselir)

Sahne 4 (Ev) Bir önceki sahnenin müziği eşliğinde ertesi sabahı izleriz. Jung Woo kahvaltı masasındaki Berna ve Sun Yong’un yüzüne bile bakmadan evden çıkar gider. Berna birden çok fena olur; elindeki çatalı bırakır. Sun Yong’a zoraki gülümseyerek kahvaltı masasından kalkar, odasına geçer. O sırada mutfaktan salona doğru yürümekte olan Jin Ki koridorda Berna’yla karşılaşır, yana çekilerek yol verir. Berna yüzünü yerden kaldırmadan odasına geçerken Jin Ki üzgün ve biraz kırgın bir ifadeyle arkasından bakar.

Sahne 5 (Berna’nın okulu) Berna başını sırasının üzerine koymuş, dalgınca düşünmektedir. O sırada önüne oyuncak bir civciv uzatılır. Çizgi film seslendirmesi gibi bir ses:

“Burada üzüntülü bir genç bayan varmış! Acaba bu genç bayanın canını kim sıkmış olabilir??”

Berna yorgunca gülümser, önüne bırakılan civcive elini uzatır. Civcivi arkadan tutan kişinin neşeyle gülümseyen Min Hee olduğunu görürüz. Berna yorgun ve hüzünlü, arkadaşının elinden civcivi alıp dalgınca okşarken Min Hee onun önündeki sıraya oturur, merak ve kaygıyla gözlerini arkadaşının yüzüne diker:

“Berna-sshi! Neler oluyor? İki gündür çok üzgün görünüyorsun…”

Berna yorgunca içini çeker:

“Ben birisini çok kırdım Min Hee… Şimdi onun gönlünü nasıl alacağımı bir türlü bilemiyorum… Benim yüzüme bile bakmıyor!”

Ellerini sıkıntıyla yüzüne kapatır. Min Hee arkadaşının haline üzülmüştür. Onu teselli etmek için:

“Üzülme tatlım, sen iyi niyetini belli edip özür dilersen her şey yoluna girecektir…” diye konuşur. Sonra işi biraz şakaya vurmak için: “O kişiye bir elma vermeyi denedin, öyle değil mi?(*)” der. Berna şakayı anlar, gülümser, Min Hee de neşeyle sırıtır. Sonra Berna yine içini çeker:

“Galiba bu iş bir “elma”yla çözümlenecek kadar kolay olmayacak…”

Min Hee bir an onun üzüntüsünü paylaşarak durur. Sonra birden gözleri ışıldar:

“Gel benimle! Bir fikrim var!”

Sonra, üzüntülü arkadaşının elinden tuttuğu gibi “Hadi! Ne duruyorsun??” diye çekiştirerek koşturur. Berna da şaşkınca onu takip eder.

Sahne 6 (Oyuncakçı) Min Hee Berna’yı bir oyuncakçı dükkanına götürmüştür. Neşeyle:

“Burdan sevimli bir hediye alıp özür dileklerinle birlikte sunarsan, arkadaşının seni mutlaka bağışlayacaktır,” der. “Birlikte bakalım mı?”

Berna’nın birden yüzü aydınlanmıştır:

“Doğru söylüyorsun! Haydi uygun bir şeyler bakalım…”

( Wizard of Oz) İkilinin oyuncakçı rafları arasında gezinmelerini, bir o oyuncağa bir bu oyuncağa saldırmalarını, Berna’nın da iyice neşelenip havaya girmelerini izleriz. Min Hee ile birbirlerinin kafasına şapkalar geçirir, komik gözlükler takarak şebeklik yapar, oyuncakları birbiriyle konuşturarak kendi çaplarında eğlenirler (ah ah, gençlik güzel şey :D).

Sonunda Berna kurbağa şeklinde bir anahtarlığı eline alır. Kurbağanın karnına ufak bir bas-konuş alet yerleştirilmiştir. Min Hee:

“Bu oyuncakları biliyor musun? Bak, şöyle yapacaksın” deyip kurbağanın kayıt düğmesine basar, sesini yine bir çizgi film sesine dönüştürerek: “Berna, Berna, al bana bir elma!” diye konuşur. Sonra bir başka düğmeye bastığında kurbağacığın “Berna, Berna, al bana bir elma” diye tekrarladığını görürüz. Berna heyecanla:

“Süper bişiymiş buuuu! Tamam işte budur, bunu alıyorum,” der ve ödeme yapmak için neşeyle kasaya koşturur.

Sahne 7 (Oyuncak dükkanının dışarısı) İki kız dışarıda yürürlerken Berna sevinçle yeni oyuncağına bakıp bakıp durmaktadır. Min Hee onun gülen yüzünü görünce sevimli bir şekilde:

“Şimdi daha iyisin, değil mi Berna-sshi?” diye sorar. Berna gülümseyerek ona döner:

“Evet Min Hee-sshi, çok daha iyiyim! Sana çok ama çok teşekkür ederim…”

Min Hee’nin de yüzüne bir gülümseme yayılır. İki kız gülüşerek yürümeye devam ederler.

Sahne 8 (Ev) Berna odasında oturup ders çalışmaktadır. Birden daire kapısının açılma sesi gelir. Berna elindeki kalemi bırakıp kulak kesilir.

Jung Woo’nun elinde bond çantasıyla içeri girdiğini görürüz. Odasına geçer. Işığı yakar.

Üzerindeki paltoyu ve atkıyı çıkarırken birden yatağının üzerine bırakılmış ufak bir hediye paketi dikkatini çeker. Merak ve şüpheyle paketi eline alır.

Kutuyu saran ipleri açmaya başlar. Önce ipleri, sonra parlak ambalaj kağıdını, en son da kutunun kapağını çıkarır.

İçindeki kurbağa anahtarlığını görünce gözleri şaşkınlıkla açılır. Elinde evirip çevirir, bir anlam veremez.

(Taru Chocolate) Sonra, anahtarlığın köşesindeki kırmızı düğmeye basmayı akıl eder. Berna’nın sesi odayı doldurur:

“Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim! Seni kırdığım için özür dilerim! Lütfen affet beni!”

Jung Woo’nun yüzünü sevimli bir gülümseme doldurur. Küçük kurbağayı gerçek bir evcil hayvanmış gibi eliyle okşar.

O sırada aralık duran kapıdan içeri süzülmüş olan Berna’yı görürüz. Berna yüzünde affedilmeyi bekleyen küçük çocuk bakışlarıyla:

“Özür dilerim,” diye tekrarlar. Sonra Jung Woo’ya yaklaşır, yatakta onun yanına oturur. Jung Woo’nun gözlerinin içine bakıp içtenlikle konuşur:

“Ben senin sadece parayı düşünmediğini biliyorum… Arkadaşlarına nasıl değer verdiğini gördüm… O gün efendi Ku Jon San’ın evinde olanlardan sonra çok şaşkındım, ağzımdan kast etmediğim sözler çıktı… Ama lütfen sen de uzatma ve beni bağışla, olur mu?”

Böyle deyip başını sevimli bir şekilde eğer, arkadaşının yüzüne bakar. Jung Woo bir an naz yapacak gibi olur, ama sonra dayanamaz, çocuksu bir somurtmayla:

“Tamam, seni affediyorum” der. Sonra ciddileşir, kurbağa oyuncağını Berna’dan uzaklaştırır:

“Ama bunu geri vermiyorum!”

Ve çocuk gibi kurbağasına sarılır. Berna kıkırdar: “Tamam verme… Onu sana aldım zaten…” Sonra ayağa kalkar, gitmeye hazırlanır. Ama geri dönüp gitmeden önce birden Jung Woo’ya doğru atılır, ona sıkıca sarılır! Jung Woo’nun gözleri şaşkınlıkla irileşir; ama o henüz bir tepki veremeden Berna biraz utanmış biraz keyiflenmiş bir gülüşle koşturarak odadan çıkar.

Odada kalan Jung Woo irileşmiş gözlerle taşlaşmış gibi bir süre daha öylece oturur. Sonra yüzüne kocaman bir gülümseme yayılır; elindeki kurbağacığı abartılı bir sevinçle göğsüne bastırır.

Sahne 9 (Okul) Sun Yong’u yine bir ağacın arkasında, yüzünde büyük bir hüzünle uzaktaki Yoon Ah’ı izlerken görürüz. Birden önüne bir voleybol topu düşer. Sun Yong dönüp baktığında Berna’nın sırıtarak ona doğru yaklaştığını görür.

“N’aber Sun Yong-ya? Antremandan kaytarıp tembellik mi yapıyorsun?”

Sun Yong üzüntülü bir gülümsemeyle ilerideki kızı işaret eder:

“Sana bahsettiğim kız vardı ya… İşte bak, orada.”

Berna heyecanla atılır: “Hani, nerde??” Başını uzatıp görmeye çalışır. Sun Yong ise üzgündür.

“Aslında artık bir önemi kalmadı… Geçen gün ona çok fena rezil oldum… Bir daha asla onun yüzüne bakamam…”

“Ama neden??” der Berna adeta haykırarak. Sonra Sun Yong’un kolunu tutar: “Hey, ufaklık, bana bak! Bu kadar çabuk pes etmemelisin!”

Sun Yong acı bir gülüşle:

“Yararı yok,” diye söylenir, “Beni hep en kötü anlarımda gören bir kızın, bana bakınca bir şövalye görmesini nasıl sağlayabilirim ki?”

Berna bir an duraklar: “Şövalye mi dedin? Hımm… Şövalye demek…”

Düşünceli yüzü aniden bir gülümsemeyle aydınlanır: “Sen bu işi bana bırak! Ben her şeyi halledeceğim! Bak şimdi…”

Berna Sun Yong’un koluna girer, ona planını anlatmaya başlar. (Müzik gir: Wizard of Oz)Berna konuştukça Sun Yong’un yüzüne şaşkın bir sevinç düşer. Sonra, iki çocuğun hızlı çekimle oradan oraya koşturmasını, tiyatro bölümüne gidip Jin Ki’yle buluşmalarını, onunla konuşup bir şeyler istediklerini görürüz.  Bir sonraki sahnede ise Berna kendi evindedir: Mutfak dolabından cezve ve üç tane fincan almış, sırıtarak el çantasına sokuşturmaktadır.

Sahne 10 (Okul) Yoon Ah kitaplarını toplamış, sınıftan çıkmak üzeredir. Diğer iki kız arkadaşı yanına gelir.

“Yoon Ah-ya! Kafeteryada çay içelim mi?” Yoon Ah sevimli sevimli:

“Bilmem, olabilir…” derken yanıbaşlarında bir ses duyulur:

“Afedersiniz! Ben Yabancı Diller Bölümü’nün bölüm başkanlığını arıyorum, siz nerde olduğunu biliyor musunuz?”

Üç kız merakla sesin sahibine bakarlar. Berna en tatlı haliyle gülümsemektedir. Kızlardan biri:

“Evet, üst kata çıkacaksınız, koridorun sonundadır,” deyince Berna yine sevimli bir gülümseme takınır:

“Çok özür dilerim, ama ben bir türlü bulamadım! Rica etsem bana yardımcı olabilir misiniz?”

Kızlar birbirlerine bakarlar, sonra Yoon Ah: “Neden olmasın?” der. “Biz sizi götürürüz.”

Berna onlarla birlikte yürümeye başlarken:

“Çok teşekkür ederim!” diye neşeyle konuşur. “Gerçekten harika oldu bu! Yarım saattir okul binasında dönüp duruyordum… Ben aslında Seul kampüsünde okuyorum, fakat Anseong’da görmem gereken birisi vardı… O yüzden bugün ilk defa buraya geldim… Bu arada siz hangi bölümlerdesiniz?”

“Biz İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencileriyiz,” der Yoon Ah’ın arkadaşlarından biri. Berna el çırpar:

“Ne güzel! Ben matematik öğrencisiyim… Bir dönemliğine Türkiye’den geldim.”

“Ah, ne hoş…” der Yoon Ah sevimlice gülümseyerek. Dört kızın konuşmaya devam ederek koridorda ilerlediğini görürüz. Bu arada Berna diğerlerine çaktırmamaya çalışarak bir an arkasına göz atar; koridorun köşesinde duvarın arkasına gizlenmiş onları izlemekte olan Sun Yong’la göz göze gelip göz kırpar. Sun Yong sevinçle yumruğunu sıkar; planın ilk bölümü başarıyla tamamlanmıştır!

Sahne 11 (okul kafeteryası) Yoon Ah ve iki arkadaşı okul kafeteryasında bir masada oturup çay içerek muhabbet etmektedir. Berna gülerek onların masasına yaklaşır:

“Tekrar selam arkadaşlar! İşimi hallettim, çok teşekkür ederim! Yardımlarınız olmasa bölüm başkanlığını bir türlü bulamayacaktım…”

“Rica ederiz, bir bir şey yapmadık ki…” der Yoon Ah kibarca. Berna hemen atılır:

“Aaa, olur mu hiç?? Siz beni götürmemiş olsaydınız ben orayı bulana kadar yarım saat daha geçerdi. Üstelik görüşmek istediğim kişi ben odasına girerken çıkmak üzereydi, onu nerdeyse kaçırıyordum yani! O yüzden çok yardımcı oldunuz, çok teşekkür ederim!”

Kızların yüzüne birer gülümseme yayılırken Berna fırsatı kaçırmaz:

“O yüzden ben de size birer kahve ısmarlayıp borcumu ödemek istiyorum! Ne dersiniz?”

“Ah lütfen! Hiç ama hiç gerek yok,” der Yoon Ah hemen. Berna:

“Aaa lütfen amaa, ısrar ediyorum,” diye atılır; diğer kızlar da böyle bir şeye gerek olmadığını tekrarlarlar. Bunun üzerine Berna boynunu büker:

“Eh peki o zaman… O halde izin verin ben de sizin için bir şey yapayım: Size Türk usulü fal bakayım!”

Kızlar şaşkınlıkla:

“Nasıl yani?”

“Fal mı? Geleceği okumak gibi mi?”

“Evet evet, aynen öyle!” der Berna gözleri parlayarak. “Ben çok iyi fal bakarım. İçeceğiniz kahvelerin fincanda bıraktıkları izlere bakarak geleceğinizi söyleyebilirim.”

Kızların yüzünde şaşkınlıkla karışık meraklı bir sevinç ifadesi yakalayınca neşeyle:

“Burda on dakika bekleyin beni lütfen! Hemen geri geleceğim!” diye bağırır ve koştura koştura kafeteryanın arka tarafına geçer. Kızlar merakla onun arkasından bakar, sonra birbirlerine bakıp şaşkınlık içinde “bu da neydi?” gibisinden kıkırdarlar.

Sahne 12 (okul kafeteryası mutfağı) (Türk marşı) Berna’yı kafeteryanın arka tarafındaki mutfakta ocak üzerinde Türk kahvesi pişirirken görürüz! Şef giysili orta yaşlı bir adam:

“Fakat agasshi, bunu yapmanız yasak, öğrenciler bu tarafa geçemez!” diye sızlanmaktadır. Berna ise aldırmaz bir tavırla:

“Tamam tamam ajusshi, bakın bitiyor zaten, azıcık kaldı!” diye konuşarak onu oyalamaya çabalamaktadır. Diğer garsonlarsa gülerek bu deli kızla şeflerinin atışmasını izlemektedirler. O sırada Sun Yong koşturarak girer:

“Her şeyi öğrendim Berna: Yoon Ah’ın yanındaki iki arkadaşının adı Jae Hee ve Do Eun. İkisi de Yoon Ah’la aynı sınıftalar. Birisi Incheon, diğeri Seul’den. Haklarındaki diğer bilgiler de şöyle…”

Şef gene: “Buraya böyle giremezsiniz! Kime diyorum beeennn!” diye Sun Yong’a sarar bu defa da. Sun Yong oralı bile olmayıp Berna’ya öğrendiklerini anlatmaya devam edince, şef ağlamaklı bir ifadeyle mutfak tezgahlarının birine kapanır! Berna ise heyecanla Sun Yong’a:

“Süper! Aferin Sun Yong! Şimdi sen git hazırlan!”

Sun Yong mutfaktan çıkarken Berna kaynamaya başlayan kahvenin altını kapatır, fincanlara doldurur, sonra tepsiyi alıp çıkarken içeridekilere:

“Ben birazdan cezvemi almaya gelirim! Bana yardımcı olduğunuz için çok teşekkür ederim,” diye selam verip gülerek mutfaktan çıkar. Yaşlı şefi yine “Böhüüüü! Kimse beni sallamıyor!” diye yüksek perdeden bir sesle ağlarken görürüz.

Sahne 13 (okul kafeteryası) Berna elinde küçük kahve fincanlarıyla hâlâ kafeteryada oturmakta olan kızların yanına gelir.

“Şimdi bunları içip, fincanları ters çevireceksiniz,” diye açıklama yapar. “Sonra da ben fincanlardaki izlere bakıp size geleceğinizi anlatacağım!”

Kızlar yine kıkırdayarak birbirlerine bakarlar. Sonra her biri birer fincana uzanır.

(Wizard of Oz) Üç kızın birer fincan kahve içtiğini, Berna’nın onları neşeyle izlediğini, bu arada muhabbete devam edip gülüştüklerini izleriz.

Biraz sonra, Berna eline ilk fincanı alır, Yoon Ah’ın arkadaşlarından Jae Hee’ye döner:

“Tatlım, sen Seul’den değilsin. Ama buraya yakın bir şehirden geliyorsun. Geldiğin şehir de Seul gibi büyük bir şehir.”

Do Eun heyecanla bağırır: “Aman Tanrım, bildi! Jae Hee, Incheon’dandır!”

“Devam et lütfen,” der Jae Hee heyecanla. Berna fincanı incelemeye devam eder; şekilleri çözmeye çalışır gibi gözlerini kısar, sonra:

“Senin bir erkek arkadaşın var galiba… Ama şu anda ayrısınız… Bak, burdaki kız sensin; şurdaki erkek de o. Aranızda okyanus var…”

Do Eun cıyak cıyak: “Evet evet, bu da doğru! Jae Hee’nin sevgilisi Japonya’ya çalışmaya gitti…” derken Jae Hee de heyecanla bağırmaktadır:

“Aman Tanrım, bunları nasıl biliyorsun??”

“Size bu işte iyi olduğumu söylemiştim,” der Berna gülerek ve Yoon Ah’a göz kırpar. Yoon Ah şaşkın şaşkın onu izlemektedir.

Sıra şimdi Do Eun’a gelmiştir. Berna:

“Sen geçen sene bir hastalık geçirdin mi?” diye söze başlayınca bu kez kızların üçü birden bağırışmaya başlarlar:

“Bu kadar da olamaz!”

“Aman Tanrım!”

“Sen bir falcıda çalışmadığına emin misin?”

Son söz üzerine hepsi gülerken Berna “hayır hayır, ben sadece amatörüm,” diye onları yatıştırır.

Son olarak, sıra Yoon Ah’a gelmiştir. Berna:

“Senin hoşlandığın bir çocuk var,” diye söze başlar. Yoon Ah’ın arkadaşları heyecanla:

“Yoon Ah! Bize neden söylemedin??”

“Bunu bizden nasıl gizlersin??” diye bağırışırken Yoon Ah şaşkınlık içindedir: “Ama benim hayatımda kimse yok ki… Siz de biliyorsunuz kızlar…”

“Canım ben de sana hayatında biri var demedim,” der Berna hemen, “Sadece aklında olan birinin olduğunu söylüyorum… Bu kişiyle ya yeni tanıştın, ya da tanışmak üzeresin… Veeeee, bu kişi senin kaderin olacak!”

Kızların üçü birden heyecanla “yaaaa!” diye bağırırlar. Berna ise gözlerini kısmış, fincanı incelemektedir. Sonra birden, çok ilginç bir şey görmüş gibi:

“Oooo! Bakın burda ne var!” diye bağırır. Kızların üçü birden merakla fincana doğru eğilirler. Berna:

“Aman Tanrım, bu bir şövalye! Evet evet, şövalye giysileri içinde birisi var! Bakın, tam şurda!”

Kızlar fincanı birbirlerinin elinden kaparak Berna’nın gösterdiği şövalyeyi görmeye çalışırlar, hatta Do Eun: “Evet evet!” diye bağırır, “Bu gerçekten de bir şövalye!”

(Görüntüye fincandaki kahve lekesi girer: Aslında şövalyeyle falan alakası yoktur tabii; en fazla bir tavşan silüetine benzetilebilir!)

Berna kendi kendine kıkırdar, ama istifini bozmadan: “Tabii ya! Ben bu işte iyi olduğumu size söylemiştim…”

“Peki ama bu ne demek?” diye sorar Jae Hee. “Yani Yoon Ah İngiltere’den gelen bir şövalyeyle tanışacak değil ya?”

“Hımm, bunu bilemem,” der Berna da, “Ben yalnızca fincanda gördüklerimi söylerim… Neyse, şimdilik bu kadar kızlar. Bugünkü yardımlarınız için tekrar teşekkürler, kendinize iyi bakın!”

Böyle deyip fincanlarını da alarak (kahve fincanlarını bırakacak diil ya, cık cık cık…) masadan kalkar, kızlara el sallayarak uzaklaşır. Kızlar arkasından bakakalırlar.

Sahne 14 (Sun Yong’un okul bahçesi) (Wizard of Oz) Üç kız nihayet kafeteryadan kalkmış, kitapları ellerinde, evlerine gitmek üzere okulun çıkış kapısına doğru yürümektedirler. Jae Hee:

“O Türk kız ne kadar da ilginç biriydi, değil mi?” diye söze başlar. “Kaşla göz arasında nerden kahve bulup geldi acaba??”

“Ama söyledikleri hep doğruydu, değil mi kızlar?” der Do Eun da heyecanla. Sonra Yoon Ah’a döner: “Ya senin şövalye olayına ne demeli?”

“Bu çağda bir şövalye bulabileceğimi zannetmiyorum,” diye kıkırdar Yoon Ah. Aynı anda Jae Hee çığlığı basar: “Aaaaa!”

Diğer kızlar:

“Ne olduuu?” diye telaşla ona dönerler. Jae Hee konuşamayacak kadar heyecanlanmıştır. Titreyen parmağıyla ileride bir grup genci işaret eder.

Diğer kızlar da o yöne baktıkları zaman ağızları hayretle açılır: Bir grup kostümlü genç, bir oyun provası yapar gibi bir araya toplanmışlardır. Ortaçağ saray kadınları gibi giyinmiş birkaç kız, başlarında peruklarla zamanın soylularını canlandıran birkaç genç erkek, hatta başında taç olan bir kral görürler. Grupta bir de, üzerinde bir zırh ve pelerin, yüzünde demir bir başlık, elinde kılıç olan bir çocuk vardır.

Jae Hee ve Do Eun heyecanla Yoon Ah’ı sarsmaya başlarlar:

“İşte bulduk! Şövalyeni bulduk!”

Aynı anda kostümlü gençler arasındaki şövalye kılığındaki çocuk başındaki demir maskeyi çıkarır. Kamera, Yoon Ah’ın yüzüne zoom yapar; genç kızın ağzı hayretle açılmıştır: Şövalye kostümlü çocuk Sun Yong’dur!

(Ağır çekimde) Sun Yong’un başlığı çıkardıktan sonra saçlarını savurmasını, yanındaki diğer kostümlü çocuklarla birlikte gülüşmesini, sonra başlık elinde, kılıcı kolunun altında, kızların olduğu tarafa doğru yürümesini izleriz. Yoon Ah’ın yanındaki iki arkadaşı heyecandan yerlerinde duramayıp kıkır kıkır gülüşürlerken, Yoon Ah hâlâ şaşkındır. Sun Yong hiçbir şeyden habersiz gibi yürüyerek kızlara yaklaşır; tam yanlarından geçerken de Yoon Ah’a bakıp gülümser, göz kırpar. Sonra da arkasına bile dönmeden büyük bir karizmayla yürümeye devam eder.

Bu sırada olan biteni az ileride gizli bir köşeden izlemekte olan Berna ve Jin Ki’yi görürüz. Berna:

“Yehuuuu! İşte budur, işte budur!” diye sevinçle havaya zıplar, yanında elleri ceplerinde cool bir tavırla dikilen Jin Ki’nin boynuna atılır: “Başardık Jin Ki! Oldu bu iş!”

Berna kendisine sarılınca Jin Ki bir an şoke olmuştur, ama hemen sonra yüzü değişir, keyifle, o da kollarını uzatır. Tam Berna’ya sarılmak üzereyken Berna kendini geriye atar, kendi kendine heyecanla:

“Evet, şimdi başka şeyler de düşünmek lâzım… Acaba bir sonraki aşama ne olmalı??” diye mırıldanarak bir sağa bir sola yürümeye başlar. Jin Ki ise kollarının boşluğu kucaklaması ile bir an dengesini kaybedip sendelemiştir! 😀 Dağılan karizmayı toparlamaya çalışarak öksürür.

“Ehem… Ama heralde bugünlük işimiz bitti…”

“Evet, tabii canım! Öyle her şey üst üste olmaz, şimdi Yoon Ah’ın şövalyesinin varlığına bir süre daha alışması lâzım…” diye kıkırdar Berna. Jin Ki’nin yüzüne şeytani bir gülümseme yayılır, aklına bir fikir gelmiştir. Çapkın bir ifadeyle:

“O zaman biz de bu başarımızı kutlayalım,” der. “Ne dersin? Birlikte bir şeyler yapalım mı?”

Berna omuz silker: “Olur tabii, neden olmasın? Ah, sinemaya gitmeye ne dersin? Ne zamandır görmek istediğim bir film vardı…”

“Harika olur!” diye sırıtır Jin Ki. Sonra muzip bir yüzle yukarı doğru bakar; hayal kurmaya başlar…

(Ekran buğulanır, Jin Ki’nin ilk hayalini izleriz:) Berna ve Jin Ki bir korku filmine girmişlerdir. Berna yüzünde korku dolu bir ifadeyle koltuğunda büzüldükçe büzülmekte, Jin Ki’ye yaklaşmaktadır. En sonunda “oppa!” diye bağırarak Jin Ki’ye sarılır. Jin Ki’nin suratında bir sırıtma görürüz.

Birden bu hayal “CD’yi durdurma” (hani Djler filan elleriyle yapar ya… işte o ses) sesiyle kesilir: Jin Ki başını iki yana sallayarak kendine gelir.

“Bi dakka ya… Berna korku filmlerinden korkmuyor ki…”

Sonra gözlerini havaya diker, “hımmm” diye mırıldanır, “belki romantik bir film olursa…”

(Yine ekran buğulanır, ikinci hayale geçeriz) Bu kez Berna gözlerinde yaşlarla, dudakları titreyerek sinema perdesine bakmaktadır. Jin Ki’nin yüzüne çapkın bir sırıtış gelir, Berna’ya doğru eğilir. Berna da ona döner, gözlerini kapatır…

Bir kez daha CD durdurma sesiyle Jin Ki kendine gelir. Yüzünde korku dolu bir ifade belirmiştir:

“Ama ya geçen seferki gibi olursa??”

Flashback’le Berna’nın Jin Ki’ye tokat atma sahnesini izleriz. “Çatttt!” Görüntü, Jin Ki’nin yüzünün yediği tokatla yamulması anında donar.

Ardından günümüze döneriz. Jin Ki sanki o anda tokat yemiş gibi yüzünde bir acı ifadesi ile yanağını tutmaktadır. Sonra başını sallayıp kendine gelir:

“Yok canım… Daha neler… O bir kere olur… Bu defa işimi sağlama alıp ağır ağır ilerleyeceğim.”

Sonra muzipçe Berna’ya döner: “Eee, hadi, gitmiyor muyuz Berna??”

“Tamam, ama önce senin bölüme uğrayıp kostümleri geri bırakmamız gerekiyor, öyle değil mi? Ayrıca yardımları için arkadaşlarına da teşekkür etmek gerek…”

Sonra Jin Ki’nin koluna girer, onu neşe içinde sürüklemeye başlar.

Sahne 15 (Kampüs)  Berna ve Jin Ki, Jin Ki’nin bölüm binasından çıkarlar. Berna birden:

“Ah, bak orda kim var?” der neşeyle. Jin Ki merakla o tarafa baktığında yüzüne bir sıkıntı düşer: Gelen Jung Woo’dur.

“N’aber Jung Woo-sshi?” diye neşeyle onu selamlar Berna. “Nereye, eve mi?”

Jin Ki somurtmaya başlamıştır bile. Jung Woo bir Berna’ya, bir Jin Ki’ye bakar; sonra:

“Evet, siz de geliyorsanız beraber gidelim hadi…”

Jin Ki alaycı bir biçimde gözlerini Jung Woo’ya diker, adeta meydan okur gibi:

“Sen git Jung Woo-sshi… Bizim başka planlarımız var…” der.

Jung Woo şaşkınca: “Ne planı?” diye sorunca da:

“Başka plan işte… Hadi bay baaay!” deyip Berna’yı çekiştirir. Berna kendini onun elinden kurtarır:

“Bi dakka yahu, çekiştirme!” Jung Woo’ya döner: “Sinemaya gidiyoruz biz; benim ne zamandır merak ettiğim bir bilimkurgu filmi gelmiş…”

(Komik efekt, doink!) Jin Ki’nin gözleri hayretle açılır, suratı ekşir: “Bilimkurgu mu??”

Jung Woo ise hemen:

“E iyiymiş… Ben de geleyim o zaman…” deyiverir. Berna “neden olmasın?” gibisinden bir hareket yapar, ama Jin Ki bunu duyar duymaz yerinde sıçramıştır!

“Olmaz! Yani şeyyy, sen eve gitmiyor muydun yahu??”

“Vazgeçtim,” der Jung Woo, “Sizle birlikte sinemaya gelmek daha iyi bir fikir gibi göründü…”

Sonra “kaja?” der ve Berna’yla birlikte önden yürüyerek uzaklaşmaya başlar. Jin Ki arkasından bağırır:

“Bir dakka yaa! Senin ders çalışman gerekmiyor mu bee?? Jung Woo-sshi! Kim Jung Woo!”

Fakat bağırış-çağırışlarının ciddiye alınmadığını görünce somurtarak öndeki arkadaşlarına yetişmek için koşturur.

Sahne 16 (Sinema) (Prologue) Sinemada film seçmeye çalışan üç çocuğun maceralarını izleriz. Berna ısrarla bir bilimkurguyu işaret etmekte; Jin Ki ise onu romantik komediye götürmeye çalışmaktadır. Öte yandan Jung Woo da ciddi bir ifadeyle ikisini izlemekte, Jin Ki Berna’ya fazlaca yakınlaştığı (elinden kolundan tuttuğu) zamanlarda müdahale edip kızın kolunu kurtarmaktadır.

Sinema salonuna girerlerken Berna elinde mısır patlakları, her şeyden habersiz önden ilerleyip yürümüştür. Arkada ise iki çocuğun iktidar mücadelesine şahit oluruz: Berna’nın hemen arkasından giren olabilmek için birbirlerini itekler, çekiştirirler. Nihayet, Jin Ki Jung Woo’nun ayağına basar, o acıyla olduğu yerde zıp zıp zıplarken sırıtarak Berna’nın arkasından yerlerinin olduğu sıraya doğru ilerler. Jung Woo onun Berna’nın yanında oturacağını görünce öfkeyle koşturur; bir üstteki koltukların sırasından insanları eze eze ilerler; Jin Ki Berna’yı üçlü koltuk sırasının en köşesindeki koltuğa oturtmaya çabalarken arka sıradan yaptığı hamle ile elindeki çantayı oraya koyuverir. Berna şaşkın şaşkın ona bakar; sonra dudak büküp hemen yanındaki yere oturur. Jin Ki de somurtarak Berna’nın diğer tarafında kalan koltuğa geçer.

Sahne 17 (Sinema) Sinema perdesinde alien’ımsı tuhaf bir yaratığın korkunç sesler çıkararak insanlara saldırması sahnesini izleriz (anlaşılan Berna dediğini yaptırıp bilimkurgu filmine girmelerini sağlamıştır… :D)

Kamera filmi izleyen üç çocuğun yüzlerini gösterdiği zaman Berna’nın pür dikkat filmi izlediğini, Jung Woo’nun esnediğini, Jin Ki’ninse Berna’nın kucağında duran patlamış mısır kabına sık sık daldırdığı eline dikkatle baktığını görürüz. Sonra gözlerini yukarı kaldırır, yüzünde şeytani bir anlam belirmiştir. Başını Berna’dan tarafa çevirmemeye çalışarak elini uzatır, mısır alma bahanesiyle Berna’nın kucağındaki mısır kabına daldırır. Bu sırada Berna filmdeki sahneye dikkat kesilmiştir, gözlerini bile kırpmadan izlemektedir. Aynı anda Jung Woo da aldırmaz bir tavırla mısır almak üzere elini uzatır.

Jung Woo eli mısır kabının içinde başka bir ele temas edince birden irkilir. Çaktırmamaya çalışarak gözlerini o tarafa kaydırır.

Jin Ki de aynı anda eline dokunan bir el olduğunu fark edip keyifle ve çapkınca gülümsemeye başlamıştır. Eline dokunan parmakları okşayarak, yüzünde kızları eriteceğine inandığı bir gülümsemeyle Berna’ya bakar; sonra bakışlarını mısır kabına indirir.

İki çocuk aynı anda mısır kabına bakarlar, sonra yüzlerinde “olamaz!” gibi bir ifade belirirken başlarını kaldırır ve göz göze gelirler! Sonra elektrik çarpmış gibi aynı anda ellerini çekip koltuklarının köşesine büzülürler! Yüzlerinde iğrenmiş gibi bir anlam vardır. 😀

Berna ise iki yanında birden yaşanan bu ani hareketliliğe anlam verememiş, şaşkın şaşkın bir ona bir de diğerine bakar.

Sahne 18 (Okul) Jung Woo kampüste yürümektedir. Birden ağaçların arasından:

“Oppa! Jung Woo oppa!” diye birisinin seslendiğini duyar.

Bakınca, kendisine el sallayan Min Hee’yi görür. Gülümseyerek onun yanına doğru gider.

Min Hee de birlikte çimenlerin üzerinde oturup ders çalıştığı arkadaşlarına bir şey söyleyip ayağa kalkar; Jung Woo’ya doğru yürür. İki çocuk tam ortada karşılaşırlar.

“Nasılsın Oppa?” der Min Hee neşeyle. “Sormama gerek yok, ama sınavlar nasıl gidiyor? Bitti mi ilk vizeler?”

“Bitmek üzere… Sadece bir tane kaldı…” der Jung Woo da. “Senin sınavlar nasıl gidiyor?”

“Hâlâ çalışıyoruz işte,” diye sevimli bir biçimde güler Min Hee. “Ama az kaldı… Haftaya salı bitiyor…”

“Hımmm, doğru, Pazartesi-Salı son iki vizeniz var, değil mi?” der Jung Woo da, Berna’nın kendisine söylediklerini hatırlayarak. Min Hee’nin yüzüne bir şaşkınlık düşer:

“Sen nerden biliyorsun?”

Jung Woo bir an bocalar, “eee, bir arkadaştan duydum,” deyip konuyu kapatır. O sırada Jung Woo’nun telefonu çalar. Jung Woo:

“Afedersin, ben şuna bakayım,” deyip omzuna astığı çantasını açar, çantanın ön gözünden telefonunu çıkarır. Bu arada Min Hee sabırlı bir tebessümle onun işini bitirmesini beklemektedir.

Birden gülümsemesi dudaklarında donar: Jung Woo’nun çantasının ön gözünde, Berna’nın birkaç gün önce satın aldığı kurbağalı anahtarlığı görmüştür!

Bu arada Jung Woo telefonu açar, Min Hee’ye işaret edip biraz uzağa gider. Zavallı Min Hee’nin yolun ortasında donup kaldığını fark etmez bile.

“Efendim anne? Bir şey mi oldu?”

Telefonun diğer ucunda anneyi görürüz. Yüzü gülmektedir.

“Merhaba Jung Woo-ya! İyiyiz oğlum, sadece haber vermek için aradım seni… Gönderdiğin parayı aldık…”

Jung Woo derin bir nefes alır, yüzüne bir rahatlama ifadesi düşer. Sonra:

“Babamdan ne haber? Çıktı mı ortaya?” diye sorar. Anne:

“Hayır, yüzü yok ki gelebilsin! Boyu devrilesice! (Korece’si nappunsekki veya shibalsekya :D)” diye öfkeli bir cevap verir. Sonra sevinçle:

“Aaa, biz Hyo Ju’yla Seul’a geliyoruz,” diye müjdeyi verir, “Gae Sun ajumman bize kısa süreli bir iş ayarladı orda; iki hafta kalıp döneceğiz… Hem seni de görmüş oluruz…”

“Çok sevinirim anneciğim, gelince arayın” diye yanıtlar Jung Woo. Sonra vedalaşıp telefonu kapatır.

Min Hee ise ilk bıraktığı andaki gibi olduğu yerde put gibi kalmıştır. Jung Woo’nun gülen bir yüzle ona doğru geldiğini görünce toparlanır, yüzüne bir gülümseme kondurur. Jung Woo:

“Annemlerle konuştum. Seul’a geleceklermiş… Hyo Ju seni mutlaka arar…” diye açıklama yapar. Bir yandan da telefonunu koymak için çantanın ön gözünü açmıştır. Min Hee fırsattan istifade hemen atılır:

“Ah! O yeşil şey de ne?”

Ve Jung Woo’nun bir şey demesine kalmadan elini uzatıp anahtarlığı eline alır. Sağını solunu incelemeye başlar. İçindeki ses kaydını dinleme düğmesine basmak üzereyken Jung Woo sert bir hareketle uzanıp anahtarlığı elinden kapar!

(We Quit Us) Min Hee şaşkın, kırgın kalakalmıştır. Dudaklarının titremeye başladığını görürüz. Jung Woo ise bu kaba hareketinden dolayı mahcup olmuştur. Bakışlarını kaçırıp:

“Şeyy… Özür dilerim…” diye mırıldanır, “İçinde biraz… biraz “özel” bir şey var… O yüzden sana dinletemem, özür dilerim…”

Min Hee kendini toparlar, buruk bir gülümsemeyle:

“Önemli değil,” diye mırıldanır… Sonra Jung Woo’nun yüzüne bakar: “Neyse, hadi ben seni tutmayayım… Ben de ders çalışıyorum zaten… Sonra görüşürüz, tamam mı?”

Böyle deyip arkasını döner, arkadaşlarının olduğu tarafa doğru yürümeye başlar. Jung Woo’nun bir şey diyecekmiş gibi ona doğru baktığını, sonra vazgeçip yürümeye başladığını görürüz. Min Hee’ninse gözlerinde yaşlar tomurcuklanmıştır.

Sahne 19 (Okul) Chang Ui yemekhanede tek başına oturmuş yemek yemektedir. Birden gözü, az ileride yemek tepsisi ile yürümekte olan Berna’ya takılır. Heyecanla yerinden fırlar, ona seslenir:

“Bernardina! Bernardina!”

Fakat Berna onu duymaz; az ilerideki bir başka masaya geçer. Chang Ui başını sağa sola uzatıp masadakileri görmeye çalışır. Berna’nın hemen yanında oturan ve ona çok samimi davranan Jin Ki’yi görünce sinirle dişlerini gıcırdatır:

“Ulan Jin Ki! Bütün güzel kızları da sen kapmak zorunda mısın?? Biraz da bize bırak bee!”

Bu sırada Jin Ki:

“Opera sever misin?” diye sorar Berna’ya, “Yarın akşam Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma operasına iki biletim var… Birlikte gidelim mi?”

Berna uyumlu bir halle:

“Neden olmasın?” der. “Ben de zaten çok sıkıldım bu aralar… Vizelere çalışmaktan evden bile çıkamadım ne zamandır…”

“Yapma yahu? Oysa ki Seul’e sadece birkaç aylığına geldin… Gezip görmeye öncelik vermen lâzım…” der Jin Ki bilmiş bilmiş. Sonra yüzüne çapkın bir gülümseme gelir yine: “O zaman sen o işi bana bırak: Şu andan itibaren “Berna’yı gezdirme projesi”ni resmi olarak başlatmış bulunuyorum!”

Berna bir kahkaha atar: “Berna’yı gezdirme projesi mi? Jin Ki, sen son günlerde pek bir iyi oldun, farkında mısın?”

Jin Ki abartılı bir reverans yapar: “Ben kızlara karşı her zaman iyiyimdir, adeta asil bir prens gibi, agasshi!”

Sonra yarı şaka yarı ciddi ekler: “Eğer sana da kahve falı bakmış olsaydık, senin fincanında da bir prens çıkacaktı!”

Berna gülerek:

“O prens de sen misin yoksa?”

Jin Ki gururla: “Tabii ki!” deyince, Berna bir kahkaha atar, onun saçlarını karıştırır:

“Yapma yahu? Seni gidi “Küçük prens” seniiiii!”

Jin Ki önce bozulur gibi olur, “biz aynı yaştayız Berna!” ama sonra o da güler. İki çocuk konuşup gülüşerek yemeklerine devam ederler.

Sahne 20 (Okul çıkışı) Berna tek başına yürümekteyken arkasından bir ses:

“Berna! Berna-sshi!” diye seslenir. Berna dönüp bakınca Min Hee’yi görür. Sevinçle:

“Aaa, Min Hee! Selam…” diye selamlar onu. Min Hee:

“Eve mi gidiyorsun?” der, “Ben de… Hadi beraber yürüyelim…”

Berna bir an: “E, ama senin yurdun diğer yönde değil mi?” diyecek olur, ama sonra omuz silkip vazgeçer: “Tamam, peki…”

İki kız yürürlerken Berna’nın yüzü neşeli, Min Hee’ninse kaygılıdır. Bir süre sessizlik olur, sonra Min Hee:

“Bu arada… Geçen gün oyuncak aldığın arkadaşınla barıştınız mı?” diye sorar. Berna’nın yüzü aydınlanır:

“Aaa, evet, oyuncak kurbağa çok işe yaradı Min Hee, sağol canım! Onun sayesinde barışmış olduk…”

“Yaa… Çok sevindim…” der Min Hee de, ama yüzü sevinçliden çok şüphe doludur. Sonra dayanamaz, yine:

“Peki bu arkadaşın… Eee… Şeyy… Yakın bir arkadaşın mıydı?” diye sorar.

Berna her şeyden habersiz:

“Öyle de denebilir,” diye cevaplar. “Aslında ev arkadaşım o benim…”

Birden Min Hee’nin yüzüne bir rahatlama ifadesi geldiğini görürüz. Sevinçle:

“Ev arkadaşın demek! Oh, çok sevindim!” der. Berna’nın ona şaşkın şaşkın baktığını görünce de hemen ekler: “Yani barışmış olmanıza demek istiyorum! Neyse Çingu, benim burdan ayrılmam lâzım, kendine iyi bak olur mu?”

Böyle deyip gülerek Berna’ya el sallar, yan sokağa sapar. Berna da şaşkın şaşkın ona el sallar. Sonra “Allah Allah?” anlamında dudak büküp yoluna devam eder.

Sahne 21 (Ev) Sun Yong’un karnını ovuştura ovuştura odasından çıkıp mutfağa doğru gidişini izleriz. Salonda Jin Ki TV seyretmektedir. Sun Yong “Ders çalışmak insanı çok acıktırıyo yaa…” diye kendi kendine söylenip dolabın kapağını açar; karşısında bomboş bir dolap görünce üzüntüyle dudaklarını sarkıtır. O sırada Berna mutfağa girer.

“N’aber Sun Yong? Yiyecek bişeyler mi aradın?”

“Evet ama hiçbir şey kalmamış…” der Sun Yong. “Berna-sshi, sen de iki ayda bize benzedin; artık doğru dürüst yemek pişirmiyorsun…”

“Ne yapayım, üç tane aç oğlanı doyurmak kolay mı sanıyorsun?” diye dudak büker Berna, “Kendimi sizin anneniz gibi hissetmeye başladım…”

O sırada Jung Woo da içeri girmiştir, son sözleri işitip yarı şaşkın yarı somurtuk:

“Kim?! Sen mi?? Sen anne olmak için fazla genç değil misin??”

“Berna’nın çocuğu mu varmış??” diye hayretle içeri dalan Jin Ki görünür. Diğerleri gülmeye başlarlar.

“Hah! Sağır duymaz uydurur diye boşuna dememişler…” diye Türkçe mırıldanır Berna.

O sırada Jung Woo dolabı açıp kapatır: “Ah… Yiyecek bir şeyler kalmadı mı??”

Üç çocuk yavru köpek bakışlı gözlerle Berna’ya bakarlar. Berna hiç oralı olmaz. Nihayet Jin Ki iç çeker…

“Sanırım bu akşam dışarıdan pizza söyleyeceğiz…”

Sahne 22 (Ev) Dört ev arkadaşını salonda oturmuş pizza yerken izleriz. Jin Ki dibinde birkaç yudum kalmış bira şişesini kafaya diker; sonra boş şişeyi yan yatırıp sehpanın üzerinde çevirmeye başlar. Berna’nın gözü ona takılınca birden aklına gelen fikirle yüzü aydınlanır:

“Aha! Millet, ders çalışmaya biraz ara verip bir oyun oynamaya ne dersiniz?”

“Ne oyunu?” der Sun Yong merakla. Berna gözleri parlayarak:

“Şişe çevirmece!” diye yanıtlar. Sun Yong ve Jung Woo boş bakışlarla birbirlerine bakarlar. Ama Jin Ki oyundan haberdardır; heyecanla:

“Cesaret mi doğruluk mu oyunundan bahsediyorsun, öyle değil mi?” der. Berna “evet” deyince hemen:

“Tamam! Ben varım!” diye atılır. Berna diğerlerine: “Bakın, bu oyun şöyle oynanıyor…” diye açıklama yaparken kamera Jin Ki’ye odaklanır. Jin Ki suratında muzip bir gülümsemeyle bakışlarını yukarı kaldırır, bir şeyler hayal etmektedir. Ekran buğulanır, Jin Ki’nin hayallerini izleriz.

Hayalinde şişe Berna’nın önünde durmuştur. Jin Ki yüzünde şeytani bir gülüşle:

“Şimdi aramızdaki en yakışıklı kişiyi öp!” buyurur.

Berna’nın yeni gelin gibi mahcup tavırlarla nazlandığını, ama sonra yerinden kalkıp Jin Ki’nin yanına gelerek kollarını onun boynuna doladığını izleriz. Jin Ki de ona doğru döner, Berna tam onun dudaklarına bir öpücük konduracakken…

“Jin Ki! Hadi gelmiyor musun??”

Üç çocuk masanın etrafına toplanmış, hepsi merakla ona bakmaktadır. Jin Ki başını sallayıp yüzündeki aptal ifadeden kurtulur, “Tamam tamam, geldim!” diye onlara katılır.

Berna şişeyi eline alır, muzip bakışlarla diğerlerine bakar:

“Başlıyoruz!”

Ve şişeyi çevirir.

(Gentle Giant) Dört arkadaşın epeyce eğlenerek oynadığı oyun sahnelerini izleriz. Cesaret seçen Sun Yong’un başına sarı bir peruk takılmış, dudaklarına Berna tarafından ruj sürülmüştür; Jin Ki ve Jung Woo gülmekten kırılarak onları izlerler. Sonra cesaret seçen Jin Ki’nin önüne kocaman bir damacanayla su getirilir, Jin Ki artık kusma vaziyetine gelene kadar o suyu içmeye devam eder. Bitirip baygın bir halde arkaya devrildiğinde göbeği kocaman olmuştur.

(müzik yavaşla) Şişenin Jung Woo’nun önünde durduğunu görürüz. Jung Woo başını kaldırıp merakla onlara bakar. Berna, Jin Ki’ye “soru sorma sırası senin” gibisinden bir hareket yapar. Jin Ki şeytani bir biçimde sırıtır.

“Pekala… O halde sevgili Jung Woo-sshi seçsin bakalım: Cesaret mi yoksa doğruluk mu?”

Jung Woo bir onu, bir de hâlâ kafasında perukla, dudağında rujla oturmakta olan Sun Yong’u süzer. Sonra:

“Tabii ki doğruluk,” diye cevap verir. Bunun üzerine Jin Ki’nin yüzündeki şeytani gülümseme daha da genişler. Masanın üzerinden ona doğru eğilir:

“O zaman söyle bakalım Jung Woo-sshi: Şimdiye kadar kaç kızı öptün?”

Jung Woo birden: “Bu ne biçim soru yaaa?” diye parlar, ama arkadaşlarının hepsi itiraz ederler:

“Yağma yok Jung Woo! Cevap vermek zorundasın!”

“Hadi Hyung, söyleyiver işte…”

Jung Woo kızarıp bozarır, bir ona bir öbürüne bakar, bu arada çocuklar da sabırsızlanmaktadır. “Öff, abartma Jung Woo, söyle işte,” der Berna, “Üç mü, dört mü, sekiz mi, on mu…”

“Sıfır…” der Jung Woo duyulur duyulmaz bir sesle.

Birden ortam sessizleşir. (doink!) Berna’nın ağzının açık kaldığını ve Sun Yong’un gözlerini kırpıştırdığını (wink wink!) izleriz. Berna:

“N-nasıl yaa… Sen kaç yaşındasın?? Yirmi iki? Yirmi üç??” derken Jin Ki’ninse ağzından kıkırdamaya benzer bir “kıhhh” sesi çıkar. Jung Woo ise söylediğine söyleyeceğine pişman olmuştur; kıpkırmızı bir suratla:

“Öfff, tamam yaaa, hadi sıra kimde artık??” diye şişeyi tekrar çevirir.

Bu defa şişe Berna’nın önünde durur. Berna onların yüzlerine bakar; Jin Ki’nin şeytani bakışlarını görünce hemen:

“Doğruluk,” diye yanıtlar.

Bunun üzerine başlar Jung Woo’ya döner. Jung Woo gözlerini tavana dikip düşünür. Sonra:

“Pekala… Söyle o zaman, Haedong Yonggungsa tapınağına gittiğimiz zaman ne diledin?”

Jin Ki hayretle: “Siz ne zaman gittiniz oraya be?” derken Berna itiraz etmiştir bile:

“Olmaz dedim ya! Dilekler söylenmez! O yüzden başka bir şey sor…”

Jung Woo bir süre düşünür, sonra:

“İyi o zaman şeyi söyle,” der, “Hoşlandığın biri var mı?”

Üç çocuk merakla Berna’ya bakarlar. Berna omuz silker:

“Yok…”

“Yalan söyleme!” diye kükrer Jin Ki. Berna şaşkınca: “Niye yalan söyleyeyim, yok işte…” deyince surat asıp köşesine çekilir (köşesinde mantar yetiştirmeye başlar :D).

Bu arada Berna şişeyi çevirmiştir. Sıra yine Jung Woo’dadır.

“Evet, cesaret mi doğruluk mu?” der Berna.

Jung Woo az önce ağzının payını almıştır, somurtarak: “Cesaret,” diye yanıtlar.

“Peki o zaman…” der Berna gözleri parlayarak. “Aramızda en çok sevdiğin kişiyi yanağından öp o halde!”

(doink!) Jung Woo’nun suratı değişir. Jin Ki ve Sun Yong kıkırdamaya başlarlar. Jung Woo itiraz etmeye kalkınca Berna: “Şükret ki dudağından demedim! İlk öpücüğünü daha özel bir an’a saklamak istersin diye düşündüm,” diye kıkırdar. Jung Woo somurtarak susar.

Sonra bir an düşünür. Jin Ki’ye bakar, Jin Ki korkuyla gerileyince hemen:

“Merak etme, aralarında en sevdiğim sen değilsin!” diye ters ters cevaplar.

Bu arada Sun Yong ve Berna sırıtarak beklemektedirler. Berna şımarık kız çocuğu sesiyle:

“Oppaaa… Hadi ama, seçimini yap: Sarışın mı, esmer mi?” diye başında sarı kız peruğu ile oturan Sun Yong’u ve kendisini işaret eder.

Jung Woo ne yapacağını bilemez gibi bir an durur. Jin Ki ise gözlerini kısmış, öfkeyle onu süzmektedir, adeta “Eğer Berna’yı öpersen elimden çekeceğin var!” der gibi bakmaktadır ona. Jung Woo nihayet gider, Sun Yong’un yanağından öper. Hemen sonra da dudaklarını silmeye başlar.

“Öff, bu çok saçmaydı…”

Sun Yong kıkırdayarak bir kız gibi: “Oppaaa! Beni sevdiğini biliyorduuuum” diye miyavlarken Berna ise üzülmüş taklidi yapmaktadır: “Ah, olamaz! Demek en çok onu seviyorsun!”

Jung Woo ciddi ciddi:

“Aranızda en uzun zamandır tanıdığım o…” diye cevap verir ve şişeyi tekrar çevirir. Şişe bu kez Sun Yong’da durur. Sun Yong da bu defa doğruluk seçer.

“Bir sonraki maçınız ne zaman?” diye sorar Jung Woo ve Berna tarafından fırlatılan yastığı kafasına yer.

“Ne biçim soru bu be??”

“Ne varmış? Ben sizin gibi kimsenin özel hayatını falan merak etmiyorum,” der Jung Woo da. Berna ona dil çıkarır. Sun Yong’sa:

“İki hafta sonra,” deyip şişeyi yeniden çevirmiştir. Bu defa sıra Berna’dadır. Sun Yong keyifle sırıtır:

“Berna-sshi, söyle bize: Üçümüz arasından sence en yakışıklı olanımız kim?”

(doink!) Bütün başlar aynı anda Berna’ya döner. Üç çocuk da merakla gözlerini ona dikmiş, vereceği cevabı beklemektedir.

Berna bir sağa bir sola bakar. Her birinin merakla ve hevesle kendi adını söylemesini beklediğini anlayınca mahcupça sırıtır. Bir yandan da “nasıl sıyrılacağım ben bu işten?” diye kendi kendine düşünmektedir.

Bu arada oğlanlar sabırsızlanmaya başlamıştır bile.

“Hadi Bernaaa, uzatma da söyle…”

“Bu kadar düşünecek ne var? Tabii ki kızların bayıldığı insan, Jin Ki diyeceksin!” diye sırıtır Jin Ki. Sun Yong hemen itiraz eder: “Berna girly erkeklerden hoşlanmıyor, yoksa unuttun mu?”

Berna en sonunda: “Susun, susun!” diye bağırır, “Tamam işte yaa, bence hepiniz birbirinden yakışıklı çocuklarsınız…”

Üç çocuk birden itiraz etmeye başlar:

“Olmaz öyle! Doğru dürüst isim ver!”

“Bir kişiyi seçmek zorundasın!”

“Tamam tamam, öfff…” Berna bir an canı sıkkınca durur. Sonra aklına bir fikir gelir. Neşeyle sırıtır:

“Bence aranızda en yakışıklı olan… yanında en çok eğlendiğim kişi ile aynı insan!”

Üç çocuk birden “hö?” diye kalırlar. Bir an sessizlik olur. Sonra Sun Yong:

“Yaşasın! O zaman o benim!” diye neşelenir. Jin Ki hemen itiraz eder: “Olur mu yaa, en eğlenceli olanınız benim, kesin benden bahsediyor…”

“Onu da nerden çıkardın? Sen eğlenceli falan değilsin,” der Jung Woo. Jin Ki bu kez ona saldırır: “Hah! Sen hiç konuşma! Senin hiç şansın yok!”

“Hıh… Sen öyle zannet,” diye sırıtır Jung Woo, aklına Busan yolculuğu gelmiştir. O sırada Sun Yong:

“Berna nerde??” diye merakla sağına soluna bakınır. Çocuklar tartışmayı kesip çevrelerine bakınınca Berna’nın çoktan odasına gitmiş olduğunu görürler. Jin Ki derin bir nefes verir:

“Kaçmış! Alacağın olsun Berna!”

Berna ise odasında yatağına yatmış, yastığına sarılmış, neşeyle sırıtmaktadır.

Sahne 20 (Dış mekân) Ertesi gün… Akşam karanlığında ışıltılı Seul sokaklarını görürüz. Berna ve Jin Ki operaya gitmek üzere birlikte yürümektedirler. Berna son derece şık, kırmızı bir elbise giymiş, saçlarını topuz yapmış, gözlerinde kalem ve rimel, dudaklarında kırmızı bir ruj ile çok çekici görünmektedir. Jin Ki ise siyah, İtalyan kesim bir takım elibse giymiş, yine siyah bir kravatla takımını tamamlamıştır. Jin Ki ileride bir cafeyi işaret eder:

“Opera için daha vaktimiz var… Şurda bir şeyler içelim mi, ne dersin?”

“Neden olmasın?” der Berna da ve iki genç cafeye doğru ilerlerler.

Sahne 21 (Cafe) (Everything) Garson kız üzerine kalp desenleri yapılmış iki cappuccino’yu masaya bırakır. Berna teşekkür edip fincanı eline alır, kahvesinden bir yudum içer. Jin Ki yüzünde bir gülümseme ile onu süzmektedir:

“Böyle giyinip kuşanınca çok güzel olmuşsun… Aslında zaten her zaman güzelsin de, böyle daha bir güzel olmuşsun… Prensesler gibi…”

Berna bir an şaşırır, sonra mahcupça gülümser. İşi şakaya vurur:

“Teşekkür ederim ama bu çapkınlık numaraları bende sökmez Jin Ki-sshi. Hâlâ öğrenemedin mi??”

“Numara falan yapmıyorum,” der Jin Ki sakince. “Güzelsin işte, sadece bunu söyledim…”

Berna gülümser, bakışlarını kaçırır, Jin Ki’nin söyledikleri hoşuna gitmiştir. Onun sevindiğini görünce keyifli bir gülümseme de Jin Ki’nin yüzüne yayılır. Tam başka bir şey daha söylemek için ağzını açmıştır ki, telefonu çalmaya başlar. Canı sıkılan Jin Ki telefonu açar.

“Efendim? Ha? Ne?? Bensiz halletsenize be! İşim var benim… Öfff, evet biliyorum, anahtar bende…” Bir an saatine bakar, sonra: “Tamam, bekleyin, geliyorum,” deyip telefonu kapatır. Berna merakla onu izlemektedir:

“Ne oldu, işin mi çıktı?”

“Bizimkiler kostüm odasının anahtarını benden almayı unuttular, gidip anahtarı vermem gerekiyor…” der Jin Ki sıkkın bir sesle. Sonra hemen ekler: “Ama merak etme, bir taksiyle gidip gelirim, yarım saat bile sürmez… Sen burda oturup beni bekler misin?”

“Tabii, hiç problem değil. Sen işine bak,” der Berna hemen. Jin Ki ona gülümser, hızlı adımlarla cafeden çıkar. Bir taksi durdurup bindiğini görürüz.

Berna ise cafede tek başına oturup etrafı seyrederek kahvesini içmeye devam eder.

Sahne 22 (Dış Mekân, cafe) Jung Woo’nun annesi ve kardeşiyle vedalaşıp sokakta yürümeye başladığını görürüz. Annesi arkasından bağırır:

“Jung Woo-ya! Yarın akşam da vaktin olursa gel, sana udon pişireyim!”

“Tamam anne! Görüşürüz!” deyip el sallar Jung Woo. Sonra arkasını dönüp yürümeye başlar.

Biraz sonra ışıltılı bir caddeye çıkar. Sağlı sollu dükkanlar, cafeler, restoranlar arasında yürümeye koyulur. Birden gözü, önünden geçmekte olduğu cafede tek başına oturan Berna’ya takılır. Şaşırır, şüpheyle gözlerini ovuşturur. Gerçekten gördüğü kişinin Berna olduğunu anlayınca yüzüne merak-sevinç karışımı bir ifade yayılır.

“Burada yalnız başına ne yapıyor? Üstelik böyle giyinmiş…”

Bir an tereddüt eder. Ama sonra merakı galip gelir; kapıyı açıp içeri dalar.

Berna cafeye giren çocuğa ilgisizce bir göz atar. Ancak girenin Jung Woo olduğunu anlayınca yüzüne sevinçli bir gülümseme yayılır:

“Oh! Jung Woo-sshi! Sen nerden çıktın?”

“Asıl sen nerden çıktın?” der Jung Woo merakla. Berna’nın karşısındaki sandalyeye oturur. Gelen garson kıza “bir macchiato alabilir miyim?” der. Berna ise şirin şirin gülümsemektedir:

“Jin Ki’yi bekliyorum… Birlikte operaya gideceğiz.”

Jung Woo alaycı bir biçimde “hıh”lar:

“Seni ekmiş olmasın?? Böyle burda tek başına beklediğine göre…”

Berna bozulmuştur, kızgınca:

“Hayır efendim, birazdan gelecek,” der hemen, “Acil bir işi çıktı…”

“Onun her zaman acil bir işi vardır,” der Jung Woo yine alaycı alaycı. “O işlerin adı da başka kızlardır!”

“Çocuğun günahını alma!” der Berna yine öfkeyle. “Geleceğim dediyse gelecektir!”

Jung Woo bu kez hakikaten bozulur, ona asık bir yüzle bakar:

“Bana neden onu savunuyorsun? Zamanında o çapkınlık numaralarını senin üzerinde de denemedi mi sanki?”

Berna ağzını açıp ters bir cevap vermek üzereyken bu kez de Jung Woo’nun telefonu çalar. Jung Woo ilgisizce bakar, “bir dakika, annem bir şey unuttu galiba…” deyip Berna’yı susturur. Berna sabırsızca parmaklarıyla masada tempo tutarak onun konuşmasını bitirmesini beklemeye başlar (Bu çocukların telefonu hiç susmaz mı?!)

“Efendim anne, neyi unuttun?” diye telefonu açar Jung Woo.

(Gerilim müziği) Telefonun diğer ucunda kötü bakışlı bir adam görürüz. Alaycı bir sesle:

“Babandan kalan borcun faizini ödemeyi unutmuş…” diye cevap verir. “Sonra da bizim ne kadar hatırşinas insanlar olduğumuzu unutmuş annen; Seul’e gelip borcundan kurtulacağını zannetmiş…”

Jung Woo sandalyeden öyle bir fırlar ki sandalye devrilir! Cafedeki herkes merakla ona dönüp bakar. Berna ters bir şeyler olduğunu anlamıştır, o da ayağa kalkar, yüreği ağzında, Jung Woo’nun konuşmasını dinlemeye başlar.

“Ne istiyorsunuz??” der Jung Woo taşlaşmış bir yüzle. Elleri titremeye başlamıştır.

Görüntü tekrar telefonun diğer ucundaki kötü adama döner. Adamın arkasında, başlarına silah dayanmış olan anne ve kızkardeşi görürüz.

“Bana ait olanı…” der, “Gel ve paramı getir! Yoksa annen ve kızkardeşine telefonda veda etmek zorunda kalacaksın…”

“Yapma!” diye haykırır Jung Woo. Cafeden dışarı fırlar. Berna da peşinden koşturur: “Jung Woo, neler oluyor??”

Jung Woo ise onu duyacak halde değildir; şimşek gibi bir hızla koşmaya başlamıştır. Berna:

“Jung Woo! Nereye?? Ne oldu Jung Woo??”

Diye bağırır. Fakat Jung Woo’nun cevap verecek durumda olmadığını görünce ayağındaki topuklu ayakkabıları çıkartır, bütün gücüyle onun peşinden koşturmaya başlar.

Sahne 23 (Cafe) Cafenin önünde taksiden inen Jin Ki’yi görürüz. Elinde bir demet çiçek vardır. Kendi kendine gülümseyerek cafeye girer. Berna’yı bıraktığı masaya doğru bakınır.

Berna’yı hiçbir yerde göremeyince garson kızı durdurur:

“Afedersiniz! Biraz önce burada kırmızı elbiseli genç bir bayan vardı…”

“Ah, o bayan az önce bir beyle birlikte çıktı. İkisinin de acelesi var gibiydi, koşturarak gittiler,” der garson kız. Jin Ki yüzünde bir şok ifadesiyle kalakalır.

Sahne 24 (Dış mekân – Ev) Jung Woo soluk soluğa koşmaktadır. Bir köşe başına gelince karanlık bir sokağa saptığını görürüz. Biraz sonra, onun geldiği taraftan ayakkabıları elinde koşmakta olan Berna görünür. O da soluk soluğa kalmıştır. Köşe başına gelince şaşkınlıkla duraklar. Sonra, ileride en köşedeki evin bahçe kapısından girmekte olan Jung Woo’yu görür. Yüzünde bir rahatlama belirir. Hemen onun peşinden seğirtir.

Jung Woo’nun bahçe kapısından girdiği evin sokak kapısı da aralıktır. Berna bunu görünce şaşkınlıkla duraklar. Sonra çekine çekine ilerler.

Açık olan kapıyı hafifçe aralayıp içeri baktığı zaman yüzünde bir dehşet ifadesi belirir. Ellerini ağzına kapar, elindeki ayakkabılar yere düşer.

İçeride, Jung Woo, kendisine silah doğrultmuş bir adamla karşı karşıyadır!

Görüntü, kapı aralığından onları izlemekte olan Berna’nın dehşet dolu yüz ifadesinde donar.

(*) Korece’de elma ve özür aynı kelime ile ifade edilir:

http://sendmetokorea.blogspot.com/2009/02/will-you-take-my-apology-or-my-apple.html

About hikaruivy

a big fan of shoujo animes/jdramas/kdramas loves to eat, write, read and watch!
This entry was posted in Uncategorized and tagged , , , . Bookmark the permalink.

30 Responses to 4. Bölüm

  1. Ser_min says:

    İki bölümdür berna’nın suratı ile bitiriyordun benim suratımda ekrana baka kalıyor böyle :D:D
    Sanırım boyudevrilesice’nin korecesi Nappunsekki olabilir :D:D Ya da şibalsekya 😀

    fal muhabbetine ayıldım bayıldım 🙂 Her hafta “kahve sizden fal bizden” olaylarına giren 4-5 arkadaş olan bizler aklıma geldi 😀 Aslında tahmin ettim fal muhabbetine girince olayı ama okuması çok zevkliydi 😀
    Şişe çevirmece ah ah çocukluğumun oyunu. Gerçi hala canımız sıkıldığında oynarız ama biran nostalji yaşadım. Jin Ki ile Jung Woo’nun el temasıda beni yerlere yatırdı.

    Hikaru cidden eline sağlık ya çok güzel gidiyor. Birde 5. bölümde Berna’yı yeniçeri ordusunun elemanı gibi adamlara dalarken görsem var ya zevkten dört köşe olacağım :D:D Nede olsa kendisi paşa torunu dimi? 😀

    Ha anime anlarını eksik etmediğin içinde sağol. Ben bayılıyorum öylelerine. Köşesinde mantar bitere koptuğum gibi sık sık görmek isterim. Birde Jin Ki’nin hayallerine hastayım :D:D

    • hikaruivy says:

      @ser_min: nappunsekki veya shibalsekya demek… OK, editliyorum yazıyı 😀 😀

      fal muhabbetini yazarken acayip eğlendim ben de 😀 aynen bizde de fal bakma işi en büyük eğlencelerdendir (hep bakan da ben olurum… sanki çok anlarmışım gibi :P) sinema sahnesini hayal etmek de çok keyifliydi; jung woo ve jin ki’nin yüzü resmen gözlerimin önüne geliyor 😀

      mantar yetiştirme işini de özellikle ouran’dan çarptım 🙂 tamaki pek şirin oluyodu mantar yetiştirirken, di mi?

      sağol ser_min’cim uzun uzun yazmış, beni yine mutlu etmiş olduğun için… ben bu gazla hemen 5. bölüme başlamaz mıyım! 😀 öpüldünüzzz!

  2. koredelisi says:

    Vay be ne bölümdü ama…
    Oğlanlar fena halde abayı yaktı bizim kıza, çekişmeleri fena olucak gibi. Jung Woo’nun kurbağaya sarılmasında aklıma You are beatiful geldi, sürmelimde öyle yapardı canım benim:) Jin ki’nin hayalleri öldürdü beni zaten hahah çapkın velet:D
    Bernada az kurnaz değil hani şovalye olayını tuttum çok zekice:))
    Favori çiftim şu anda Yoon Ah ve Sun Yong, bakalım sonralı ne olacak…
    Hikarucum ayrıntılar çok iyi gerçekten, bu bölümüde okumaktan çok büyük zevk aldım ellerine sağlık;) Devammmmmmmmm

    • hikaruivy says:

      @koredelisi: eveeeet, aşk dolu bölümlere az kaldııı 😀 😀 jung woo’nun kurbağasına sarılmasında benim de aklıma hemen tae kyung gelmişti; aynı çocuksu ifadeyi lee minho’da da düşünebliyorum. ikisi de birbirinden şirin oluyolar o ifadeyle 🙂

      Jin Ki bu bölümde beni de epeyce eğlendirdi, çapkın prens 😛 Ama artık daha romantik duygularını açığa çıkarma zamanı geliyor galiba 😉

      beğendiğine çok sevindim deli’cim (bu arada sana deli diyorum diye bana kızmıyosun di mi 😛 kısaltınca bööle oluyo), bir sonraki bölümde senin şerefine sun yong ve yoon ah’ın aşkını ön plana alacağım 😀 öperimm!

  3. akira says:

    yazık yaa jin ki’ye hep hevesi kursağında kalıyor çocukcağızın:) gene çok eğlenceli bir bölümdü sırıtarak okumaktan yanaklarım ağrıyor halen:)

  4. Lee says:

    Ahaha bildiğin kahkaha attım. Mantar yetiştir, Tamaki 🙂 Ouran çok sevdiğim bir anime/Manga. Bitiğine o kadar üzüldüm ki. Her orada Haruhi’miz canımız çok zekiydi 😀
    Bu tarz göndermelere ben bayılırım. Gerçek hayatta da bol bol kullandığım için bir yerlerde görünce çok hoşuma gidiyor.

    Hikaru geçen yorumlarında da demiştim, her yeni gelen bölüm diğerlerinden daha iyi oluyor diye. Yine harika bölüm ve en sevdiğim oldu. Min Hee’nin olayı öğrenmemesine açıkçası sevindim. Öğrenmiş olsaydı eğer bozulurdum, daha erken yahu. Dizimiz 10 bölümde bitmesin 😀

    Bir de dram kısımları umarım kısadır, çünkü silahlı adama kadar ağzı açık ayran budalası gibi okudum. Kendimi shoujo izlerken kendinden geçen kızlar gibi gördüm bu bölüm aha 😀

    Jung Woo’nun ailesine girdik, Jin Ki’nin annesi ile olan durumu kaldı şimdi. 5. bölümde kurtulurlar inşallah hemencecik. Bunu isterim 🙂

    Açıkçası ben ikilimiz arasında kalıyorum yine. Ama şimdilik Jin Ki daha ağır basıyor dersem, yalan söylememiş olurum. Ve yine ama, sanki en sonunda Jung Woo ile beraber olacak Berna diye hissediyorum. Min Hee üzülmesin, ben de muradıma ereyim. Bu nasıl olur? Berna Jin Ki’yi seçerse 😀

    Yoon Ah ile bizim şapşal yine süperdi. Bölümün en beğendiğim kısımları buralardı. Eğleniyorum eğleniyorum, ama sonra hemencecik yeni bölümü bekliyorum.

    Klasik soru, 5. bölüm ne zamana gelir acep? 🙂 Yalnız sen bölümleri kısa aralıklarla veriyorsun Çingu, benim hikaye beğenilirse yandım ben. Uzun olur aralıklarım aha 😀
    Haber vereyim, ilk bölüm bu gece ya da yarın gelebilir. Belli olmaz işim 🙂

  5. koredelisi says:

    Hahah bana deli denmesine kızsaydım bloğumun adını deli koymazdım merak etme;)))
    ” bir sonraki bölümde senin şerefine sun yong ve yoon ah’ın aşkını ön plana alacağım” İşte buna sevindim… Dört gözle diğer bölümü beklicem;))

  6. Ser_min says:

    @lee
    Sonuna kadar sana katılıyorum. Senaristti etkilemeyeyim dedim ama bende Jin Ki ile olsun istiyorum 😉 Ne bilim onunla olsun işte :D:D

  7. hikaruivy says:

    @Lee, ser_min: Hımm, demek çapkın prensimiz Jin Ki şu anda önde gidiyor 🙂 Bunu dikkate alıp 5. bölümde ikiliye sahneler yazacağım çingular 😀 Ayrıca bir anket mi yapsam naapsam, Berna kimle birlikte olsun diye… Valla ben de karar veremedim 😛

    @Lee: Ouran’a ben de bayılırım, en sevdiğim animeler arasında top 10dadır. O yüzden Jin Ki’nin küsüp kenara çekilmesi sahnesini yazarken Tamaki’yi hatırladım, mantar yetiştirme lafını ekleyiverdim 😀 çok da hoş oldu 😀

    Yalnız diziyi 10 bölümden fazla yaparsam kendimi tekrarlarım be Lee’ciğim… O yüzden 10 bölüm iyidir; en fazla 11 olabilir. Yoksa çok drama kaçar her şey. Öyle olmasını da istemiyorum; hep bir miktar komedi olmalı…

    Senin hikaye de gelsin artık yahu, beklemekten ağaç olduk 😀 😀 Ama aralıkları çok uzun tutma, en fazla 5-6 günde bir yeni bölüm yaz, olur mu? Öyle tadı daha güzel çıkıyor…

    @akira: sağol çingum, bol bol gülün, eğlenin 😀 ben de gidip biraz sungkyunkwan scandal izleyeyim de yeni ilhamlar alayım ordaki komediden 😀 😀

  8. kimbapsushi says:

    uzun zamandır okuyamıyordum, şimdi arka arkaya okumaya çalışıcam bakalım.
    yine çok eğlenceli bir bölüm olmuş hikaru. mantar yetiştirme kısmına koptum.
    bir de özür için elma olayı bana hana yori dango’yu hatırlattı, hatta başta ona gönderme yaptığını sandım (gerçi sen kore versiyonunu daha çok seviyordun sanırım)
    zavallı jin ki kaldı tek başına, üzüldüm:((
    bu arada bölüm sonlarının da ayrı hastasıyım, pek bir ekşınlı oloor^^ eline sağlık canım, en kısa zamanda eksiğimi kapatıp yeni bölümlere yetişiciim^^

    • hikaruivy says:

      Evet canım, elma-özür eşsesliliğini Kkotboda Namja’dan hatırlıyorum; ona gönderme yaptım. Nice catch 🙂

      Bölüm sonlarını böyle yapmayan senarist mi olurmuş? 😛 Böylece sana arka arkaya bikaç bölüm okuturum belki, ahaha (merak ne güzel şey, güzel şey merak…)

  9. mydestiny says:

    Selam!

    Bölümü okudukça keyfim yerine geldi, ellerin dert görmesin 🙂

    Berna’nın yarattığı bu karmaşanın Jung Woo’nun işini olumsuz etkilememesine sevindim. Oyun oynadıkları sahne çok eğlenceliydi.

    Ben hala karar veremedim Jung Woo mu Jin Ki mi olsun.. Jung Woo’nun Min Hee’si var aslında o onunla, Jin Ki de Berna ile olabilir 😀 😛 Genelde suratsız ve geçimsiz olan oluyor esas adam ama Jin Ki’yi de yabana atmak istemiyorum. O da mutlu olsun 😀

    Fal olayına bittim. Çok eğlenceliydi çokk.. Şovalye Sun Yong 😛 Güzelmiş 😀
    Son sahne bakalım nasıl devam edecek. Bu olay Jung Woo-Berna yakınlaşması doğuracak gibi geliyor bana. Zaten Jung Woo Berna’ya meyilli…

    Ellerine sağlık. Çok güzeldi.

    • hikaruivy says:

      @mydestiny: Ahahaha, süper analiz! Evet, suratsız ve geçimsiz olan esas oğlan oluyor hep, di mi… Ama Jung Woo ilk bölümdeki kadar uyuz biri değil artık yav…

      Fal olayını ben de çok keyfile yazdım. İşte bunu bir Türk kızından başkası düşünemezdi, ahaha! 😀

      Rica ederim canım, keyifli okumalar 😉

  10. masalevi says:

    hikarucum yine süper bir bölümdü, sabah 8 buçukta dersim olmasına rağmen meraktan dayanamadım okudum bu bölümü de gecenin 1’inde 🙂
    -bernanın çöpçatanlık planları önünde saygıyla eğildim resmen, kız ne planlar yapmış anacıım, Türk zekası işte böyle şeylere kafamız çalışıyor ya 🙂
    -bu arada berna “İçeceğiniz kahvelerin fincanda bıraktıkları izlere bakarak geleceğinizi söyleyebilirim.” cümlesini de Korece söyleyecek kıvama geldiyse bravo kıza valla zehir gibi öğreniyor her şeyi 🙂
    -ayrıca bir mütercim tercümanlık öğrencisi olarak “boyu devrilesice”yi Nappunsekki olarak çevirmene bayıldım çok tatlıı 🙂
    – cevabını bildiğim bir soru soracağım sana, bu dizinin ikinci adamı jin ki midir? inanmak istemiyorum da 🙂 elinde çiçekle pastayla kalakaldı kuzucum ya yirim ben onu 🙂 dizinin sonunda yavrumun boynu bükük kalmasın olur mu senarist hanım kızım 🙂
    tekrar tebrikler canım.. kkotboda namja. my girl esintileriyle çok hoş bir bölüm olmuş.. yarın okul olmasa bu gece bitirirdim ben diziyi de yarına kaldı artık.. merakla bekliyorum 🙂

    • hikaruivy says:

      @masalevi: sağol masalcım, beni mutlu ettin 🙂 berna’nın çöpçatanlık genleri yazarından geliyor; ben de bayılırım çöp çatmaya! ha, gerçi becerebiliyor musun dersen sadece bir başarım var şimdiye kadar, ehu ehu 😀 😀 ama bu türk kahvesi muhabbetini bir türk kızından başkası yapamazdı; kore dizilerinde görmeye alışık olmadığımız türden bir hareket olduğu için koreli kızlar bu tuzağa düşmüştür diye düşünüyorum 🙂 🙂
      demek mütercimlik-tercümanlık öğrencisisin! yoksa kore dili mi okuyorsun?! vay bee, eğer öyleyse önünde saygıyla eğiliyorum 😀 bu arada nappunsekki’yi bana sermin’cim söylemişti sağolsun. sonradan ben de dizilerde dikkat etmeye başladım, gerçekten koreli bayanlar böyle nefretle baktıkları adamlara ağız dolusu “nappunsekki!” diyorlar, gayet yerinde bir çeviri olmuş yani 😀 😀
      ikinci adam konusunda bekle ve gör diyorum 🙂 hatta ileriki bölümlerin yorumlarını okursan uzuuuun bir süre jung woo’cularla jin ki’ciler arasında rekabet yaşandığını göreceksin. ben de epeyce kararsız kaldım. en sonunda, kafamdaki sona göre bitirdim ama, bir de ama’sı var. şimdiden spoil etmeyeyim 🙂
      sonraki yorumlarını da heyecanla bekliyorum canım 🙂

  11. masalevi says:

    ah keşke kore dili okuyor olsaydım, ne de tercih etmek istemiştim zamanında.. ingilizce mütercüm tercümanlık okuyorum ben. bugüne kadar onlarca çeviri kuramı işledik, kore ve türk kültürünü ele alan iyi bir çeviri olmuş boyu devrilesice 🙂 hocalarım okusa bayılırdı 🙂 bu arada bugün sanki gerçekten bir dizi takip ediyormuşcasına kardeşimle gelecek bölümde neler olacak muhabbeti falan yaptık ya çok komikti 🙂 epey sardı bu dizi bizi 10 bölüm yetmeyecek sanırsam..

    • hikaruivy says:

      hahah, bunu duyduğuma çok sevindim 😀 demek cidden dizi izliyor hissi yaratabilmişim sizde, laylaylom 🙂 🙂 🙂 ee, tahminleri alalım?? hahah, bak bu kadar interaktifliği başka dizilerde bulamazsın 🙂
      on bölüm ama bölümlerim uzun uzun, dikkatini çekerim 🙂 valla word’e aktarınca 200 sayfadan fazla tutuyor! 😀

  12. masalevi says:

    valla acayip ters köşe yapıyorsun biz izleyicilerini tahminlerim tutmuyor ama bi deneme yapayım 🙂
    – berna kötü adamlara bişey yapıp ahaliyi kurtarır diyorum, onun Türk zekasına güveniyorum ben 🙂
    – yine jinkiciğime hüsran görüyorum ben malesef. berna hem girly hem de playboy çocuğu tövbe seçmez hiiç şansı yok bebeğimin 😦
    – min hee bernanın çocukların ev arkadaşı olduğunu öğrenip acayip bozulacak hatta bernayla küsüp konuşmayacak bence..
    – bu çatlak komşudan bi atak bekliyorum adam bomba zaten ya 🙂 yakında dürbünüyle çocukların evini falan izlemeye başlarsa şaşırmam 🙂

    • hikaruivy says:

      Yoo, gayet mantıklı tahminler yapmışsın. Açıkçası çok da ters köşe yaptığımı hissetmedim bu dizide. Hatta sonu başından belli gibi nerdeyse 🙂 Neyse, fazla ipucu verip zevkini kaçırmayayım 😀 😀

      -Berna ahaliyi kurtarmazsa ayıp olur! Ama kızımız kung fu’cu olmadığı için bu, daha başka bir yolla olmalı…
      -Jin Ki’nin klasik bir ikinci erkek olmadığı için şansı olabilir 🙂 Berna’nın tipi olmaması, bu durumu daha da hoş kılar aslında…
      -Min Hee konusunda haklısın: İyi ve sessiz bir kız; ama Jung Woo’ya olan aşkı yüzünden hiç beklenmedik şeyler yapmaya müsait bir yapısı var.
      -Çatlak komşuyu 6. bölümde yeniden, büyük bir olayın içinde göreceğiz 😀 O sahneyi yazarken eğlendiğim kadar başka hiçbir sahnede eğlenmedim sanırım 🙂 🙂

      İşte böyle 🙂 Kardeşine de selamlar 😀 Bu arada aynı anda mı okuyorsunuz, nasıl oluyor, merak ettim 😀

  13. masalevi says:

    tabi canım her gün ikimiz oturuyoruz çay kahve falan dizi izler gibi gülmekten katılarak okuyoruz 🙂 iki kişi çok eğlenceli oluyor.. hatta ben “ben yokken okuma yoksa sonunu okur söylerim ha” diye tehdit ediyorum o kadar yani 🙂

    • hikaruivy says:

      hahah, süpermiş yaa 😀 😀 ben de kardeşime okuturken yanında dikilip onunla birlikte yeniden okumuştum 🙂 🙂 cidden iki kişi daha zevkli oluyo.

      o zaman bundan sonraki bölümler için yorumlarınızı da merakla beklediğimi söyleyip kaçayım. keyifli okumalar! ^^

  14. Arzu says:

    evet ben bu elma meselesini biliyorum tabiki de boys over flowers dan jan di jun pyo ya vermişti neyse gerçekten seneryo süper çevirseler süper tutar müzikler falan süper uyumlu oyuncuları tanıdığım için yüz ifadeleri mimikleri kafamda beliriyo ellerine sağlık

  15. makinosev says:

    -Ku Jon San yeniden gülümser. Berna ise mahcup, otuz iki dişini birden gösterip sırıtır; belinin elverdiği kadar öne doğru eğilir.

    -“Valla benim kafamdakiler gerçekte olandan çok daha mantıklıydı,”

    -Çöp kutusunun kapağını kaldırır, içine pastayı atıverir. … -yapma be Joe, çarpılırsın valla-

    -Bir önceki sahnenin müziği eşliğinde ertesi sabahı izleriz. … -ambiyansı hiç bozmuyorsun gözümden kaçmadı değil- 🙂

    -(Ağır çekimde) Sun Yong’un başlığı çıkardıktan sonra saçlarını savurmasını, yanındaki diğer kostümlü çocuklarla birlikte gülüşmesini, sonra başlık elinde, kılıcı kolunun altında, kızların olduğu tarafa doğru yürümesini izleriz. – en sevdiğim bof/twilight mizanseni, kesin işe yaradı, kız aşık oldu-

    -Flashback’le Berna’nın Jin Ki’ye tokat atma sahnesini izleriz. “Çatttt!” Görüntü, Jin Ki’nin yüzünün yediği tokatla yamulması anında donar. – jin ki’nin hayalleri beni öldürüyor her defasında –

    -Boyu devrilesice! (Korece’si nappunsekki veya shibalsekya :D) – okur okumaz nasıl söylemiştir ki bunu korece dedim ve paramtez içini görünce koptum tabi –

    hikaruivy, yorumlarım yaz yaz bitmiyor fatkında mısın? kıkır kıkır gülüyorum ekranda sürekli, öykü değil bu resmen dorama, şuna da güldüm buna da güldüm demek istiyorum sanki dizi anlatır gibi 😀 doramaya yakışır şekilde de heyecanla bitiriyorsun son sahneyi 😀 ağzım açık okuyorum çingu o_O

    • hikaruivy says:

      @makino: heyooo, yaşasın, makino’yu da güldürdüm! 😀 😀 eee, ne demiştim çingucum, güldürmezse para yok, güldürürse bedava (bu sloganı da üsküdar’a giderken’den çarptım bu arada 😛 ) jin ki’nin pastayı çöpe atması pek yazık oldu, di mi? kore dizilerinde hep öyle yaparlar ya, ondan şe’ettim… yoksa israfa karşıyız tabii 😀 😀 sun yong’un şövalye sahnesini çok eğlenerek yazmıştım, hangi kız aşık olmaz di mi ama? Berna da işini biliyo haaa 😀 😀 Jin Ki’nin hayallerinin tavan yaptığı bölüm buydu galiba, ben de bol bol kıkırdadım yazarken 😀 zaten bu bölümden sonra berna-jin ki aşkı olsun isteyenlerin sayısında bir patlama yaşandı 😀 jin ki en komik karakter oldu çıktı… yorumlayan ellerin dert görmesin, sen yazdıkça ben de hatırlıyorum, yeniden gülüyorum 🙂 öperim ^^

  16. Ellerine sağlık ne bölümdü ama (:

    2. adamların kazanacağı bir hikaye istiyorum ben arkadaş! Çaaat diye öptü kızı diye niye o hayattan elini eteğini çekmiş, babası kumarbaz adama gönlünü versin ki bizim kızımız. Hem o gönlünü verse babası kızını vermez arkadaş 😛 Yol yakınken gel biz bunu 2. çocuğa yapalım (:
    Fal muhabbeti de yaptı kızımız hem bir de kendi kısmetine baksın gelecek vaadlerini bangır bangır yapan Jin Ki’ye varsın (:

    • hikaruivy says:

      @OhYoonJoo: Aha, Jin Ki fan cub’a bir üye daha! Merak etme çingu, bu istekte yalnız değilsin: Sermin, Lee ve Akira başta olmak üzere Jin Ki’ciler az değildi, 2. erkek forever! 😀 Ama bu hikayede ne olacak dersen, şimdiden söyleyip sürprizi bozmayayım. İzleyelim ve görelim diyorum 😉

      (Yalnız gelecek vaatlerini bangır bangır yapan ne demek? Ahaha koptum bu tanımına 😀 :D)

  17. minekibuu says:

    Çelişik kaldım kaçıncı adama varsın, ya da varmasın da evde mi kalsın diye. Jin ki’nin üzülmesine dayanamam ki :(. Jung Woo sürünsün :P. neyse yeni uyandım devam etmeliyim 🙂

Leave a reply to hikaruivy Cancel reply